Vladimir
Kush
XVII.
yüzyıl matematik çağı, XIII. yüzyıl fizik çağı, XX. yüzyılımız korku çağıdır.
Diyeceksiniz ki korku bir bilim değildir. Ama, bu korkuda bilimin payı var.
Çünkü bu kuramsal alandaki son gelişmeleri onu kendi kendini yadsımaya götürdü;
pratik alandaki gelişmeleri ise bütün dünyayı yok edebilecek duruma geldi.
Üstelik, korku bir bilim sayılmasa bile, onun bir teknik olduğu su götürmez.
Yaşadığımız
dünyada en çok göze çarpan şey, çoğu insanların, her çeşit inanç sahipleri
dışında, gelecekten yoksun olmalarıdır. Geleceğe el atmayan, gelişme, iyileşme
umudu olmayan bir yaşamın ne değeri olabilir? Aşılmaz bir duvarın önünde
yaşamak köpekçe yaşamaktır. Doğrusunu isterseniz, benim kuşağımdakiler ve bugün
atölyelere ve fakültelere girenler köpekçe yaşamış ve yaşamaktadırlar.
İnsanların
geleceğe kapalı yaşamaları ilk kez bugün olmuyor elbet. Ama, insanlar eskiden
konuşarak, bağrışarak bu duvarı aşarlardı. Kendilerine umut veren değerleri
yardıma çağırırlardı. Bugün kimse konuşmuyor (eski söylediklerini
yineleyenlerden başka), çünkü, dünyayı sürükleyen kör ve sağır güçler,
öğütleri, haber vermeleri, yalvarıp yakarmaları dinleyeceğe benzemiyor. Şu son
yıllarda gördüklerimiz bizde bir şeyi kırdı. Bu şey insanın güvenidir; o güven
ki, insanlığın dilini konuştuk mu, bir başkasından insanca karşılık
göreceğimize inandırdı bizi. Gözlerimizin önünde yalan söylediler, insanı
küçülttüler, öldürdüler, sürdüler, işkencelere soktular. Ve hiç bir kez bunu
yapanlar, yaptıklarının kötü olduğuna inandırılamadı. Çünkü, kendilerine
güveniyorlardı. Çünkü, soyut bir kafa, yani bir ideolojinin adamı başka bir
şeye inandırılamaz.
İnsanlar
arasında sürüp gelen uzun diyalog bitti. İnandırılamayan adamdan elbette
korkulur.
Bu
korku ile hesaplaşmak için onun ne demek istediğini, neden kaçtığını bilmek gerekir.
Onun demek istediği de kaçtığı da aynı şeydir; Öldürmenin haklı görüldüğü,
insan yaşamını hiçe sayıldığı bir dünya. İşte, günümüzün başlıca siyasal sorunu
budur. Öteki sorulara geçmezden önce, bunu karşısında tutumumuzu açık
kılmalıyız. Hiçbir şeyi kurmaya başlamadan önce şu iki soru üzerinde
durmalıyız: doğrudan doğruya ya da dolayısıyla öldürülmek ya da işkence görmek
ister misiniz, istemez misiniz? Doğrudan doğruya ya da dolayısıyla başkasını
öldürmek ya da işkenceye sokmak ister misiniz, istemez misiniz? Bu sorulara
hayır diyenlerin hepsi ister istemez davranışlarını değiştirecek bir sürü
sonuçlara sürükleneceklerdir. Ben bu sonuçlardan bir kaçı üzerinde durmak
istiyorum. Bu arada iyi niyetli okuyucum, kendi kendine aynı şeyi sorsun ve
karşılığının versin.
No comments:
Post a Comment