Edward
ve Nancy Reddin Kienholz, for $ 475.00, 1990
[...]
Ortada çok büyük meblağlar döndüğü bilgisi elbette sanata bakışı değiştiriyor;
ama her şeye rağmen, tüm bu rakamların ortasında paranın ödendiği nesne var:
yani eserin bizzat kendisi. Gözlemcilerin istediği de eserin değerinin tam
olarak nereden kaynaklandığını tespit etmek: tüm o paranın izini esere sürmek.
Bu denli pahalı bir nesneyi diğer tüm nesnelerden ayıran şeyin ne olduğunu
bulmak istiyorlar. O yüzden de esere iyice dikkat kesiliyorlar; deyim
yerindeyse hafiye misali büyüteçle bakıyorlar. Ustalıklı zanaatkârlık eserin
neresinde; ya da sıradışı malzeme? Bu kadar pahalı olmayan nesnelere göre çok
daha zengin, ihtişamlı ve etkileyici olması gerekmez mi? Bu tür soruşturmalar
çoğunlukla sonuçsuz kalır. Eserde hiçbir çarpıcı teknik özellik bulunamaz;
özellikle de söz konusu olan modern sanatsa. Ama görme bozukluğu abartılı
duyarlılığa yol açar. Görme kabiliyetimiz azaldıkça, astronomik rakamlar
gözümüze iyice büyük gözükür.
Para
her durumda oradadır; öyle ki fiyat eserin değerini teyit eder, söz konusu
eserin muazzam bir eser olduğunu düşündürtür. Üstüne üstlük, fiyat, yalnızca
bir değer göstergesi olmakla kalmaz; eserin daha çok nazara alınmasına,
değerlendirmeye konu edilmesine sebep olur, ki bu da paradoksal bir şekilde,
sanki fiyat eserin aslî bir unsuruymuşçasına, fiyatta artışlara sebep olur. Bir
de sanat dünyasının guruları vardır, konu hakkında son sözü söyleyen ve böylece
çoğunluk tarafından sanat olarak kabul edilen şeyi “üreten” kurumlar: en başta
da müze ve modern galerilerin antiseptik “beyaz küpleri”. “Beyaz küp”te arz-ı
endam eden herhangi bir nesne sırf orada sergileniyor olmaktan dolayı daha çok
ilgiye ve saygıya mazhar olur. Böyle bir kurumun yokluğunda modern ve çağdaş
sanat üretiminin hatırı sayılır bir kısmı yok hükmünde olurdu. Mesela,
hazır-nesneleri, esas itibariyle oldukları gündelik nesnelerden ayırt etmek
imkânsız olurdu. Bu tür eserler, tıpkı fahiş fiyatlar gibi halkın gözünü
korkutur. Sergilenmekte olan şeyin sanat olduğunu anlarlar ama onu sanat
yapanın ne olduğunu bir türlü tespit edemezler.
Beyaz
küp ile piyasa fiyatları arasında kurulabilecek benzerlikler bir yana, bir
esere biçilen değer, bu ikisinde kendini farklı şekillerde ortaya koyar. Eser
müzede bir teşhir nesnesi haline gelir. Tamamıyla bağımsızdır; gündelik hayata
hiçbir göndermede bulunmaz ve dolayısıyla “yabancılaşmıştır”. Gündelik
bağlantılarıyla birlikte algılanan diğer tüm nesnelerin aksine yalıtılmıştır ve
bu da onu özel ilgi odağı haline getirir. Açıklayıcı çok az referans noktası
sunulduğundan eser dünyadan kopuk ve anlaşılmaz kalır. Eserin anlam ve önemini
pekiştiren işte tam da bu gizem halesidir. Oysa fiyat, müze ve beyaz küp gibi
kurumların aksine, referans noktaları üretir. Fiyat etiketi taşıyan bir nesne
paranın evrensel dilinde tartılır. Fiyatı etiketi taşıyan diğer bütün
nesnelerle ilişkiye geçer. Bir şeyin fiyatı arttıkça gündelik ürünlerle
arasındaki mesafe de açılır; gittikçe kendisi gibi fahiş fiyatlı nesnelerin
yanına yaklaşır. Nasıl ki normalden daha yüksek bir fiyat biçilen bir nesne her
şeyin daha pahalı ve dolayısıyla daha iyi olduğu bir gerçek âleme dahil edilmiş
oluyorsa, bir müze de herhangi bir fiyat biçmeden, sırf önemini tekrardan
takdire sunmak için bir eseri sergilendiğinde, o eserin piyasa değeri de bir
kez daha gözden geçirilir. Yalnızca rekor fiyatlara satılan sayılı eser ayrı
bir sınıf teşkil eder. Bunların yanında, en müsrif yaşam tarzının kimi
unsurları bile paraca daha makul ve orta sınıf kaçar.
Abartılı
rakamların sanat piyasasında arz-ı endam etmesiyle beraber eleştirmenler yüksek
fiyatlar hakkında konuşmanın anlam ürettiğini fark ettiler. Bunun sonucunda
gazete eklerinde bile sanat hakkında neredeyse sırf para üzerinden konuşulur
oldu. Eleştirmenler argümanlarını belirli bir sanatçının eserlerinin değeri ve
müzayedelerde kaptıkları fiyatlar üzerine inşa ediyorlar. Duyuracak yeni bir
rekor olmadığında da durum aynı. Her halükârda, bir esere biçilen fiyattan dem
vurmak sanatçıyı takdir etmenin bir yolu. Açık arttırmada yer almayan eserlerin
lafı bile edilmiyor. Eleştirmenler, ancak şimdi klasik mertebesine yükselmiş
ölü sanatçıların önemini bu sanatçıların eserlerine biçilen muazzam fiyatlarla
ilişkilendirmekten de ayrı bir zevk alıyor; sanki rakamlar bu sanatçıların
değerini kelimelerden daha sahih ve kesin bir şekilde ortaya koyabilirmiş gibi.
Böylece, bir fiyat listesi bir eserin özgül niteliklerinin karmaşık ve
çoğunlukla anlaşılmaz sözel tanıtım ve tarifinin işini hayli hayli görüyor.
Sanat eleştirilerinin alamet-i farikası olan duygusallık, yerini bol sıfırlı
rakamların yüceliğine bırakıyor. [...]
Modern
sanatın alamet-i farikası yüceye duyulan özlemdir. Bunun farkında olanlar, son
senelerde sanat piyasasında yaşanan patlamayla beraber yüksek ve özellikle de
rekor fiyatların birdenbire her şeyden çok müstesnalık ve ulvi hisler vaat eder
olduğunu da fark edecektir. Avangard hareketlerin döneminde her tür tabuyu
kıran radikal soyutlamaların, cüretkâr hazır-nesnelerin ve performansların üstlendiği görevi şimdi sanat fuarları ve
müzayedeler yerine getiriyor. Sanatın yüceliği ve “ötekiliği” göze sokuluyor.
Bu sanat insanı hayrete düşürüyor çünkü çoğunlukla fiyat bakımından ortada
onunla kıyas kabul edebilecek hiçbir şey olmuyor. Herhangi birinin bir sanat
eserine neden bu kadar çok para akıttığını, söz konusu eseri bu denli özel kılanın
ne olduğunu ve paranın karşılığında alınan şeyin ne olduğunu anlamak
zorlaştıkça iş iyice içinden çıkılmaz bir hal alıyor. [...]
Wolfgang
Ullrich, “Icons of Capitalism: How Prices Make Art” makalesinde seçilmiş
pasajlar, Art, Price and Value: Contemporary Art and the Market içinde
(Floransa: Centro di Cultura Contemporanea Strozzina, 2009).
Alındığı
yer: The Market, der. Natasha Degen (Londra: Whitechapel Gallery/Cambridge ve
Massachusetts: The MIT Press, 2013), s. 40-41.
2/9/2015
/ skopdergi - Sayı 8 / Wolfgang Ullrich, Çeviri: Ayşe Boren
No comments:
Post a Comment