Ülke
sınırlarından girmesine izin vererek sığınmalarına müsade ettiğimiz bir halkın,
sosyal ve ekonomik hayatları ile ilgili bir planlama yapmadan sadaka toplumu
yaratmak ile başlayan bir yakın geçmişe sahibiz.
Mülteci
veya sığınmacı; dini, milliyeti, belirli bir toplumsal gruba üyeliği veya
siyasi düşünceleri nedeniyle zulüm gören veya göreceği korkusu ve endişesi
taşıyan, bu sebeple ülkesinden ayrılan/ayrılmak zorunda bırakılan ve korkusu
nedeniyle geri dönemeyen veya dönmek istemeyen, iltica ettiği ülke tarafından
endişeleri haklı bulunan kişi.
İnsan
Hakları Evrensel Bildirisi, sığınma hakkını şöyle tanımlar: “Herkesin zulüm
karşısında başka ülkelere sığınmacı ve bu ülkelerce sığınmacı işlemi görme
hakkı vardır” (Madde 14/1).
Dünyadaki
mültecilerin ve ülkesinde yerinden
edilmiş kişilerin sorunu, bugün dünya kamuoyunun önündeki en karmaşık
sorunlardan birisidir.
Bir
ABD televizyon kanalı, Suriye’deki savaştan kaçmak için ülkemizde olan
sığınmacılardan, İstanbul’da Suriyeli çocuklarının çalıştırıldığı onlarca
tekstil atölyesini gizli kamerayla çekerek dünyaya duyurdu.
İstanbul’da
zorla çalıştırılan Suriyeli çocukları Amerikan televizyon kanalı CBS
görüntüledi.
Halep’ten
geldiğini söyleyen erkek çocuğu, varil bombaları ve teröristlerden kurtulsa da,
bu kez emek sömürüsünün eline düşmüş. Türkiye’ye kaçan 2 milyondan fazla
Suriyelinin yoksulluk yüzünden çocuklarını çalıştırmak zorunda kaldığını
belirten CBS, bunlardan biri olan Hüseyin Ömer’i (10) sebze sattığı markete
gizli kamera koyarak izledi.
Dokuz
kişilik ailesinin geçimine katkıda bulunmak için 25 dolara tekabül eden
haftalık uğruna helak olan Hüseyin, haftada 6 gün, günde 12 saat çalıştığını
aktardı. Hüseyin, savaş başlamadan önce sadece 1 yıl okula gidebildiğini, geçen
yıl Suriye’den kaçtıklarını, eğitim almak istediğini anlattı. Ama Suriye’de
savaş kızıştıkça çocukların eğitim alma şansı azalıyor. Türkiye’de daha iyi
yaşam ihtimali bulunmadığını anladıkça Suriyeliler en azından çocuklarına bir
gelecek sunabilme umuduyla Avrupa yolarına düşüyor. Bu yüzden insan
kaçakçılarına varlarını yoklarını vermelerine, hayatlarını tehlikeye atmalarına
şaşmamak lazım.
Şu
anda bunu okuyan herkesin şu cümleyi kurduğunu düşünüyorum:
“Dilenmesinden
ve sokakta olmasından daha iyidir!”
Ülke
sınırlarından girmesine izin vererek sığınmalarına müsade ettiğimiz bir halkın
sosyal ve ekonomik hayatları ile ilgili bir planlama yapmadan sadaka toplumu
yaratmak ile başlayan bir yakın geçmişe sahibiz.
Ülkemizde
açlık sınırının altında yaşayan Türkiye Vatandaşlarımız yetmezmiş gibi bir
halkı daha nasıl köle ederiz diye bir planlama yapmışız gibi bir izlenim
görmekteyiz.
Ülkemizde
Suriyeli kadınların “fuhuş” ile hayatlarının zorunlu ihtiyacını karşılamaya
çalışması bir isyana sürüklerken, şimdi de çocuklarının köle olarak satın
alınarak emek sömürüsü haline geldiğini gördükçe çığlık atmak istiyorum.
Mülteci/sığınmacı
konusu, uluslararası toplumun birbirine olan karşılıklı bağımlılığının klasik
bir kanıtını oluşturmaktadır. Mülteci sorunu ve insan hakları konusu arasında
açık bir ilişki vardır.
1951
Birleşmiş Milletler Sözleşmesi ve
Mültecilerin Statülerine ilişkin 1967 yılı Protokolü ile birlikte mültecilere yönelik işlemlerin temel
standartları bazı araçlarla tanımlanmaktadır
Herkesin
zulüm altında başka ülkelere sığınma ve sığınma olanaklarından yararlanma hakkı
vardır. (Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi, madde 14)
Herkesin
bir ülkenin yurttaşı olmaya hakkı vardır. (Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi,
madde 15)
Herkesin
bir devletin toprakları üzerinde serbestçe dolaşma ve oturma hakkı vardır.
(Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi, madde 13; Uluslararası Siyasi ve Medeni
Haklar Sözleşmesi, madde 12)
Mülteci
/ sığınmacı hakları olmasına rağmen mülteciler sürekli olarak saldırılara ve
kötü muameleye maruz kalmaktadırlar.
Genç
erkekler ve küçükler, sık sık silahlı
gruplara ya da çetelere alınmakta ve sivil savaşlarda yer almaya
zorlanmaktadırlar.
Suriyeli
genç kadınlar ‘Seks Kölesi’ olarak ülke sınırları içinde fuhuş için
satılmaktadırlar.
Suriyeli
küçük çocuklar ise emeklerinin karşılığında köle olarak sömürü şartları altında
çalıştırılmaktadırlar.
Ülkemiz
sınırlarına kabul edilen bir halkın sığınmacı haklarından yararlanması için bir
plan yapılmamış olması sebebiyle her gördüğüm manzara karşısında tüylerim
ürperiyor.
Ülkemizde
yaşanan bu olaylar İnsan Haklarına yapılmış en büyük saldırılardan biri olmakta
ve kınanması gereken bir travmadır.
Ülkesinde
yerinden edilmiş insanlar, muhtemelen önümüzdeki yıllarda uluslararası kamuoyu
için en büyük tehdidi oluşturacaktır.
Hatırlatmak
istiyorum ki:
Uluslararası
korumanın temel olarak görevi, kişilere sığınma hakkı arama süresince yardımda
bulunmayı, yasal danışma ve yardım sağlamayı, mültecilerin fiziksel güvenliği
için düzenlemeler yapmayı, gönüllü olarak kendi ülkelerine geri dönmeyi teşvik
etme ve desteklemeyi ve yeniden yerleştirme konusunda mültecilere yardımcı
olmayı kapsar (BMMYK Tüzüğü’nün 8. maddesi).
No comments:
Post a Comment