Cansel ASLAN
Türkiye edebiyatının nostaljik, lirik, gamlı prensesi[1]
10 Eylül 1942’de Simav kasabasında dünyaya gelen Tezer
Özlü’nün ablası Sezer Duru doğum tarihlerinin bir sonraki yıla alınmasının
sebebini şu şekilde açıklar; “Tezer’le ben yılın son aylarına doğru doğduğumuz
ve de kız çocuğu olduğumuz için, babam nüfus cüzdanlarımıza bir sonraki yılı
yazdırmayı uygun görmüş.”[2]
Tezer Özlü küçük bir kasabada başlayan hayatının en büyük
şoklarından birini İstanbul’a yerleşip İstanbul Avusturya Kız Lisesi’nde
öğrenim görmeye başlayınca yaşar. “Yaşamlarının karanlık odasından bir şey
görebilme isteği boşuna”[3] dediği rahibelerle başladığı öğrenim hayatını
yarıda bırakır. Özlü’nün büyük şehir hayatıyla sıkıntısı sadece farklı dil ve
dindeki eğitim hayatı değildir. Taşra ve büyük şehrin günlük yaşamdaki
farklılıkları da Özlü’nün belleğinde bunaltıcı hatıralar olarak yer eder:
“Pastörize süt içeceğiz”, diyor.
“O ne?”, diyorum
“Kaynatılmadan içiliyor. Çok güzel.” O içiyor. Ben
sevmiyorum.[4]
Okulda tanıştığı Batı kültürü ve yaşadığı çevre arasındaki
“pastörize” uyuşmazlığın sıkıntıları yankılanır yazılarında; okulda eğitim
aldığı rahibeler; evde temizlik ve yemek işlerini yapan Müslüman babaanne…
Okul hayatlarının sıkıcılığı bir yana, bir taraftan da
aldıkları eğitim iki kız kardeşte Batı’yı görme/tanıma isteğini kamçılar. Bu vesileyle
1961 yılında ilk kez yurtdışına giderler. Sonraki yıl Tezer bir arkadaşıyla yaz
tatilinde Almanya ve Hollanda’ya gider. Yurtdışındayken liseyi bitirmekten
vazgeçip 1963’te Paris’e geçer. Orada ilk evliliğini yapacağı Güner Sümer’le
birlikte kalmaya başlar. Aynı yıl Ankara’ya yerleşir ve 1964 yılının başında
Güner Sümer’le evlenir. Evliliğin ardından 1965 yılında babasının ısrarlı
ricasını kırmayarak liseyi dışarıdan bitirir. 1968 yılında Sümer’le ayrıldıktan
sonra İstanbul’a ailesinin yanına döner. Aynı yıl genç bir sinemacı olan Erden
Kıral’la evlenir.1973 yılında doğan kızlarına Deniz adını verirler. Erden’le
yaptığı evlilikte Tezer’in sürekli çalıştığı, kocasına sanatsal çalışmalarında
destek olmak için çok çaba harcadığı çevresi tarafından bilinen bir gerçektir.
Yaşadığı evin ısınma, su gibi sorunları hiç bitmez. Ayrıca o yıllarda toplumun
içinde bulunduğu siyasi karışıklıklar Tezer’i derinden etkiler. Tedavi gördüğü
kliniklerde gördüğü kötü muamele bu üzüntüsünü derinleştirir. 1981 yılında aldığı
bir yıllık sanatçı bursuyla Berlin’e gider. Berlin’deki sosyal refahın
Türkiye’ye nazaran yüksek olmasından dolayı orada kendini iyi hisseder. İşleri
yolunda gider ve bursu altı ay daha uzatılır. 1982’de İsviçre asıllı ressam
Hans Peter Marti ile tanışır. Tezer, Hans Peter’in şefkatli olması, kendisine
zaman ayırması, kahvaltısını bile hazırlamasından ve bundan dolayı erkeklik
gururu incinmeyen biri olmasından etkilenir. Kocasıyla zayıflamış olan
ilişkileri Hans Peter’den etkilenmesiyle kopar ve boşanırlar. Hans Peter’le
evlenmesi bürokratik işlerden uzar. Sonunda evlenirler. Sıkıntılı boşanmadan,
zorluklarla gerçekleşen evlilikten dolayı ayrıca İstanbul’da refah düzeyinin
yükselmemiş olmasından dolayı 1984 yılında İsviçre’ye yerleşmeye karar
verirler. Bu dönemde Özlü’nün göğsünde bir süredir baş gösteren ağrılar iyice
artar. Doktorlar mamografi sonuçlarında ortaya çıkan tümörden, tıbbi tetkikler
ve olası bir tedavi için parça almak ister. Lakin Özlü tıbbi geçmişindeki fena
hatıraları nedeniyle ürküntü içine düşer ve müdahaleyi reddeder. Daha sonra
İsviçre’de göğsünü aldırmak zorunda kalır ama geç kalınmıştır. “Dünyanın en
büyük acıları beni buldu, ölmeme izin verin”[5] diyerek iz düşer acıyı mürekkep
ettiği kağıtlara. 18 Şubat 1986 tarihinde Hans Peter’in annesinin Glaurus’daki
evinde, Peter’in bazı eşyaları almak için kendi evine gittiği sırada tek
başınayken hayata veda eder.
Çocukluğun Soğuk Geceleri adlı romanının ilk sayfalarında
Tezer’in evde otoriter babayla yaşadıkları göze çarpar. Askeri düzeni evde
kurmaya çalışan babaya ve o dönemin sert mizacına yönelik bir isyan filizlenir
Tezer’in gövdesinden büyük yüreğinde; “…babamın kuşağındaki Türk erkekleri ne
büyük bir ordu ve askerlik sevgisi besliyorlar”[6]
Aile ilişkilerini açık seçik bir içtenlikle ortaya seren
Tezer’in anılarında Babasıyla annesi arasındaki sevgisizlik’, “ağabey”inin
ailedeki ayrıcalıklı yeri kalın harflerle not düşülmüştür. “Babamla annem
arasında hiçbir sıcaklık, hiçbir sevgi yok gibi. Annem onu erkek olarak hiç
sevmediğini her davranışıyla belli ediyor.”[7] Kitapları ve entelektüel çevresi
geniş olan bir ağabey vasıtasıyla erken yaşta birçok ünlü yazarı okuma ve
dönemin ünlü yazarlarıyla tanışma fırsatı yakalayan Tezer, abisiyle ilgili
yazdıkları ise erkek ve kız çocukları arasındaki yaşamsal/kültürel
farklılıklara dikkat çeker: “Ağabeyim rahat. Onun özel odası var. Kitaplığı,
giysi dolabı, dilediği zaman yakabileceği gaz sobası var. Ayakkabılarını bana
boyatıyor.”[8]
Anıların orta yerinde hastane günlerinin ağırlığı
hissedilmeye başlar. Özlü’nün ruhsal çöküntülerine anlama veremeyenlere en
güzel cevabı kendisini hiç tanımayan Heilburn verir; ”Öfke kendilerine
yasakalanmış olduğundan kadınlar, yakınmalarını herkese iletmede
kullanabilecekleri bir ses bulamamışlardır; ruh çöküntüsüne ya da deliliğe
sığınmışlardır.’[9] Deliliği, toplumun çağlar boyunca köşeye sıkıştırdığı
“insanın kadınlık hali” için bir özgürleşme olarak tanımlayan Hatice
Meryem’e[10] göre Tezer Özlü’nün deliliği bağımsızlığının bir şartıdır. Aynı
makalesinde Meryem, Tezer atfedilen mahzun, yaşamdan uzak, gamlı prenses
tanımlamalarına kati biçimde karşı çıkar. Tezer’in eserlerine yönelen dikkatli
ve alternatif bir bakış Meryem’e hak vermek gerektiğini düşündürmüyor değil.
İlk cinsel deneyimini “Yabancı bir kentte, sekiz dokuz erkeğin barındığı bir
odada, ilk kez bir erkekle yatıyorum. Diğerleri uyuyor”[11] cümleleriyle doğal
seyrinde anlatan bir prenses! olabilir mi ki? Toplum nezdinde prensesler ilk
cinsel deneyimi için evlenmeyi beklemezler mi? Prenseslik mertebesi toplumun
düzgünlük normlarından beslenmez mi? Ya
da “çok sevmeyen, çok sevişmeyen birinin insancıl olabileceğine
inanmıyorum”[12] ifadesinin sahibi bir kadın nasıl yaşamdan uzak olmakla itham
edilebilir ki? Tezer’in toplumsal kabullere karşı çıkışı sadece yazınında değil
yaşamında da kendini gösterir. Hilmi Yavuz, “Tezer, benim tanıdığım ilk kadın
başkaldırıcıdır. Türkiye’de daha feminizmin sözü bile edilmezken ve bir
Victoria ahlakının neredeyse okuryazarları bile kuşattığı 1950’li yılların
sonunda, kadını cinselliğiyle tanımlayan bir çevreye başkaldırıp üstüne üstüne
giden odur. Daha mini eteğin ucu bile görünmemişken, 1960 yılında, iyiden iyiye
mini bir etekle Beyoğlu’na çıkışını anımsayanlar var mıdır, bilmiyorum, ama ben
buna tanık olmuşumdur.”[13] der.
Tezer’e yöneltilen mahzun, gamlı gibi sıfatların ne denli
gerçekçi olduğu meselesine dair birkaç kelam etmeden geçmeyelim. Sezer Duru’nun
kardeşi için söylediği “ülkemizde yaşanan siyasal çalkantılar onu
yıpratırcasına üzmüştür. Sağlığının bozulması bu yüzdendir.”[14] Şeklinde ifade
ettiği iddianın kanıtlarını Tezer’in kitaplarında bulmak mümkün. “Birden aklıma
her şey geliyor. Ölenler, öldürenler, öldürülenler, ölmeyip yaralananlar,
yerlerde yatan cesetler, patlayan silahlar, siyasal söylevler, sokaklarda ellerinde
plastik bidonlarla dolaşan kentliler, araba depolarından emerek benzin
çekenler; düşünmemek istedim…”[15] Bunlar yaşadığı döneme tanıklık eden bir
yazarın sözleri. “Bütün ülkelerin ordularının askerleri insan öldürme talimi
yapacak. Kimi ülkede bir darbe olacak.”[16]
Hastane anılarında da topluma, sisteme karşı bir serzeniş
vardır. Hastanede hastalara yapılan muameleyi eleştiren Tezer yaşadıklarını
yalın bir dille anlatır. “Gövdem güzel değil. Ama bu olağanüstü hemşirenin
gövdesinden mutlaka daha güzel. Ama bu yabancı, kalpazan kılıklı adamın
karşısında neden beni soyunmak zorunda bırakıyor”[17] Onun için hastane
iyileşmekten çok tedirginliğin alanıdır. Tedirginlik Tezer için bir sınır
meselesidir; hastane gibi tüm sınırlı mekânlarda tedirgin edici bir yan vardır.
“Havaalanlarını sevmiyorum. Bu beton ve alüminyumdan oluşan kapalı kutularda
kendimi hapishanelerden de öte, daha ileri bir tekniğin hücrelerinde
hissediyorum.”[18] Tezer’in gören kalbi ve işiten gözleriyle yazdığı, yaşadığı
hayattan tek boyutlu yorumlar çıkarmak pek mümkün görünmemektedir. Tezer’in
deliliği gam, dert, sıkıntı ile umut ve yaşama sevincini birbiri içinde
eritmesinde, başka bir deyişle; yaşamı, dertleri ve sevinçleriyle, var
oldukları kadar görme çabasında gizlidir. Tezer’in gamı; çok sevdiği yaşamak’ın
içini dolduran kirle ilgilidir. Kurtulmak istediği yaşam değil, delirtici
sınırlardır; taksim meydanında turşu pilav yiyebilmek dahi ölmemek için iyi bir
nedendir Tezer için:
“Yaşamım boyunca içimi kemirdiniz. Evlerinizle. Okullarınızla.
İş yerlerinizle. Özel ya da resmi kuruluşlarınızla içimi kemirttiniz. Ölmek
istedim, dirilttiniz. Yazı yazmak istedim, aç kalırsın, dediniz. Aç kalmayı
denedim, serum verdiniz. Delirdim, kafama elektrik verdiniz. Hiç aile
olunmayacak bir insanla bir araya geldim, gene aile olduk. Ben bütün bunların
dışındayım. Şimdi tek konuğu olduğum bu otelden ayrılırken, hangi otobüs ya da
tren istasyonuna, hangi havaalanı ya da hangi limana doğru gideceğimi
bilmediğim bu sabahta, iyi, başarılı, düzenli bir insandan başka her şey
olduğumu duyuyorum. ‘[19]
“Daha güzel yaşam diye bir şey yok. Daha güzel yaşamlar
ötelerde değil. daha güzel yaşam başka biçimde değil. Güzel yaşam burada.
Taksim alanında. Turşu, pilav, simit, çiçek, kartpostal satan, ayakkabı boyayan
siyah kalabalık içinde. Trafik tıkanıklığından yürümeyen arabalar, egzoz
kokusu, alana yayılan sidik kokusu – gözlerimiz duygularımız önünde açılan bu
kara kalabalıktan başka yerde, daha başka biçimde bir güzel yaşam yok. Güzel
yaşamın sırları, ölen, gömülen arkadaşlarımızın yaşadığı kadar.”[20]
[1] Bu tanımlamalar Yapı Kredi Yayınları
tarafından basılan Tezer Özlü külliyatında bulunan birer kitabın arka yüzünde
yayınevi tarafından Tezer Özlü’yü betimlemek için kullanılan cümleler.
[2] Duru,Sezer, Tezer Özlü’ye
Armağan,Yapı Kredi Yyn,Mart 1997,s.11
[3] Özlü, Tezer, Çocukluğun
Soğuk Geceleri, ,Yapı Kredi Yyn,Ocak 2014, s.18
[4] A.g.e s.10
[5] Duru,Sezer, Tezer Özlü’ye
Armağan,Yapı Kredi Yyn,Mart 1997,s.19
[6] A.g.e s.7
[7] A.g.e s.11
[8] A.g.e s.11
[9] Heilburn, Carolyn G.,
Kadının Özyaşamını Yazarken, Yapı Kredi Yyn, Ekim 1992, s.10
[10] Meryem,Hatice, ‘Canlı,
Dişi, Toynaklı Bir Yazar: Tezer Özlü’, içinde Varlık-1252,Ocak 2012
[11] Özlü, Tezer, Çocukluğun
Soğuk Geceleri, Yapı Kredi Yyn,Ocak 2014, s.29
[12] Özlü,Tezer, Eski Bahçe~Eski
Sevgi, Yapı Kredi Yyn,Ekim 2013, s.57
[13] Duru,Sezer, Tezer Özlü’ye
Armağan,Yapı Kredi Yyn,Mart 1997,s.24
[14] Duru, Sezer, Tezer Özlü’ye
Armağan,Yapı Kredi Yyn,Mart 1997,s.17
[15] Özlü,Tezer, Eski Bahçe~Eski
Sevgi, Yapı Kredi Yyn,Ekim 2013, s.80
[16] Özlü,Tezer, Eski Bahçe~Eski
Sevgi, Yapı Kredi Yyn,Ekim 2013, s.87
[17] Özlü, Tezer, Çocukluğun
Soğuk Geceleri, Yapı Kredi Yyn,Ocak 2014, s.47
[18] Özlü,Tezer, Eski Bahçe~Eski
Sevgi, Yapı Kredi Yyn,Ekim 2013, s.89
[19] Özlü, Tezer, Yaşamın Ucuna
Yolculuk, Yapı Kredi Yyn, Şubat 2014, s. 57
[20] Özlü, Tezer, Çocukluğun
Soğuk Geceleri, Yapı Kredi Yyn,Ocak 2014, s.61-62
KAYNAKÇA
-.
Duru, Sezer, Tezer Özlü’ye Armağan,Yapı Kredi yyn, Mart 1997
-.
Heilburn, Carolyn G., Kadının Özyaşamını Yazarken, Yapı Kredi Yyn, Ekim 1992
-.
Meryem,Hatice, ‘Canlı, Dişi, Toynaklı Bir Yazar: Tezer Özlü’, içinde
Varlık-1252,Ocak 2012
-.
Özlü, Tezer, Çocukluğun Soğuk Geceleri, Yapı Kredi Yyn,Ocak 2014
-.
Özlü,Tezer, Eski Bahçe~Eski Sevgi, Yapı Kredi yyn,Ekim 2013
-.
Özlü, Tezer, Yaşamın Ucuna Yolculuk, Yapı Kredi Yyn, Şubat 2014
No comments:
Post a Comment