İnsan türüne
ait kişilerin bin bir çeşit hali var. Kevin Bales kitabında, bu hallerden kötü
olanını ortaya koymuş. Her zaman iyi hallerde olunamayacağı bilinci ile bile
isteye kötü olmayı istemediğimiz hallerde olmak umut edilebilir. Kitaba,
kitabın anlattıklarına, çerçevesinden taşanlara bir göz atalım:
Kitabın en
değerli kısmı olan “Köleliğe Son Vermek İçin Yapabileceğiniz Beş Şey”
bölümünden hareketle “Rugmark” üzerine ufak çaplı bir araştırma yaptım. Asıl
bulmak istediğim Rugmark işaretinin bilincinde olan üreticilerdi, Türkiye için
internet üzerinden herhangi bir bilgiye ulaşmam mümkün olmadı, bunun üzerine
genel bir bilgi vermek ve “Rugmark” paragrafı açmak istedim.
Gülümseyen
bir yüz: Rugmark
Üzerinde
gülümseyen bir yüz olan Rugmark işareti, halıların çocuk emeği kullanılmadan
üretilmesini destekleyen, bunu yaygınlaştırmaya çalışan, yeni ve yaratıcı bir
inisiyatifin simgesi. Rugmark Vakfı, 1994 yılında Hindistan’da kuruldu ve daha
sonra çalışmalarını Nepal’de sürdürdü.
Program
dünyadaki çocuk emeği kullanımının dörtte birinin gerçekleştiği ve yaklaşık 55
milyon çocuğun sağlıklarını, büyümelerini ve yaşamlarını etkileyen ağır
endüstri koşulları altında çalıştırıldığı Hindistan’da başladı.
Bu
endüstrilerden biri, yaklaşık 200 bin çocuğun uzun çalışma saatlerine tabi
olduğu ve günde sadece bir öğün yemek aldığı, el yapımı halı dokuma
endüstrisiydi.
Hindistan,
dünyaya 150 milyon dolar değerinde elde dokunan halı ihracatı yapıyor.
Hindistan’da üretilen el yapımı halılarla dış pazarda elde edilen gelirin üçte
ikisi Almanya ve Amerika Birleşik Devletleri’nden (ABD) sağlanıyor. Halı
ihracatındaki büyüme, çocuk emeği kullanılarak maliyetin azaltılmasıyla
karşılaştırıldığında Hindistan’daki halı atölyelerinde çocukların
çalıştırılmasındaki artışın nedeni de ortaya çıkmış oluyor.
Rugmark
etiketini almak gönüllülük esasına dayanır. Başvuran işletmeye vakıf tarafından
denetçiler gönderilmektedir. Etiket, habersiz denetimlerden sonra
verilmektedir. Daha sonra, işletmeler düzenli aralıklarla denetlenmekte, çocuk
işgücü kullandığı tespit edilenlerin etiketleri iptal edilmektedir. Bu
uygulamanın Güney Asya’da çocuk işgücünün %70 oranında azalmasını sağladığı
saptanmıştır. Ayrıca, Vakıf kendine ait okullarda ve rehabilitasyon merkezinde,
iki bine yakın çocuğa eğitim hizmeti sunmaktadır.
“Kullanılıp
Atılanlar” kitabıyla Kevin Bales, büyük şirketlerin gelişmemiş ülkelerdeki
fabrikalarında aşırı düşük maaş ile çalıştırılan işçilerden söz etmiyor. Bales,
yasa maskelerinin ardında zincirlere vurulmuş şiddetle köleleştirilmiş
insanlardan, gerçek kölelerden söz ediyor.
Kevin Bales,
Kullanılıp Atılanlar: Küresel Ekonomide Yeni Kölelik, Çev. Pınar Öğünç,
Çitlembik Yayınları, İstanbul, 2002 künyesi ile tanıttığım kitabın arka kapak
yazısı böyle çarpıcı bir paragraf barındırıyor. Okurken içinizi burkan,
yüzünüzü ekşiten, baştan sonra kendinize ve “özgür, küresel dünya”ya
kabalaşarak “Yuh!” dediğiniz bilgileri öğreniyorsunuz kitaptan. Kaldırılan ve
bununla gurur duyulan eski köleliğin aslında kalkmadığını, kaldırılmadığını
görüyorsunuz; yapılan birkaç önemli başkaldırının ve karşıt insanların-
örgütlerin varlığı ile bir nebze de olsa rahatlıyorsunuz; ama bundan öteye
gidilememiş gerçeği hep son nokta oluyor.
Bales alana
iniyor ve hem köleleştirilenlerle (köleler demek istemiyorum; çünkü onlar
aslında köleleştirilenler) hem köleleştirilenlerin “güya” efendileri/sahipleri
ile görüşüyor.
Kölelik
olgusunun ortadan kalkmadığını zaman içinde form ve içerik değiştirdiğini sık
sık vurguluyor Bales ve zaten kitabı tamamladığınızda bunu size kanıtlamış
oluyor.
Son ve en
önemli vurguyu köleliğin varlığını kabul etmeyenlerin yahut bilmeyenlerin
olduğu üzerine yapıyor kitap: “Kölelik mi kaldı?”, “Aa, bu yazdıklarınız
gerçekten oluyor muymuş?”
Dünyada ne
olup bittiğine dair fikir edinmek için “küreselleşme, küresel ekonomi,
sınırların belirsizleştirilmesi, teknolojik ilerleme, bilim çağı, bilgi çağı,
gelişme, ekonomik büyüme, tüketim, …” kavramlarını odak alarak bir de bu
kitaptan bakmakta fayda var.
Kitap bir
saha çalışması ürünü olduğu için anlatımını seçtiği ülkeler üzerinden yapıyor.
Buna göre yazarın ülkeler hakkında ortaya koyduğu yeni-eski kölelik
etiketlemeleri şöyle: Tayland: yeni kölelik; Moritanya: eski köleliğe daha
benzer; Brezilya: yeni kölelik; Pakistan: yeni-eski köleliğin sentezi (feodal
işveren-işçi ilişkisi eski kölelikten gelen özellik, modern kapitalizmin geçici
ekonomisi yeni kölelikten gelen özellik); Hindistan: eski-yeni kölelik kol
kola.
Kitabın
ortaya koyduğu kavramlar, tanımlamalar, eski-yeni kölelik ayrımı:
Sadece idare
edecek kadar para sahibi olmak, sizi ucu ucuna ayakta tutacak bir maaş için
çalışmak, ücret köleliği olarak tanımlanabilir.
Bir kişinin
ekonomik sömürü amacıyla bir diğeri üzerinde mutlak bir hakimiyet kurması
kölelik olarak tanımlanıyor kitapta.
Köle sahibi,
köle kullanan kişi.
Bugün dünya
üzerinde 27 milyon kölenin var olduğu tahmin ediliyor yazar tarafından. 27
milyonun aşağı-yukarı 15-20 milyonunu, özellikle Hindistan, Pakistan, Bangladeş
ve Nepal’de görülen bağlı emek gücü oluşturuyor. Bağlı emek gücü ya da borç
esareti, insanların borç teminatı olarak kendilerini sundukları ya da bir
akrabalarından miras olarak borç kaldığı durumlarda ortaya çıkıyor.
Eski
köleliğin yeni köleliğe dönüşmesinde iki unsur var:
Birincisi,
İkinci Dünya Savaşı’nın ardından dünya nüfusunun dramatik artışı; ikincisi ise
nüfus patlaması ile eş zamanlı gerçekleşen sosyal ve ekonomik değişikliklerin
yaşanması.
Kevin Bales,
eski- yeni kölelik ayrımını böyle ortaya koyuyor:
Eski kölelik Yeni kölelik
Yasal
mülkiyet esastır Yasal
mülkiyetten kaçınılır
Yüksek
bedeller ödenir Çok düşük
bedeller ödenir
Karlar
düşüktür Karlar çok yüksektir
Potansiyel
köle kıtlığı vardır Potansiyel köle
fazlası vardır
İlişki uzun
döneme yayılır İlişki kısa bir dönem
için kurulur
Köleler süreklidir Köleler kullanılıp atılır
Etnik
farklılıklar önemlidir Etnik
farklılıkların hiçbir önemi yoktur
Eski ve yeni
kölelik arasındaki en büyük fark köleler üzerinden elde edilen karın
büyüklüğünde ortaya çıkıyor. Köleliğin her türü şiddet üzerine inşa ediliyor.
Köleliğin türleri ise şöyle:
Menkul
kölelik: Eski tarz köleliğe en fazla benzeyen biçimdir, mülkiyet ilişkisi
mevcuttur (Moritanya örneği).
Borç esareti:
örneğine en sık rastlanan biçimi (Pakistan ve Hindistan). Bu tarz kölelikte
kişi borçlandığı paraya karşılık teminat olarak kendini ortaya koyar. Hizmet ve
hizmetin süresi belli değildir ve nedense hiçbir zaman yapılan iş, kazanılan
para borcu kapatmaya yetmez.
Sözleşmeli
kölelik: Tayland ve Brezilya bu tarz köleliğin yapıldığı ülkelerdendir. Sözde
sözleşme ile sözleşmeli işçi sayılan kişi çalışmak için gittiğinde şiddet ile
kontrol altına alınır ve hareket özgürlüğü kısıtlanmıştır.
Köleliğin
birçok çeşidi devlete karşın varlığını sürdürür, ama savaş köleliği bizzat
devlet tarafından ifa edilmesiyle aslında emsalsizdir.
Yeni tanımına
göre köle, ihtiyaç duyulduğunda üretim sürecine eklenen, ama artık çok büyük
bir anaparaya mal olmayan, tüketilebilir bir parça sadece. Yeni kölelik kamu
düzeninin bozulduğu durumlarda oraya çıkıyor diyor yazar.
“Polis
çürüdüğünde bir memleketteki her şey çürür.” bu söz ile göz yumulan kötü
muameleyi, polisin işe ortak oluşunu, üstelik bunun üzerinden para kazanmasını
anlatıyor yazar. Kanunsuzluğun illa bir kaos ortamı olmadığını, illa her an
şiddet korkusu ile yaşamak demek olmadığını vurguluyor. Kanunlara dayanan,
sözleşme hazırlanan, bizzat kolluk kuvvetlerince sürdürülen, sürdürülmesi
sağlanan kölelik var çünkü ortada.
Kölelik en
iyi nerede gelişir? Bunun açık bir cevabı var, yoksulluğun olduğu yerde. İnsan
hakkı ihlalidir aynı zamanda kölelik. Peki nasıl önlenir? Siyasi irade ve
kurbanı koruma yetisi ile.
Tayland’ı ve
Tayland’daki durumu anlatırken yazarın dikkat çektiği bir nokta var: Ülkenin
kız çocuklarına fahişeliğin ne olduğu sorulduğunda “Bir restoranda Batılı gibi
giyinmek.” cevabının alındığı.
Tayland
Budizmi’ne göre herkesin bu dünyada acı çekerek ödeyeceği, daha önceki
yaşamlarından birikmiş “karmik” bir borcu var.
Brezilya’da
yeni köleliğin tanımına çok güzel oturuyor her şey: anonim, geçici, çok
kazançlı, hukuki açıdan gizli ve sonuna kadar insafsız…
İnsan hakları
ile kar yarışırsa, kar kazanacaktır.
Pakistan:
Borcun
babadan çocuklara intikali, borç esareti olarak tanımlanan kölelik türünün en
tipik örneği.
Peşgi
Sistemi: Kökleri toprak sahibi ile çiftçiler arasındaki feodal ilişkiye
dayanan, fakat zaman içinde işçiye avans vermenin onu köleleştirmenin bir
yöntemi olarak kullanıldığı bir sistem. Feodalizmin kısa dönem kapitalist
üretime dönüşmüş şekli de denebilir bu sisteme.
Köleliğin
temel ahlaki çıkmazlarından biri: Açlıktan kıvranarak özgür olmak mı yeğdir,
karnı tok ama köle olmak mı?
Hindistan:
Koliya
(toprak) sistemi: Bu sistemde işçi hareket özgürlüğünü yitirmenin karşılığında
kendi için işleyebileceği küçük bir toprak parçası ve günlük olarak da erzağını
alıyor.
Devadasi:
Yoksul aileler inandıkları tanrıyı yatıştırmak ve kendileri için mutlu bir
geleceği garantileyebilmek adına, kızlarını gözden çıkararak “evlenmelerine”
izin veriyorlar. Devadasi, tanrı ile evlenmiş kız oluyor. Tapınağa giden kızın
geri dönmesi, boşanması mümkün değil, tapınağı işletenler tarafından fahişeler
gibi çalıştırılıyorlar.
Hindistan’daki
kast sistemi köleliği doğallaştırıyor aynı zamanda. Alt bir kasttan olan üst
kasttan birine hizmet etmek durumunda çünkü.
Kölelik:
Doğuştan dışlanmış ve genellikle insanlık hakları elinden alınmış kişilerin,
şiddet yoluyla ve sürekli olarak tahakküm altına alınmasıdır.
Köle:
Ekonomik sömürü maksadıyla bir kişinin şiddet ya da şiddet tehdidi ile
alıkonmasıdır.
Köleliğin
iktidar ilişkileri üç yönden ele alınıyor: Birincisi, bir kişinin diğeri
üzerindeki tahakkümünde şiddetin ya da şiddet tehdidinin kullanılmasını içeren
sosyal yön. İkincisi, başka bir kişinin kendi çıkarları ve kaderini algılayış
biçimini değiştirmeye ikna edebilme kapasitesi olan tahakkümün psikolojik yönü.
Üçüncüsü ise otoritenin kültürel yönü: Jean Jacques Rouuseau’ya göre güçlü
olanın bu sahiplik ilişkisinin devamlılığı için gerekli gördüğü ‘şiddeti bir
hakka ve itaati vazifeye dönüştüren vasıtalar’.
“Aynı cinsten, eşit statüde ve fark
gözetmeksizin tabiatın aynı nimetlerinden faydalanan ve aynı becerileri
kullanmak için dünyaya gelen mahlukatın, hükmetmeden ve boyun eğmeden eşit bir
şekilde yaşamak zorunda olmalarından daha tabii bir şey olamaz.” Jean Jacques
Rousseau.
Kişiler ve insan
türü olarak Rousseau’nun bu sözünü anlamakla, doğaya yahut insan dışındaki
diğer canlılara sadece kendi tarafımızdan bakmamakla dünya üzerini
yaşanılabilir yapmak mümkün görünüyor. Kitabın ve yazarın anlattıkları, çözüm
önerisi olarak ortaya koydukları “inanılmaz”, “gerçekleştirilemez” şeyler
değil.
Ne
yapıldığının farkında olmak etrafa bakmaktan ziyade görmeyi, görebildikten
sonra da gözetmeyi gerekli kılıyor. Ne alıyoruz, neden satın alıyoruz,
gerçekten ihtiyacımız var mı soruları için kendimize verdiğimiz dürüst
yanıtlar, modernizmin bizi belirlediği “tüketim” kavramının farkına varmayı ve
bunun üzerinden de sömürge yahut köleleştirme üzerinden ortaya konan üretimin
farkına varabilmeyi getirecektir.
Sivil toplum
kuruluşlarının (üçüncü sektör) ivedilikle işe el atması yahut bizim de bu ve
benzer kuruluşlara üye oluşumuz, desteğimiz bahsinin edildiği yeni köleliğin
azalmasında ve hatta sonlanmasında rol oynayabilir.
Ayrımcılığın
sonucunun –asıl sonucunun- yoksulluk olduğunu, yoksulluğun da getirdiği şeyin
karın tokluğuna çalışmak yahut yazarın bahsini ettiği yeni kölelik durumunun
ortaya çıkmasına neden olduğunu da görmeliyiz.
Şiddet
tehdidi ve şiddetin, yasal düzenlemeler maskesi takmış usulsüzlüklerin farkına
varmak, devletin asıl amacının vatandaşına hizmet etmek olduğunu anlamak ve
devletten bunu talep etmek, ancak böyle bir devletin veya dünya düzeninin
kişileri korumaya muktedir olabileceklerini de aklımızdan çıkarmamalıyız.
“Para” bugün
dünyada pek çok şeyin etrafında döndüğü ve kendisine göre şekillendiği “şey”.
Bunu insanın bulması ise en büyük çelişki.
No comments:
Post a Comment