Wednesday, 17 September 2014

Parçalanmış hayatlara ağıt

Boncuk Oyunu -  Hermann Hesse 

Herman Hesse, 1946 yılında verilen Nobel Ödülü'ne rağmen Avrupa'da çok tanınan bir yazar değildi, ama Nobel ödülünün kesinlikli bir değer ölçütü kabul edildiği ve önemsendiği o dönemde pek çok kitabı Türkçeye çevrilmiş ve okuyucu bulmuştu. Avrupa ve Amerika'da ise Budizm ve Zen Budizm felsefelerinin 1960'lardan sonra yaygınlaşmasıyla yeniden keşfedildi. Kitaplarının toplam satışı yüz milyona ulaştı.

Ne var ki geç gelen zaferini kutlayacak kadar  ömrü kalmamıştı Hesse'in, 1962'de İsviçre'nin Montagnola kasabasında öldü.

Herman Hesse, Almanya'da -daha sonra I. Dünya Savaşı'na neden olacak- ırkçılıkla karışmış bağnazlığın yükseldiği ve başta eğitim olmak üzere toplumun her kurumuna nüfuz ettiği yıllarda (1877'de) doğmuştu, ailesinin ve çevresinin bütün baskılarına rağmen ilahiyat okulunu terkedip önce kitapçılık yaptı, ardından yazarlığa başladı.

Böyle bir atmosferde yazılacak konu sayısı kısıtlıydı elbette; Almanya'daki militarist ve milliyetçi hareketlerin yaygınlaşması üzerine İsviçre'ye yerleşti. Ancak Avrupa'yı saran savaş dalgasından kaçmak, kurtulmak anlamına gelmiyordu. Hesse, ağır bir bunalım geçirdi ve psikanaliz tedavisi gördü. Romanlarından yansıyan ruhsal tahlil zenginliğini biraz da bu hastalık dönemine borçludur. Hindistan'a yaptığı yolculukta tanıştığı ve çok etkilendiği Doğu kültürünü Jung'un psikanalizi ile -Avrupa'nın şiddet atmosferinde- birleştiren Hesse, uygarlığın yıkıcı etkileri ile başedebilmek için, kişinin özbenliğini geliştirmesine yönelik bir dünya görüşüne bağlanarak metinlerinde Doğu'nun gizemciliğini zaman zaman mistisizme varan bir biçimde işledi.

İnşa edilen kişilik
Geçtiğimiz günlerde yayımlanan romanlarından 'Boncuk Oyunu', Herman Hesse'in yazarlık kariyerinde ayrıcalıklı bir yerdedir. 1943 tarihli bu romanını II. Dünya Savaşı sürerken yazan Hesse, simgesel bir dille de olsa totaliter bir iktidarın insanlığın geleceğini nasıl bir karabasana çevireceğini anlatmayı ve aydın kesimin olup bitenler karşısındaki duyarsızlığını eleştirmeyi amaçlamıştır. En parlak ürünleri Goethe tarafından verilen Bildungsroman türünde yazılan 'Boncuk Oyunu', günümüzden çok sonraki bir zaman diliminde yaşayan büyük boncuk ustası Joseph Knecht'in hayali yaşamöyküsü üzerine kurulu. Alman edebiyatına özgü bir tür olan Bildungsroman'larda, adından da anlaşılacağı gibi maddi ve manevi anlamda bir kişilik inşası, bireyin aydınlanma, kültürlenme süreci anlatılır. Ne var ki Herman Hesse'in kahramanı Knecht ile Goethe'nin William Meister'in kişilik inşaları farklıdır birbirinden. Knecht'in gelişimindeki her aşama, içinde yaşadığı toplumun us'u fetişleştiren, elitist ama amaçsız dünyasından bir kopuşun habercisidir. Çocukluk çağında girdiği Kastalian tarikatında dış dünyadan bütünüyle kopuk olarak yetişen ve eğitilen Knecht, yetenekleri sayesinde bir tür ermişlik payesi olan 'magister ludi' seviyesine dek yükselir. Ancak sadece bir oyun ustası değildir o; oyunun iç mantığını da sorgulayacak, oyunun ruhuna asıl uygun olanın dış dünya ile bir senteze varmak olduğunun farkına varacak ve düşündüğünü kendi hayatına geçirecek bir aydındır aynı zamanda.

Hesse'in kendine kapalı bir amaca dönüşen entelektüel etkinliği simgelemek için tasarladığı bu karmaşık oyun, yani boncuk oyunu, pek çok bilim ve sanat dalının, ama hepsinden çok matematik ve müziğin çıkar gözetmeksizin biraraya getirilmesine dayalıdır. Bu aynı zamanda bireysel bir doyumun, yaşanılan kültürün giderek insansızlaşmasının ironik bir tasviridir (Hesse'in romanından sonra Almanya'da somut bir amacı olmayan düşünsel, sanatsal ve edebi faaliyetlerin 'Boncuk Oyunu' anlamına gelen 'Glasperlenspier' sözcüğü ile anıldığını da eklemeliyim). İngiliz İlim Akademisi'nin, Lagoda Yüksek İlimler Akademisi'ndeki anlamsız teorik çalışmalar aracılığıyla hicvedildiği Swift'in 'Gulliver'in Gezileri'ndekine benzer bir ironiyle, hem kilise kurallarının hem de akademik hiyerarşinin var olduğu hayali Kastalya'sında kilise ile akademiyi bir çatı altında toplamış, geleceğin dinini işaret etmiştir Hesse.

Joseph Knecht'in kişiliğini daha net görmemizi sağlamak için romana kattığı iki öğrenci tipinden Tegularis, Kastalya kurallarına sıkı sıkıya bağlı muhafazakar bir genç, Designori ise tarikata dışarıdan gelen, varlıklı bir ailesi ve dış dünyada bir geleceği olan biri. Ancak her ikisi de seçtikleri hayatı tek boyutuyla yaşayabiliyorlar. İşte Knecht üzerinden bu tek yanlı hayatı aşmaya çabalıyor yazar; tıpkı duygu ve akıl, doğu ve batı çiftlerindeki tek yanlılıkları açmayı düşlediği gibi.

Geçmişten bugüne eleştiri
'Boncuk Oyunu', oldukça hacimli, geleceğe taşınan kurgusunda yazıldığı dönemin pek çok akıl ve duygu dışı görüntüsünü simgelerle yansıtan ve bu nedenle kısa bir yazı içerisinde bütün öğeleri ile incelenmesi zor bir roman. Üstelik günümüzden yaklaşık altmış yıl önce yazılmasına rağmen, ele aldığı temaları evrenselleştirmedeki başarısıyla güncelliğini de koruyor hâlâ. Biçimsel anlamda ise bugünün postmodern metinlerine benzer bir kurgusu var. Mesela anlatıcı, geçmişi hayali bir tarihçinin Plinius Ziegennhalss'ın metnine dayandırıyor.
Ancak bana göre günümüze kadar uzanan en çarpıcı eleştiriyi medyaya yöneltmiş. Herman Hesse, gelecekte bireyselliğin kamusallık adına reddedilerek 'saf' bilginin ve klasizmin yüceltilmesinin nedenini, hayali bir geçmişte yaşanan- 'föyton çağı'na bağlıyor: "Bu çağ us gücünden gereği gibi yararlanmasını bilememiş, daha doğrusu yaşamda ve devlet ekonomisinde us'u kendisine uygun bir yer ve işlevle donatmayı başaramamıştır. Föytonler günlük basın malzemesinin pek sevilen bir bölümüydü, milyonlarca sayıda üretilip kültür edinme gereksinimini duyan okuyucuların başlıca besinini oluşturmakta, bilim kapsamına giren binlerce konudan haber vermekte, daha doğrusu bu konularda 'boşboğazlık etmekteydi'. Ve anlaşıldığına göre föyton yazarlarının akıllıları kendi çalışmalarını alaya almaktaydı. Seri halinde ele alınan bu yazılar bir sürü alayı ve yazarlarının kendi kendileriyle eğlenmesini içeriyor, bunların anlaşılmasını sağlayacak anahtarın ise ayrıca ele alınması gerekiyordu. Bu oyunsu gevezelikleri kaleme alanların bir bölümü gazetelerin yazı kurullarında çalışanlar, bir bölümü de 'serbest' yazarlar, hatta çokluk şair diye nitelenen kişilerdi".

Biz neyi hayal edelim?
İki dünya savaşı görmüş, savaşın yıkımını yaşamış biriydi Herman Hesse. Bu nedenle Nazizm’in gelişmesini engelleyecek bir güç olarak gördüğü aydınların umursamazlığına öfkeliydi. 'Föyton Çağı' tasviri de 1930'ların kültürel iklimini canlandırıyordu aslında; "Burada yadırgatıcı olan şey, bunları her tanrının günü yiyip yutarcasına okuyan insanların varlığından çok, isim ve paye sahibi, iyi eğitim görmüş yazarların kof ilginçliklerin pek geniş kapsamlı tüketimine, 'tüketelim' parolasıyla ön ayak olmasıdır. Ne var ki bu insanlar hiç de kendi halinde çocuklar ya da bir masal dünyasında yaşayan Phaiakia'lılar değillerdi, daha çok politik, ekonomik ve ahlaksal çalkantı ve sarsıntılar ortasında, korkuyla yaşamını sürdüren kimselerdi, bir sürü savaşa girip çıkmış, pek çok iç savaşa katılmışlardı; kültür sahibi olmaya yönelik oyunları yalnızca sevimli, anlamsız çocukluklar değildi, söz konusu oyunlar, gözlerini kapayıp çözüme kavuşturulamamış sorunlardan ve kıyametin kopacağına ilişkin korkulu önsezilerden kaçıp olabildiğince masum bir hayaller dünyasına sığınmak gibi güçlü bir gereksinimi karşılıyordu".

Internet tutkumuz 'Boncuk Oyunu'na, medya dünyamız  'Föyton Çağı'na benzemiyor mu biraz?  Herman Hesse, parçalanmış hayatı doğunun mistisizminin birleştireceğini düşlemişti, 'doğu'nun ötekileştirildiği yekpare bir dünyada peki ya biz neyi hayal edeceğiz?

A.Ömer Türkeş
Çeviren: Kamuran Şipal, YKY, 2002, 553 sayfa,




No comments:

Post a Comment