Sunday, 28 September 2014

Süt Rengi: Özgürlük deyip düşmek lazım yollara

Hardy’nin Tess’ini anımsatan Mary, para karşılığında bir paket gibi satılmış, ailesi tarafından umursanmamış bir çiftlik kızı. Pek çok kez ?başka bir seçeneğim yok, değil mi?? diyerek yaşadıklarını sorgulama durumunda olsa da, ne yazık ki feci sona gelmeden bir seçim yapma şansını yakalayamıyor. Mary, bu kitabı kendi elleriyle yazarken noktalamalarda, imlalarda hatalar yapmış olsa da, içtenliğiyle gerçeği gün yüzüne çıkarıp özgürlüğüne kavuşma peşindedir. “Bu son cümleyi bitirip her harfin sonunda biriken mürekkebi kurutacağım. Ve sonra özgür olacağım.” derken kaybetmiş olduğunu sandığımız masumiyetinin peşinden gidiyor.

1830 İngiltere’sinden, Thomas Hardy’nin pastoral manzaralarına benzer bir sahne. On beş yaşındaki Mary, doğuştan sakat olan bir bacağını sürükleyerek inek sağmaya gidiyor. Kız kardeşleriyle buz gibi bir evde, ekmek peynir yiyerek, gün boyu tarlada ya da ahırda çalışarak, suspus annesine, paradan ve kızları sabana koşmaktan başka bir şey düşünmeyen babasına tahammül ederek günlerini geçiriyor. Derken bir gün kasabanın papazının hasta karısına bakması için evden gönderiliyor. Biraz sivri dilli olsa da kendini sevdirmeyi başarıyor. Papazın karısı öldükten sonra, Mary’nin hayatı değişmeye başlıyor. Sonbahar yaprakların kızıllaştığı, kıvrılıp öldüğü mevsim. İnsan renk değiştiren ilk yaprağı seçemiyor. Çünkü yaz ve sonbahar usulca geçiyor birbirine. Bir günde kızıllaşmıyor bütün yapraklar. (s.121)

Masumiyetin kaybolması, belki de artık bireyin çocuk olmadığının farkına varmasıdır. Güzel, küçük dünyasının gerçekte pembe bir balon olduğunu, kendisini gerçek hayatta bir kurtlar sofrasının beklediğini idrak ettiği andır. Yaşam denen telaşenin içinde debelenip dururken bir gün ansızın düştüğünde, ağrıdığında kalbi, destek olacak kimseyi bulamazsa yanında o da masum gözlerle bakamaz artık dünyaya. Yerden kaldırmayanlara, ağrıyan göğsüne bir hançer daha saplayanlara acımaz bundan sonra.

Papaz (Bay Graham), masumiyet sembolü gibi duran süt renginde saça sahip Mary’ye okuma yazma öğretiyor. Ders kitapları, İncil. Papazın gölgesinde kutsal öğretileri okuyup yazmaya başlıyor. Ve bir gün, okuduğun kelimelerde İncil kalbini açmanı ve vermen gerektiğini söylüyor, diyen papaza ?ama verecek bir şeyim kalmadı ki, sahip olduğum her şeyi verdim.? (s.169) sözleriyle karşılık veriyor. Bu kısacık diyalog sizlere Mary’nin, İncil’in ve papazın himayesinde neler yaşamış olabileceğini düşünmenize yardımcı olsun. Hardy’nin Tess’ini anımsatan Mary, para karşılığında bir paket gibi satılmış, ailesi tarafından umursanmamış bir çiftlik kızı. Pek çok kez başka bir seçeneğim yok, değil mi diyerek yaşadıklarını sorgulama durumunda olsa da, ne yazık ki feci sona gelmeden bir seçim yapma şansını yakalayamıyor. Mary, bu kitabı kendi elleriyle yazarken noktalamalarda, imlalarda hatalar yapmış olsa da, içtenliğiyle gerçeği gün yüzüne çıkarıp özgürlüğüne kavuşma peşindedir. Bu son cümleyi bitirip her harfin sonunda biriken mürekkebi kurutacağım. ve sonra özgür olacağım.? (s.187) derken kaybetmiş olduğunu sandığımız masumiyetinin peşinden gidiyor.

Dostoyevski’nin “Yaşamakla yaşamamak arasında hiçbir fark kalmadığında özgürlüğüne kavuşur insan.” sözünü anımsıyorum. Mental bir illüzyon mudur özgürlük? Peki, zihnin tam olarak özgür olması olanaklı değil mi? Elbette olanaklı. Faşizan, totaliter siyaset, dini motifler ve otoriteler, teknolojik gelişme saydığımız bizi yabancılaşmaya iten yenilikler zihinlerimizi biçimlendirmeye ve özgürlüğün sınırlarını gün be gün daraltmaya çalışıyor. Beklenilenin aksine uygarlıkla ters orantılı ilerliyor özgürlük. Dogmalarla, kurumsal dinle, ülkemizdeki gibi demokratik olduğunu iddia edip baskın güç olma misyonunu elden bırakmayan siyasi erkle zihnimize, yaşamlarımıza saldırılar düzenleniyor. İnsanları sorumluluğun dayanılmaz ağırlığı, toplum baskısı, korkuları, kaygıları altında ezmeye çabalıyorlar. Çünkü özgürlük düşmanları tartışmazlar, bağırıp çağırırlar, yüksek ses tonunun ardına özgür düşüncelerden korktuklarını saklarlar. Ama bilmedikleri bir şey var: Şarkıyı değil şarkıcıyı, şiiri değil şairi kafese koyabilirler. Düşüncelere, hislere ve bayrağı elden ele taşıyacak gönüllere tüm yolları kapatmayı başaramazlar.

Özgür olmak için kölelikten kurtulmanın yeterli olduğunu düşünüyoruz kimi zaman. Ancak esas kurtulmamız gereken, bizi kendine tutsak eden şeyler. Gerçek özgürlük kişinin tüm tutsaklıklardan kurtulmasıdır. Dogmalardan, baskılardan, bizi biz yapan her şeyimizi elimizden almak için uğraşanlardan kurtulmalıyız. Özgürlük deyip düşmemiş miydik yola? Saçları süt renginde bir kızın, Mary’nin tüm tutsaklıklardan “Niye erkek çocuğum yok?” diye dövünen babasından, kadını tenden öte görmeyen anlayıştan, dindar kisvesi altında ahlaksız ve umarsız davranarak kendine karşı bile dürüst olamayan Bay Graham’dan – kurtuluşunu dinliyorum şu an.

Öznur Özkaya

http://ilerihaber.org/,10-09-2014

No comments:

Post a Comment