Hardy’nin
Tess’ini anımsatan Mary, para karşılığında bir paket gibi satılmış, ailesi
tarafından umursanmamış bir çiftlik kızı. Pek çok kez ?başka bir seçeneğim yok,
değil mi?? diyerek yaşadıklarını sorgulama durumunda olsa da, ne yazık ki feci
sona gelmeden bir seçim yapma şansını yakalayamıyor. Mary, bu kitabı kendi
elleriyle yazarken noktalamalarda, imlalarda hatalar yapmış olsa da,
içtenliğiyle gerçeği gün yüzüne çıkarıp özgürlüğüne kavuşma peşindedir. “Bu son
cümleyi bitirip her harfin sonunda biriken mürekkebi kurutacağım. Ve sonra
özgür olacağım.” derken kaybetmiş olduğunu sandığımız masumiyetinin peşinden
gidiyor.
1830
İngiltere’sinden, Thomas Hardy’nin pastoral manzaralarına benzer bir sahne. On
beş yaşındaki Mary, doğuştan sakat olan bir bacağını sürükleyerek inek sağmaya
gidiyor. Kız kardeşleriyle buz gibi bir evde, ekmek peynir yiyerek, gün boyu
tarlada ya da ahırda çalışarak, suspus annesine, paradan ve kızları sabana
koşmaktan başka bir şey düşünmeyen babasına tahammül ederek günlerini geçiriyor.
Derken bir gün kasabanın papazının hasta karısına bakması için evden
gönderiliyor. Biraz sivri dilli olsa da kendini sevdirmeyi başarıyor. Papazın
karısı öldükten sonra, Mary’nin hayatı değişmeye başlıyor. Sonbahar yaprakların
kızıllaştığı, kıvrılıp öldüğü mevsim. İnsan renk değiştiren ilk yaprağı
seçemiyor. Çünkü yaz ve sonbahar usulca geçiyor birbirine. Bir günde
kızıllaşmıyor bütün yapraklar. (s.121)
Masumiyetin
kaybolması, belki de artık bireyin çocuk olmadığının farkına varmasıdır. Güzel,
küçük dünyasının gerçekte pembe bir balon olduğunu, kendisini gerçek hayatta
bir kurtlar sofrasının beklediğini idrak ettiği andır. Yaşam denen telaşenin
içinde debelenip dururken bir gün ansızın düştüğünde, ağrıdığında kalbi, destek
olacak kimseyi bulamazsa yanında o da masum gözlerle bakamaz artık dünyaya.
Yerden kaldırmayanlara, ağrıyan göğsüne bir hançer daha saplayanlara acımaz
bundan sonra.
Papaz
(Bay Graham), masumiyet sembolü gibi duran süt renginde saça sahip Mary’ye
okuma yazma öğretiyor. Ders kitapları, İncil. Papazın gölgesinde kutsal
öğretileri okuyup yazmaya başlıyor. Ve bir gün, okuduğun kelimelerde İncil
kalbini açmanı ve vermen gerektiğini söylüyor, diyen papaza ?ama verecek bir
şeyim kalmadı ki, sahip olduğum her şeyi verdim.? (s.169) sözleriyle karşılık
veriyor. Bu kısacık diyalog sizlere Mary’nin, İncil’in ve papazın himayesinde
neler yaşamış olabileceğini düşünmenize yardımcı olsun. Hardy’nin Tess’ini
anımsatan Mary, para karşılığında bir paket gibi satılmış, ailesi tarafından
umursanmamış bir çiftlik kızı. Pek çok kez başka bir seçeneğim yok, değil mi diyerek
yaşadıklarını sorgulama durumunda olsa da, ne yazık ki feci sona gelmeden bir
seçim yapma şansını yakalayamıyor. Mary, bu kitabı kendi elleriyle yazarken
noktalamalarda, imlalarda hatalar yapmış olsa da, içtenliğiyle gerçeği gün
yüzüne çıkarıp özgürlüğüne kavuşma peşindedir. Bu son cümleyi bitirip her
harfin sonunda biriken mürekkebi kurutacağım. ve sonra özgür olacağım.? (s.187)
derken kaybetmiş olduğunu sandığımız masumiyetinin peşinden gidiyor.
Dostoyevski’nin
“Yaşamakla yaşamamak arasında hiçbir fark kalmadığında özgürlüğüne kavuşur
insan.” sözünü anımsıyorum. Mental bir illüzyon mudur özgürlük? Peki, zihnin
tam olarak özgür olması olanaklı değil mi? Elbette olanaklı. Faşizan, totaliter
siyaset, dini motifler ve otoriteler, teknolojik gelişme saydığımız bizi
yabancılaşmaya iten yenilikler zihinlerimizi biçimlendirmeye ve özgürlüğün
sınırlarını gün be gün daraltmaya çalışıyor. Beklenilenin aksine uygarlıkla
ters orantılı ilerliyor özgürlük. Dogmalarla, kurumsal dinle, ülkemizdeki gibi
demokratik olduğunu iddia edip baskın güç olma misyonunu elden bırakmayan
siyasi erkle zihnimize, yaşamlarımıza saldırılar düzenleniyor. İnsanları
sorumluluğun dayanılmaz ağırlığı, toplum baskısı, korkuları, kaygıları altında
ezmeye çabalıyorlar. Çünkü özgürlük düşmanları tartışmazlar, bağırıp
çağırırlar, yüksek ses tonunun ardına özgür düşüncelerden korktuklarını
saklarlar. Ama bilmedikleri bir şey var: Şarkıyı değil şarkıcıyı, şiiri değil
şairi kafese koyabilirler. Düşüncelere, hislere ve bayrağı elden ele taşıyacak
gönüllere tüm yolları kapatmayı başaramazlar.
Özgür
olmak için kölelikten kurtulmanın yeterli olduğunu düşünüyoruz kimi zaman.
Ancak esas kurtulmamız gereken, bizi kendine tutsak eden şeyler. Gerçek
özgürlük kişinin tüm tutsaklıklardan kurtulmasıdır. Dogmalardan, baskılardan,
bizi biz yapan her şeyimizi elimizden almak için uğraşanlardan kurtulmalıyız.
Özgürlük deyip düşmemiş miydik yola? Saçları süt renginde bir kızın, Mary’nin
tüm tutsaklıklardan “Niye erkek çocuğum yok?” diye dövünen babasından, kadını
tenden öte görmeyen anlayıştan, dindar kisvesi altında ahlaksız ve umarsız
davranarak kendine karşı bile dürüst olamayan Bay Graham’dan – kurtuluşunu
dinliyorum şu an.
Öznur
Özkaya
http://ilerihaber.org/,10-09-2014
No comments:
Post a Comment