Saturday, 27 September 2014

“KULLANILIP ATILANLAR”: KÜRESEL EKONOMİDE YENİ KÖLELİK ÜZERİNE BİRKAÇ NOT


İnsan türüne ait kişilerin bin bir çeşit hali var. Kevin Bales kitabında, bu hallerden kötü olanını ortaya koymuş. Her zaman iyi hallerde olunamayacağı bilinci ile bile isteye kötü olmayı istemediğimiz hallerde olmak umut edilebilir. Kitaba, kitabın anlattıklarına, çerçevesinden taşanlara bir göz atalım:

Kitabın en değerli kısmı olan “Köleliğe Son Vermek İçin Yapabileceğiniz Beş Şey” bölümünden hareketle “Rugmark” üzerine ufak çaplı bir araştırma yaptım. Asıl bulmak istediğim Rugmark işaretinin bilincinde olan üreticilerdi, Türkiye için internet üzerinden herhangi bir bilgiye ulaşmam mümkün olmadı, bunun üzerine genel bir bilgi vermek ve “Rugmark” paragrafı açmak istedim.


Gülümseyen bir yüz: Rugmark
Üzerinde gülümseyen bir yüz olan Rugmark işareti, halıların çocuk emeği kullanılmadan üretilmesini destekleyen, bunu yaygınlaştırmaya çalışan, yeni ve yaratıcı bir inisiyatifin simgesi. Rugmark Vakfı, 1994 yılında Hindistan’da kuruldu ve daha sonra çalışmalarını Nepal’de sürdürdü.

Program dünyadaki çocuk emeği kullanımının dörtte birinin gerçekleştiği ve yaklaşık 55 milyon çocuğun sağlıklarını, büyümelerini ve yaşamlarını etkileyen ağır endüstri koşulları altında çalıştırıldığı Hindistan’da başladı.

Bu endüstrilerden biri, yaklaşık 200 bin çocuğun uzun çalışma saatlerine tabi olduğu ve günde sadece bir öğün yemek aldığı, el yapımı halı dokuma endüstrisiydi.

Hindistan, dünyaya 150 milyon dolar değerinde elde dokunan halı ihracatı yapıyor. Hindistan’da üretilen el yapımı halılarla dış pazarda elde edilen gelirin üçte ikisi Almanya ve Amerika Birleşik Devletleri’nden (ABD) sağlanıyor. Halı ihracatındaki büyüme, çocuk emeği kullanılarak maliyetin azaltılmasıyla karşılaştırıldığında Hindistan’daki halı atölyelerinde çocukların çalıştırılmasındaki artışın nedeni de ortaya çıkmış oluyor.

Rugmark etiketini almak gönüllülük esasına dayanır. Başvuran işletmeye vakıf tarafından denetçiler gönderilmektedir. Etiket, habersiz denetimlerden sonra verilmektedir. Daha sonra, işletmeler düzenli aralıklarla denetlenmekte, çocuk işgücü kullandığı tespit edilenlerin etiketleri iptal edilmektedir. Bu uygulamanın Güney Asya’da çocuk işgücünün %70 oranında azalmasını sağladığı saptanmıştır. Ayrıca, Vakıf kendine ait okullarda ve rehabilitasyon merkezinde, iki bine yakın çocuğa eğitim hizmeti sunmaktadır.

“Kullanılıp Atılanlar” kitabıyla Kevin Bales, büyük şirketlerin gelişmemiş ülkelerdeki fabrikalarında aşırı düşük maaş ile çalıştırılan işçilerden söz etmiyor. Bales, yasa maskelerinin ardında zincirlere vurulmuş şiddetle köleleştirilmiş insanlardan, gerçek kölelerden söz ediyor.

Kevin Bales, Kullanılıp Atılanlar: Küresel Ekonomide Yeni Kölelik, Çev. Pınar Öğünç, Çitlembik Yayınları, İstanbul, 2002 künyesi ile tanıttığım kitabın arka kapak yazısı böyle çarpıcı bir paragraf barındırıyor. Okurken içinizi burkan, yüzünüzü ekşiten, baştan sonra kendinize ve “özgür, küresel dünya”ya kabalaşarak “Yuh!” dediğiniz bilgileri öğreniyorsunuz kitaptan. Kaldırılan ve bununla gurur duyulan eski köleliğin aslında kalkmadığını, kaldırılmadığını görüyorsunuz; yapılan birkaç önemli başkaldırının ve karşıt insanların- örgütlerin varlığı ile bir nebze de olsa rahatlıyorsunuz; ama bundan öteye gidilememiş gerçeği hep son nokta oluyor.

Bales alana iniyor ve hem köleleştirilenlerle (köleler demek istemiyorum; çünkü onlar aslında köleleştirilenler) hem köleleştirilenlerin “güya” efendileri/sahipleri ile görüşüyor.

Kölelik olgusunun ortadan kalkmadığını zaman içinde form ve içerik değiştirdiğini sık sık vurguluyor Bales ve zaten kitabı tamamladığınızda bunu size kanıtlamış oluyor.

Son ve en önemli vurguyu köleliğin varlığını kabul etmeyenlerin yahut bilmeyenlerin olduğu üzerine yapıyor kitap: “Kölelik mi kaldı?”, “Aa, bu yazdıklarınız gerçekten oluyor muymuş?”

Dünyada ne olup bittiğine dair fikir edinmek için “küreselleşme, küresel ekonomi, sınırların belirsizleştirilmesi, teknolojik ilerleme, bilim çağı, bilgi çağı, gelişme, ekonomik büyüme, tüketim, …” kavramlarını odak alarak bir de bu kitaptan bakmakta fayda var.

Kitap bir saha çalışması ürünü olduğu için anlatımını seçtiği ülkeler üzerinden yapıyor. Buna göre yazarın ülkeler hakkında ortaya koyduğu yeni-eski kölelik etiketlemeleri şöyle: Tayland: yeni kölelik; Moritanya: eski köleliğe daha benzer; Brezilya: yeni kölelik; Pakistan: yeni-eski köleliğin sentezi (feodal işveren-işçi ilişkisi eski kölelikten gelen özellik, modern kapitalizmin geçici ekonomisi yeni kölelikten gelen özellik); Hindistan: eski-yeni kölelik kol kola.



Kitabın ortaya koyduğu kavramlar, tanımlamalar, eski-yeni kölelik ayrımı:

Sadece idare edecek kadar para sahibi olmak, sizi ucu ucuna ayakta tutacak bir maaş için çalışmak, ücret köleliği olarak tanımlanabilir.

Bir kişinin ekonomik sömürü amacıyla bir diğeri üzerinde mutlak bir hakimiyet kurması kölelik olarak tanımlanıyor kitapta.

Köle sahibi, köle kullanan kişi.

Bugün dünya üzerinde 27 milyon kölenin var olduğu tahmin ediliyor yazar tarafından. 27 milyonun aşağı-yukarı 15-20 milyonunu, özellikle Hindistan, Pakistan, Bangladeş ve Nepal’de görülen bağlı emek gücü oluşturuyor. Bağlı emek gücü ya da borç esareti, insanların borç teminatı olarak kendilerini sundukları ya da bir akrabalarından miras olarak borç kaldığı durumlarda ortaya çıkıyor.

Eski köleliğin yeni köleliğe dönüşmesinde iki unsur var:

Birincisi, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından dünya nüfusunun dramatik artışı; ikincisi ise nüfus patlaması ile eş zamanlı gerçekleşen sosyal ve ekonomik değişikliklerin yaşanması.

Kevin Bales, eski- yeni kölelik ayrımını böyle ortaya koyuyor:

Eski kölelik                             Yeni kölelik
Yasal mülkiyet esastır            Yasal mülkiyetten kaçınılır
Yüksek bedeller ödenir          Çok düşük bedeller ödenir
Karlar düşüktür                       Karlar çok yüksektir
Potansiyel köle kıtlığı vardır   Potansiyel köle fazlası vardır
İlişki uzun döneme yayılır       İlişki kısa bir dönem için kurulur
Köleler süreklidir                    Köleler kullanılıp atılır
Etnik farklılıklar önemlidir       Etnik farklılıkların hiçbir önemi yoktur


Eski ve yeni kölelik arasındaki en büyük fark köleler üzerinden elde edilen karın büyüklüğünde ortaya çıkıyor. Köleliğin her türü şiddet üzerine inşa ediliyor. Köleliğin türleri ise şöyle:

Menkul kölelik: Eski tarz köleliğe en fazla benzeyen biçimdir, mülkiyet ilişkisi mevcuttur (Moritanya örneği).

Borç esareti: örneğine en sık rastlanan biçimi (Pakistan ve Hindistan). Bu tarz kölelikte kişi borçlandığı paraya karşılık teminat olarak kendini ortaya koyar. Hizmet ve hizmetin süresi belli değildir ve nedense hiçbir zaman yapılan iş, kazanılan para borcu kapatmaya yetmez.

Sözleşmeli kölelik: Tayland ve Brezilya bu tarz köleliğin yapıldığı ülkelerdendir. Sözde sözleşme ile sözleşmeli işçi sayılan kişi çalışmak için gittiğinde şiddet ile kontrol altına alınır ve hareket özgürlüğü kısıtlanmıştır.

Köleliğin birçok çeşidi devlete karşın varlığını sürdürür, ama savaş köleliği bizzat devlet tarafından ifa edilmesiyle aslında emsalsizdir.

Yeni tanımına göre köle, ihtiyaç duyulduğunda üretim sürecine eklenen, ama artık çok büyük bir anaparaya mal olmayan, tüketilebilir bir parça sadece. Yeni kölelik kamu düzeninin bozulduğu durumlarda oraya çıkıyor diyor yazar.

“Polis çürüdüğünde bir memleketteki her şey çürür.” bu söz ile göz yumulan kötü muameleyi, polisin işe ortak oluşunu, üstelik bunun üzerinden para kazanmasını anlatıyor yazar. Kanunsuzluğun illa bir kaos ortamı olmadığını, illa her an şiddet korkusu ile yaşamak demek olmadığını vurguluyor. Kanunlara dayanan, sözleşme hazırlanan, bizzat kolluk kuvvetlerince sürdürülen, sürdürülmesi sağlanan kölelik var çünkü ortada.

Kölelik en iyi nerede gelişir? Bunun açık bir cevabı var, yoksulluğun olduğu yerde. İnsan hakkı ihlalidir aynı zamanda kölelik. Peki nasıl önlenir? Siyasi irade ve kurbanı koruma yetisi ile.

Tayland’ı ve Tayland’daki durumu anlatırken yazarın dikkat çektiği bir nokta var: Ülkenin kız çocuklarına fahişeliğin ne olduğu sorulduğunda “Bir restoranda Batılı gibi giyinmek.” cevabının alındığı.

Tayland Budizmi’ne göre herkesin bu dünyada acı çekerek ödeyeceği, daha önceki yaşamlarından birikmiş “karmik” bir borcu var.

Brezilya’da yeni köleliğin tanımına çok güzel oturuyor her şey: anonim, geçici, çok kazançlı, hukuki açıdan gizli ve sonuna kadar insafsız…

İnsan hakları ile kar yarışırsa, kar kazanacaktır.

Pakistan:

Borcun babadan çocuklara intikali, borç esareti olarak tanımlanan kölelik türünün en tipik örneği.

Peşgi Sistemi: Kökleri toprak sahibi ile çiftçiler arasındaki feodal ilişkiye dayanan, fakat zaman içinde işçiye avans vermenin onu köleleştirmenin bir yöntemi olarak kullanıldığı bir sistem. Feodalizmin kısa dönem kapitalist üretime dönüşmüş şekli de denebilir bu sisteme.

Köleliğin temel ahlaki çıkmazlarından biri: Açlıktan kıvranarak özgür olmak mı yeğdir, karnı tok ama köle olmak mı?

Hindistan:

Koliya (toprak) sistemi: Bu sistemde işçi hareket özgürlüğünü yitirmenin karşılığında kendi için işleyebileceği küçük bir toprak parçası ve günlük olarak da erzağını alıyor.

Devadasi: Yoksul aileler inandıkları tanrıyı yatıştırmak ve kendileri için mutlu bir geleceği garantileyebilmek adına, kızlarını gözden çıkararak “evlenmelerine” izin veriyorlar. Devadasi, tanrı ile evlenmiş kız oluyor. Tapınağa giden kızın geri dönmesi, boşanması mümkün değil, tapınağı işletenler tarafından fahişeler gibi çalıştırılıyorlar.

Hindistan’daki kast sistemi köleliği doğallaştırıyor aynı zamanda. Alt bir kasttan olan üst kasttan birine hizmet etmek durumunda çünkü.

Kölelik: Doğuştan dışlanmış ve genellikle insanlık hakları elinden alınmış kişilerin, şiddet yoluyla ve sürekli olarak tahakküm altına alınmasıdır.

Köle: Ekonomik sömürü maksadıyla bir kişinin şiddet ya da şiddet tehdidi ile alıkonmasıdır.

Köleliğin iktidar ilişkileri üç yönden ele alınıyor: Birincisi, bir kişinin diğeri üzerindeki tahakkümünde şiddetin ya da şiddet tehdidinin kullanılmasını içeren sosyal yön. İkincisi, başka bir kişinin kendi çıkarları ve kaderini algılayış biçimini değiştirmeye ikna edebilme kapasitesi olan tahakkümün psikolojik yönü. Üçüncüsü ise otoritenin kültürel yönü: Jean Jacques Rouuseau’ya göre güçlü olanın bu sahiplik ilişkisinin devamlılığı için gerekli gördüğü ‘şiddeti bir hakka ve itaati vazifeye dönüştüren vasıtalar’.

 “Aynı cinsten, eşit statüde ve fark gözetmeksizin tabiatın aynı nimetlerinden faydalanan ve aynı becerileri kullanmak için dünyaya gelen mahlukatın, hükmetmeden ve boyun eğmeden eşit bir şekilde yaşamak zorunda olmalarından daha tabii bir şey olamaz.” Jean Jacques Rousseau.

Kişiler ve insan türü olarak Rousseau’nun bu sözünü anlamakla, doğaya yahut insan dışındaki diğer canlılara sadece kendi tarafımızdan bakmamakla dünya üzerini yaşanılabilir yapmak mümkün görünüyor. Kitabın ve yazarın anlattıkları, çözüm önerisi olarak ortaya koydukları “inanılmaz”, “gerçekleştirilemez” şeyler değil.

Ne yapıldığının farkında olmak etrafa bakmaktan ziyade görmeyi, görebildikten sonra da gözetmeyi gerekli kılıyor. Ne alıyoruz, neden satın alıyoruz, gerçekten ihtiyacımız var mı soruları için kendimize verdiğimiz dürüst yanıtlar, modernizmin bizi belirlediği “tüketim” kavramının farkına varmayı ve bunun üzerinden de sömürge yahut köleleştirme üzerinden ortaya konan üretimin farkına varabilmeyi getirecektir.

Sivil toplum kuruluşlarının (üçüncü sektör) ivedilikle işe el atması yahut bizim de bu ve benzer kuruluşlara üye oluşumuz, desteğimiz bahsinin edildiği yeni köleliğin azalmasında ve hatta sonlanmasında rol oynayabilir.

Ayrımcılığın sonucunun –asıl sonucunun- yoksulluk olduğunu, yoksulluğun da getirdiği şeyin karın tokluğuna çalışmak yahut yazarın bahsini ettiği yeni kölelik durumunun ortaya çıkmasına neden olduğunu da görmeliyiz.

Şiddet tehdidi ve şiddetin, yasal düzenlemeler maskesi takmış usulsüzlüklerin farkına varmak, devletin asıl amacının vatandaşına hizmet etmek olduğunu anlamak ve devletten bunu talep etmek, ancak böyle bir devletin veya dünya düzeninin kişileri korumaya muktedir olabileceklerini de aklımızdan çıkarmamalıyız.

“Para” bugün dünyada pek çok şeyin etrafında döndüğü ve kendisine göre şekillendiği “şey”. Bunu insanın bulması ise en büyük çelişki.

No comments:

Post a Comment