Tuesday, 16 September 2014

Uygarlığın sonu mu geliyor?


Korkut Boratav 12 Eylül 2014

Çağımızın bilgelerinden Noam Chomsky, dünyanın haline bakmış; sorgulamış ve 4 Temmuz 2014 tarihli In These Times’ta “Tarihin Sonu mu?”başlıklı bir yazı yayımlamış. Kısaltarak, toparlayarak aktarıyorum:

“Yaklaşık 10.000 yıl önce uygarlık, Dicle ve Fırat havzasında doğdu. Günümüze yaklaştıkça bu topraklarda ölçüsüz dehşetler yaşandı. 2003’teki George W. Bush ve Tony Blair saldırısı, Iraklıların birçoğu tarafından 13. yüzyıldaki Moğol istilasına benzetilir. Bu öldürücü darbeden hemen önce Bill Clinton’un başlattığı Birleşmiş Milletler yaptırımları gelmişti. Yaptırımları uygulayan iki diplomat (Halliday ile von Sponeck), bunları ‘soykırım benzeri’ olarak nitelendirmiş ve istifa etmişlerdi. Bu yıkımdan arta kalan varlıkların çoğunu da Bush-Blair saldırısı yok etti. 2003’te farklı kimliklerin aynı mahallelerde yan yana yaşadığı Bağdat, bugün sınırsız bir nefret girdabı içindedir; mezhepler ayrı, kuşatılmış bölgelere sığınmıştır. ABD-Britanya istilasının tetiklediği korkunç çatışmalar, tüm bölgeyi paramparça hale getirmektedir.”

Chomsky, karanlık gözlemlerini Suriye’ye, Lübnan’a, Mısır’a, Filistin’e taşıyor ve Gazze kıyımını hatırlatıyor. İnsanlık tarihinin beşiğini oluşturan Mezopotamya coğrafyasının on bin yıl sonunda sergilediği enkaza bakan Chomsky hüzünleniyor: “İnsan uygarlığının kısa, tuhaf çağı galiba son bulmaktadır.”

***

Chomsky’nin gezindiği enkaz coğrafyası çok sınırlıdır. Batı’ya doğru küçük bir adım atalım ve Libya’ya bakalım.

Libya’dan söz ettikçe, gözümün önüne iki görüntü gelir. Birincisi, Muammer Kaddafi’nin 20 Ekim 2011’de, tarifsiz işkenceler sonunda linç edilmesini gösteren video filmi; ikincisi ise bu ölüm haberinden hemen sonra ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un TV kanallarına böbürlenerek verdiği “zafer demeci”: “Veni, vidi and he’s dead…” 

Bayan Clinton birilerine öykünmektedir: Belki, Bağdat’ın düşmesinden sonra, 1 Mayıs 2003’te bir uçak gemisinin güvertesine pilot giysileriyle çıkıp “görev tamamdır…” diyen George W. Bush’a… Belki de Zile’de Pontus Kralı Farneke’yi yendikten sonra “veni, vidi, vici…” sözleriyle de tarihe geçen Roma İmparatoru Julius Sezar’a… Ne var ki Sezar düşmanını öldürmemişti ve  “geldim, gördüm, yendim” diyordu;Clinton ise, “geldim, gördüm, öldü…”

Kaddafi sağ yakalansaydı açıklayacağı çok şey olduğu için öldürülmeliydi… Linç ise taşeronların katkısı idi. Ayrıca bunlarda düşmanı öldürme tutkusu da var. Kaddafi’den yaklaşık altı ay önce Obama ve Clinton Beyaz Saray’da  bir başka düşmanlarının (Usame bin Ladin’in) Pakistan’da öldürülüşünü canlı yayından izlediler. Usame silahsızdı. Talimat gereği öldürüldü; cesedi de (Arjantin cuntasının solcu tutsaklara yaptığı gibi) denize atıldı. Amerika’da “niçin getirip yargılamadınız?” diye bu eylemi sadece birkaç solcu (örneğin Michael Moore) protesto etti.

Bizler, yok olmakta olan bir başka geleneğin izlerini taşıdığımız için, Timur’un ve Mustafa Kemal’in savaş tutsaklarını (Bayezid’i ve General Trikopis’i) hatırlarız. Vietnam’la savaşırken, bombalarken tutsak düşen Amerikan askerleri aklımıza gelir. Bunlardan biri, altı yıl boyunca Kuzey Vietnam’da tutsak kalan (ve yıllar sonra ABD Başkan adayı olan) John McCain idi. Cenevre Sözleşmesi söz konusu değildi; zira ABD Kuzey Vietnam’a savaş ilan etmemişti.

***

Peki, Kaddafi’yi öldürdüler de ne oldu? “Sosyalist ve laik” Libya Arap Cemahiriyesi tarihe karıştı. Devleti ve ülkesi ile Libya da yok oldu. Ülke aşiretler ve çeşitli İslamcı gruplar arasında paylaşıldı. Türkiye üzerinden Suriye’ye geçen cihatçı çetelerin ana kaynaklarından biri oldu. Kaddafi’nin ölümünden bir yıl geçmeden ABD Bingazi Konsolosluğu’nu basan çeteler, büyükelçi Stevens’i (ve üç Amerikalıyı) öldürdü. 26 Temmuz 2014’te ABD Libya’daki büyükelçiliğini kapattı. Batılı diplomatlar canlarının derdine düştü; topluca ülkeyi terk etti. İslamcı milisler, Trablus’taki ABD büyükelçiliğine yerleşti.

Peki, bu Orta Çağ yobazlığına batmış olan Libya’da “laik” Türkiye Cumhuriyeti’nin hâlâ ne işi var? Bu soruyu sormamın nedeni, 28 Ağustos tarihli Defense and Foreign Affairs dergisinde çıkan bir yazıdır. Yazıya göre Türkiye ve Katar, Müslüman Kardeşler’le bağlantılı cihatçılarla işbirliği yapmakta; Batı Libya çöllerinde bir Özgür Mısır Ordusu oluşturmaya çalışmaktadır. Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri bu nedenle Libya’daki cihatçı gruplara karşı  Ağustos’ta iki hava saldırısı düzenledi ve ABD tarafından uyarıldı. 25 Ağustos tarihli New York  Times da bu bilgileri kısmen doğrulamaktadır.

***

Galiba Chomsky’nin hakkı var. Uygarlığın harcında yer alan bütün pozitif normların, değerlerin utanmazca çiğnendiği; bu harca karışmış tüm pisliklerin ortaya çıktığı; kaderlerimize hükmettiği bir dönemdeyiz. “İnsan insanın kurdu” olmakta; “kıyamet alametleri” artmaktadır.

Peki direnenler? Bu yazının karanlık coğrafyasına, Ortadoğu’ya, Türkiye’ye bakalım. Emperyalizme, sömürüye karşı, programı ve kadroları bakımından birçoğu laik; bazen de sosyalist öğeler içeren direnme hareketleri yerine, Katar, Suudi, bazen İran devletlerinin parasıyla, silahıyla “sözde düşmanlara, ötekilere” cihat açan mezheplerin, tarikatların, güruhların vurucu güçleri öne çıktı.

Laik, ilerici Filistin Kurtuluş Hareketi’ne katılan, can veren Türkiyeli devrimciler ilk dönemin; kelle kesmek üzere Suriye’de IŞİD’le buluşanlar ikinci dönemin Türkiye’deki simgeleri olarak düşünülebilir.


No comments:

Post a Comment