Boncuk Oyunu
- Hermann Hesse
Herman Hesse,
1946 yılında verilen Nobel Ödülü'ne rağmen Avrupa'da çok tanınan bir yazar
değildi, ama Nobel ödülünün kesinlikli bir değer ölçütü kabul edildiği ve
önemsendiği o dönemde pek çok kitabı Türkçeye çevrilmiş ve okuyucu bulmuştu.
Avrupa ve Amerika'da ise Budizm ve Zen Budizm felsefelerinin 1960'lardan sonra
yaygınlaşmasıyla yeniden keşfedildi. Kitaplarının toplam satışı yüz milyona
ulaştı.
Ne var ki geç
gelen zaferini kutlayacak kadar ömrü
kalmamıştı Hesse'in, 1962'de İsviçre'nin Montagnola kasabasında öldü.
Herman Hesse,
Almanya'da -daha sonra I. Dünya Savaşı'na neden olacak- ırkçılıkla karışmış
bağnazlığın yükseldiği ve başta eğitim olmak üzere toplumun her kurumuna nüfuz
ettiği yıllarda (1877'de) doğmuştu, ailesinin ve çevresinin bütün baskılarına
rağmen ilahiyat okulunu terkedip önce kitapçılık yaptı, ardından yazarlığa
başladı.
Böyle bir
atmosferde yazılacak konu sayısı kısıtlıydı elbette; Almanya'daki militarist ve
milliyetçi hareketlerin yaygınlaşması üzerine İsviçre'ye yerleşti. Ancak Avrupa'yı
saran savaş dalgasından kaçmak, kurtulmak anlamına gelmiyordu. Hesse, ağır bir
bunalım geçirdi ve psikanaliz tedavisi gördü. Romanlarından yansıyan ruhsal
tahlil zenginliğini biraz da bu hastalık dönemine borçludur. Hindistan'a
yaptığı yolculukta tanıştığı ve çok etkilendiği Doğu kültürünü Jung'un
psikanalizi ile -Avrupa'nın şiddet atmosferinde- birleştiren Hesse, uygarlığın
yıkıcı etkileri ile başedebilmek için, kişinin özbenliğini geliştirmesine
yönelik bir dünya görüşüne bağlanarak metinlerinde Doğu'nun gizemciliğini zaman
zaman mistisizme varan bir biçimde işledi.
İnşa edilen kişilik
Geçtiğimiz
günlerde yayımlanan romanlarından 'Boncuk Oyunu', Herman Hesse'in yazarlık
kariyerinde ayrıcalıklı bir yerdedir. 1943 tarihli bu romanını II. Dünya Savaşı
sürerken yazan Hesse, simgesel bir dille de olsa totaliter bir iktidarın
insanlığın geleceğini nasıl bir karabasana çevireceğini anlatmayı ve aydın
kesimin olup bitenler karşısındaki duyarsızlığını eleştirmeyi amaçlamıştır. En
parlak ürünleri Goethe tarafından verilen Bildungsroman türünde yazılan 'Boncuk
Oyunu', günümüzden çok sonraki bir zaman diliminde yaşayan büyük boncuk ustası
Joseph Knecht'in hayali yaşamöyküsü üzerine kurulu. Alman edebiyatına özgü bir
tür olan Bildungsroman'larda, adından da anlaşılacağı gibi maddi ve manevi
anlamda bir kişilik inşası, bireyin aydınlanma, kültürlenme süreci anlatılır.
Ne var ki Herman Hesse'in kahramanı Knecht ile Goethe'nin William Meister'in
kişilik inşaları farklıdır birbirinden. Knecht'in gelişimindeki her aşama,
içinde yaşadığı toplumun us'u fetişleştiren, elitist ama amaçsız dünyasından
bir kopuşun habercisidir. Çocukluk çağında girdiği Kastalian tarikatında dış
dünyadan bütünüyle kopuk olarak yetişen ve eğitilen Knecht, yetenekleri
sayesinde bir tür ermişlik payesi olan 'magister ludi' seviyesine dek yükselir.
Ancak sadece bir oyun ustası değildir o; oyunun iç mantığını da sorgulayacak,
oyunun ruhuna asıl uygun olanın dış dünya ile bir senteze varmak olduğunun
farkına varacak ve düşündüğünü kendi hayatına geçirecek bir aydındır aynı
zamanda.
Hesse'in
kendine kapalı bir amaca dönüşen entelektüel etkinliği simgelemek için
tasarladığı bu karmaşık oyun, yani boncuk oyunu, pek çok bilim ve sanat
dalının, ama hepsinden çok matematik ve müziğin çıkar gözetmeksizin biraraya
getirilmesine dayalıdır. Bu aynı zamanda bireysel bir doyumun, yaşanılan
kültürün giderek insansızlaşmasının ironik bir tasviridir (Hesse'in romanından
sonra Almanya'da somut bir amacı olmayan düşünsel, sanatsal ve edebi
faaliyetlerin 'Boncuk Oyunu' anlamına gelen 'Glasperlenspier' sözcüğü ile
anıldığını da eklemeliyim). İngiliz İlim Akademisi'nin, Lagoda Yüksek İlimler
Akademisi'ndeki anlamsız teorik çalışmalar aracılığıyla hicvedildiği Swift'in 'Gulliver'in
Gezileri'ndekine benzer bir ironiyle, hem kilise kurallarının hem de akademik
hiyerarşinin var olduğu hayali Kastalya'sında kilise ile akademiyi bir çatı
altında toplamış, geleceğin dinini işaret etmiştir Hesse.
Joseph
Knecht'in kişiliğini daha net görmemizi sağlamak için romana kattığı iki
öğrenci tipinden Tegularis, Kastalya kurallarına sıkı sıkıya bağlı muhafazakar
bir genç, Designori ise tarikata dışarıdan gelen, varlıklı bir ailesi ve dış
dünyada bir geleceği olan biri. Ancak her ikisi de seçtikleri hayatı tek
boyutuyla yaşayabiliyorlar. İşte Knecht üzerinden bu tek yanlı hayatı aşmaya
çabalıyor yazar; tıpkı duygu ve akıl, doğu ve batı çiftlerindeki tek
yanlılıkları açmayı düşlediği gibi.
Geçmişten bugüne eleştiri
'Boncuk
Oyunu', oldukça hacimli, geleceğe taşınan kurgusunda yazıldığı dönemin pek çok
akıl ve duygu dışı görüntüsünü simgelerle yansıtan ve bu nedenle kısa bir yazı
içerisinde bütün öğeleri ile incelenmesi zor bir roman. Üstelik günümüzden
yaklaşık altmış yıl önce yazılmasına rağmen, ele aldığı temaları
evrenselleştirmedeki başarısıyla güncelliğini de koruyor hâlâ. Biçimsel anlamda
ise bugünün postmodern metinlerine benzer bir kurgusu var. Mesela anlatıcı,
geçmişi hayali bir tarihçinin Plinius Ziegennhalss'ın metnine dayandırıyor.
Ancak bana
göre günümüze kadar uzanan en çarpıcı eleştiriyi medyaya yöneltmiş. Herman
Hesse, gelecekte bireyselliğin kamusallık adına reddedilerek 'saf' bilginin ve
klasizmin yüceltilmesinin nedenini, hayali bir geçmişte yaşanan- 'föyton
çağı'na bağlıyor: "Bu çağ us gücünden gereği gibi yararlanmasını
bilememiş, daha doğrusu yaşamda ve devlet ekonomisinde us'u kendisine uygun bir
yer ve işlevle donatmayı başaramamıştır. Föytonler günlük basın malzemesinin
pek sevilen bir bölümüydü, milyonlarca sayıda üretilip kültür edinme
gereksinimini duyan okuyucuların başlıca besinini oluşturmakta, bilim kapsamına
giren binlerce konudan haber vermekte, daha doğrusu bu konularda 'boşboğazlık etmekteydi'.
Ve anlaşıldığına göre föyton yazarlarının akıllıları kendi çalışmalarını alaya
almaktaydı. Seri halinde ele alınan bu yazılar bir sürü alayı ve yazarlarının
kendi kendileriyle eğlenmesini içeriyor, bunların anlaşılmasını sağlayacak
anahtarın ise ayrıca ele alınması gerekiyordu. Bu oyunsu gevezelikleri kaleme
alanların bir bölümü gazetelerin yazı kurullarında çalışanlar, bir bölümü de
'serbest' yazarlar, hatta çokluk şair diye nitelenen kişilerdi".
Biz neyi hayal edelim?
İki dünya
savaşı görmüş, savaşın yıkımını yaşamış biriydi Herman Hesse. Bu nedenle Nazizm’in
gelişmesini engelleyecek bir güç olarak gördüğü aydınların umursamazlığına
öfkeliydi. 'Föyton Çağı' tasviri de 1930'ların kültürel iklimini
canlandırıyordu aslında; "Burada yadırgatıcı olan şey, bunları her
tanrının günü yiyip yutarcasına okuyan insanların varlığından çok, isim ve paye
sahibi, iyi eğitim görmüş yazarların kof ilginçliklerin pek geniş kapsamlı
tüketimine, 'tüketelim' parolasıyla ön ayak olmasıdır. Ne var ki bu insanlar
hiç de kendi halinde çocuklar ya da bir masal dünyasında yaşayan Phaiakia'lılar
değillerdi, daha çok politik, ekonomik ve ahlaksal çalkantı ve sarsıntılar
ortasında, korkuyla yaşamını sürdüren kimselerdi, bir sürü savaşa girip çıkmış,
pek çok iç savaşa katılmışlardı; kültür sahibi olmaya yönelik oyunları yalnızca
sevimli, anlamsız çocukluklar değildi, söz konusu oyunlar, gözlerini kapayıp
çözüme kavuşturulamamış sorunlardan ve kıyametin kopacağına ilişkin korkulu
önsezilerden kaçıp olabildiğince masum bir hayaller dünyasına sığınmak gibi
güçlü bir gereksinimi karşılıyordu".
Internet
tutkumuz 'Boncuk Oyunu'na, medya dünyamız
'Föyton Çağı'na benzemiyor mu biraz?
Herman Hesse, parçalanmış hayatı doğunun mistisizminin birleştireceğini
düşlemişti, 'doğu'nun ötekileştirildiği yekpare bir dünyada peki ya biz neyi
hayal edeceğiz?
A.Ömer Türkeş
Çeviren:
Kamuran Şipal, YKY, 2002, 553 sayfa,
No comments:
Post a Comment