Wednesday, 9 September 2015

Kapitalizmin İkonları: Para Sanat Yapınca

Edward ve Nancy Reddin Kienholz, for $ 475.00, 1990

[...] Ortada çok büyük meblağlar döndüğü bilgisi elbette sanata bakışı değiştiriyor; ama her şeye rağmen, tüm bu rakamların ortasında paranın ödendiği nesne var: yani eserin bizzat kendisi. Gözlemcilerin istediği de eserin değerinin tam olarak nereden kaynaklandığını tespit etmek: tüm o paranın izini esere sürmek. Bu denli pahalı bir nesneyi diğer tüm nesnelerden ayıran şeyin ne olduğunu bulmak istiyorlar. O yüzden de esere iyice dikkat kesiliyorlar; deyim yerindeyse hafiye misali büyüteçle bakıyorlar. Ustalıklı zanaatkârlık eserin neresinde; ya da sıradışı malzeme? Bu kadar pahalı olmayan nesnelere göre çok daha zengin, ihtişamlı ve etkileyici olması gerekmez mi? Bu tür soruşturmalar çoğunlukla sonuçsuz kalır. Eserde hiçbir çarpıcı teknik özellik bulunamaz; özellikle de söz konusu olan modern sanatsa. Ama görme bozukluğu abartılı duyarlılığa yol açar. Görme kabiliyetimiz azaldıkça, astronomik rakamlar gözümüze iyice büyük gözükür.

Para her durumda oradadır; öyle ki fiyat eserin değerini teyit eder, söz konusu eserin muazzam bir eser olduğunu düşündürtür. Üstüne üstlük, fiyat, yalnızca bir değer göstergesi olmakla kalmaz; eserin daha çok nazara alınmasına, değerlendirmeye konu edilmesine sebep olur, ki bu da paradoksal bir şekilde, sanki fiyat eserin aslî bir unsuruymuşçasına, fiyatta artışlara sebep olur. Bir de sanat dünyasının guruları vardır, konu hakkında son sözü söyleyen ve böylece çoğunluk tarafından sanat olarak kabul edilen şeyi “üreten” kurumlar: en başta da müze ve modern galerilerin antiseptik “beyaz küpleri”. “Beyaz küp”te arz-ı endam eden herhangi bir nesne sırf orada sergileniyor olmaktan dolayı daha çok ilgiye ve saygıya mazhar olur. Böyle bir kurumun yokluğunda modern ve çağdaş sanat üretiminin hatırı sayılır bir kısmı yok hükmünde olurdu. Mesela, hazır-nesneleri, esas itibariyle oldukları gündelik nesnelerden ayırt etmek imkânsız olurdu. Bu tür eserler, tıpkı fahiş fiyatlar gibi halkın gözünü korkutur. Sergilenmekte olan şeyin sanat olduğunu anlarlar ama onu sanat yapanın ne olduğunu bir türlü tespit edemezler.

Beyaz küp ile piyasa fiyatları arasında kurulabilecek benzerlikler bir yana, bir esere biçilen değer, bu ikisinde kendini farklı şekillerde ortaya koyar. Eser müzede bir teşhir nesnesi haline gelir. Tamamıyla bağımsızdır; gündelik hayata hiçbir göndermede bulunmaz ve dolayısıyla “yabancılaşmıştır”. Gündelik bağlantılarıyla birlikte algılanan diğer tüm nesnelerin aksine yalıtılmıştır ve bu da onu özel ilgi odağı haline getirir. Açıklayıcı çok az referans noktası sunulduğundan eser dünyadan kopuk ve anlaşılmaz kalır. Eserin anlam ve önemini pekiştiren işte tam da bu gizem halesidir. Oysa fiyat, müze ve beyaz küp gibi kurumların aksine, referans noktaları üretir. Fiyat etiketi taşıyan bir nesne paranın evrensel dilinde tartılır. Fiyatı etiketi taşıyan diğer bütün nesnelerle ilişkiye geçer. Bir şeyin fiyatı arttıkça gündelik ürünlerle arasındaki mesafe de açılır; gittikçe kendisi gibi fahiş fiyatlı nesnelerin yanına yaklaşır. Nasıl ki normalden daha yüksek bir fiyat biçilen bir nesne her şeyin daha pahalı ve dolayısıyla daha iyi olduğu bir gerçek âleme dahil edilmiş oluyorsa, bir müze de herhangi bir fiyat biçmeden, sırf önemini tekrardan takdire sunmak için bir eseri sergilendiğinde, o eserin piyasa değeri de bir kez daha gözden geçirilir. Yalnızca rekor fiyatlara satılan sayılı eser ayrı bir sınıf teşkil eder. Bunların yanında, en müsrif yaşam tarzının kimi unsurları bile paraca daha makul ve orta sınıf kaçar.

Abartılı rakamların sanat piyasasında arz-ı endam etmesiyle beraber eleştirmenler yüksek fiyatlar hakkında konuşmanın anlam ürettiğini fark ettiler. Bunun sonucunda gazete eklerinde bile sanat hakkında neredeyse sırf para üzerinden konuşulur oldu. Eleştirmenler argümanlarını belirli bir sanatçının eserlerinin değeri ve müzayedelerde kaptıkları fiyatlar üzerine inşa ediyorlar. Duyuracak yeni bir rekor olmadığında da durum aynı. Her halükârda, bir esere biçilen fiyattan dem vurmak sanatçıyı takdir etmenin bir yolu. Açık arttırmada yer almayan eserlerin lafı bile edilmiyor. Eleştirmenler, ancak şimdi klasik mertebesine yükselmiş ölü sanatçıların önemini bu sanatçıların eserlerine biçilen muazzam fiyatlarla ilişkilendirmekten de ayrı bir zevk alıyor; sanki rakamlar bu sanatçıların değerini kelimelerden daha sahih ve kesin bir şekilde ortaya koyabilirmiş gibi. Böylece, bir fiyat listesi bir eserin özgül niteliklerinin karmaşık ve çoğunlukla anlaşılmaz sözel tanıtım ve tarifinin işini hayli hayli görüyor. Sanat eleştirilerinin alamet-i farikası olan duygusallık, yerini bol sıfırlı rakamların yüceliğine bırakıyor. [...]

Modern sanatın alamet-i farikası yüceye duyulan özlemdir. Bunun farkında olanlar, son senelerde sanat piyasasında yaşanan patlamayla beraber yüksek ve özellikle de rekor fiyatların birdenbire her şeyden çok müstesnalık ve ulvi hisler vaat eder olduğunu da fark edecektir. Avangard hareketlerin döneminde her tür tabuyu kıran radikal soyutlamaların, cüretkâr hazır-nesnelerin ve performansların  üstlendiği görevi şimdi sanat fuarları ve müzayedeler yerine getiriyor. Sanatın yüceliği ve “ötekiliği” göze sokuluyor. Bu sanat insanı hayrete düşürüyor çünkü çoğunlukla fiyat bakımından ortada onunla kıyas kabul edebilecek hiçbir şey olmuyor. Herhangi birinin bir sanat eserine neden bu kadar çok para akıttığını, söz konusu eseri bu denli özel kılanın ne olduğunu ve paranın karşılığında alınan şeyin ne olduğunu anlamak zorlaştıkça iş iyice içinden çıkılmaz bir hal alıyor. [...]   

Wolfgang Ullrich, “Icons of Capitalism: How Prices Make Art” makalesinde seçilmiş pasajlar, Art, Price and Value: Contemporary Art and the Market içinde (Floransa: Centro di Cultura Contemporanea Strozzina, 2009).

Alındığı yer: The Market, der. Natasha Degen (Londra: Whitechapel Gallery/Cambridge ve Massachusetts: The MIT Press, 2013), s. 40-41.

2/9/2015 / skopdergi - Sayı 8 / Wolfgang Ullrich, Çeviri: Ayşe Boren

No comments:

Post a Comment