Tuesday, 14 April 2015

Nükleer Hatıra: Çernobil



1986 yılı, Asyalısından Afrikalısına kadar tüm kıta sakinlerine yeni bir tehlike tanıtarak hafızalarımızda yer etti. 1945 Hiroşima felaketinden bu yana fiilen varlığı söz konusu olsa da 86’da gündeme tekrar gelen nükleer enerji tehlikesini tanımaktan memnun olmayan dünya insanı için 1986 yılının 26 Nisan’ı siyah beyaz nükleer albümünün en çirkin fotoğrafıydı…

Belarus sınırında ve Kiev’in kuzeybatısında yer alan Çernobil nükleer santrali hatalı bir dizayn, yasal olmayan bir operasyon ve izinsiz bir deney ile kombine ölümcül deneyin sonucunda 26 nisan 1986 saat 01.23‘te büyük bir tehlike arz etmeye başladı ve bir reaktörde binanın çatısı patladı, ardından bunu 1000 tonluk iki patlama takip etti. Yangın ve zehirli gazların yayılımı ile atmosfer zehirlenmeye başladı. Patlamanın sonucunda füzyondan hasıl olan ürünler ve uranyum yakıtı yine atmosfere yayıldı. 10 gün süren bir yangın böylece başlamış oldu. Yangını söndürmek için kullanılan boronkarbid, kil ve kurşunun, reaktörden arta kalan materyal ile reaksiyona girmesi sonucu ikinci patlama zuhur eti. Tüm bu telaşı gidermek, yangından geriye salınmaya başlayan radyasyonu engellemek için helikopterler ile 5 bin ton kimyasal madde de olay yerine boşaltıldı. Tüm bu faaliyetler sonucu açığa çıkan füzyon ürünleri ve transuranyum ürünlerinin ve rayoiyodin miktarı tam olarak bilinmiyor.
 
 

Bir aksiyon filminin en heyecanlı ve trajik sahnesini andıran bu olaylar dizisinin sonucunda faaliyet sonrası hasıl olan ürünler Kuzey Yarımküre’de atmosfer dolaşımına dahil olarak kent ve kır alanlarında birikmişlerdir. Radyoaktif salınım Ukrayna, Belarus ve Rusya Fedarasyonu’nu öncelikli olarak etkilemiştir. Tüm bunların sonuçlarından örnek vermek gerekirse;

– Bu üç ülkede 2000 yılına kadar 86-89 yılları arasında çalışmış temizlik işçilerinin 850.500 den fazlası ciddi radyasyon maruz kalmıştır.

– Kaza sonrası radyasyon salınımı 2 Mayıs’ta Japonya’da, 4 Mayıs’ta Çin’de, 5 Mayıs’ta ABD ve Kanada’da açılım göstermiştir.

– Radyasyon bulaşan bölgede yaşayan nüfus 7 milyondur. Bunun 160.000’i temizlik işçileridir. Bu sayıya 89 yılında 40.000 bin kişi de dahil olmaktadır.

– Ukrayna’da temizlik işçilerinden 79’unda akut radyasyon sendromu gözlenmiştir. Bölgede 56.377 kişi tahliye edilmiştir ve bunun 502.377’si radyasyona maruz kalan çocuklardır.

– Santrale 3 kilometre uzakta olan Pripyat Kasabası’nda ki 45 bin kişi başka bölgelere göç ettirilmiştir.

– 2 Mayıs’ta İngiltere üzerinden geçen bulutlar ile İskoçya’nın bir bölümünde, Kuzey Walles ve Kuzey İngiltere’de yoğun yağışlar gözlenmiş ve bu yağmurlar sonucunda radyoaktif çekirdeklerin yüksek derecede birikimi saptanmıştır. Neticede topraktaki bulaşıcı maddeler normale göre 3 kat fazla bulunmuştur.

– Radyasyon salımının Moskova’ya doğru ilerlerken 10 milyon kişinin radyoaktif bulutlardan etkilendiği düşünülmektedir. Radyoaktif bulutlar 11 gün boyunca farklı yönlerle Kuzey Avrupa’yı geçmiştir. Küçük çaplı partiküller uzun mesafe kat etmişlerdir. Buna göre Bryansk şehrinin batısında bulunan Novozybkov bölgesi en yüksek bulaşıcı bölgedir.

– Ekosistemler ve özellikle tarım alanları hem gaz hem parçacık formu ile radyasyona maruz kalmıştır. Özellikle tarım alanlarında sezyum oranları incelenmiştir. Kırsal alanlarda 23 bin km2’lik alan bulaşıcı hale gelmiş, tarım faaliyetlerinde kısıtlama ve boşaltımlar olmuştur. Bu alanların büyük kısmı günümüzde de ‘özel bölge’ ilan edilmiştir ve doğal radyoaktif kaynak oluşturmaktadır.

– Kaza yerine yakın üç köyde bilimsel tarım önlemleri, kimyasal önlemler alınmaya başlanmış ama maddi nedenlerle sonradan kaldırılmıştır. Bunun arkasından köylülerdeki beden ölçümleri yüksek radyoaktivite göstermiştir.

– Reaktörün yakınındaki doğrudan radyasyon ağaçları öldürmüş, burası “Kırmızı Orman” olarak adlandırılmıştır. Bu bölgede daha sonra anormal hızlı büyüyen “morfoz” çam ve meşe ağaçları gözlenmiştir

– Radyoiyodin ve radyosezyumun besin zincirine girdiği belirlenmiştir. Buna ek olarak inek sütünde 3 izotoptan 2’si değişkenlik göstermiştir.

– Patlamadan sonra, 1986-1990 yılları arasında yaklaşık 600.000 kişi -bunlar liquidator olarak adlandırılmışlardır- temizlik çalışmaları için bölgeye gönderilmişlerdir. Temizlik çalışanlarının bir kısmı çok riskli durumlarda çalışmışlardır. Bu iş için Batı Almanya yapımı robotlar olmasına karşın, insan biyorobotlar kullanılmıştır. Çünkü robotlar yüksek radyasyondan olumsuz etkilenmektedir!

– Çernobil kazası sonrasında çıkan sorun yalnızca radyasyonun dışarıdan ve radyoaktif çekirdekçiklerin solunumla alınması değil; yüksek derecede bir kimyasal kirlenme, yaşam standartlarında olumsuz yönde değişim, radyasyon tehlikesini yetersiz algılama, kaza sonrasında yaşanan olumsuz sosyal ve ekonomik değişimleri de içermektedir

– Çernobil reaktör kazası sonrasında, Belarus’ta, çocuklarda ve genç erişkinlerde papiller tiroit karsinomu (PTC) yani troid kanseri insidansının arttığı gösterilmiştir. Yapılan epidemiyolojik çalışmalar, mikroskobik bulgularla benzer olarak, özellikle çocukluk çağında dışarıdan verilen radyasyon ile tiroit bezlerinin yüksek değişim duyarlılığı ilişkisini göstermişlerdir. Maruz kalma zamanı yaklaşık 4 yıl kadar olan çocuklar PTC için yüksek insidans göstermişlerdir.

– Kazanın insan sağlığı üzerine etkilerinin araştırıldığı pek çok araştırmada görülmüştür ki; özellikle çocukluk çağında radyasyonla indüklenmiş tiroit karsinomu olgu sayıları çok artmıştır. Bu artış, kaza sonrası 1-4 yıl gibi kısa bir süre içinde gözlemlenmeye başlamıştır.

–1993 ve Ocak 1998 arasında cerrahi olarak çıkarılan PTC’ler laboratuvarlarda da sistematik incelenmiştir. Bu tümörlerin büyük bir kısmında yapısal genetik bozukluklar bulunmuştur, ana gen değişmiştir.

İngiltere’den Dr. Liz Waterstone’nun 2000 yılında Türkiye’de örnek verdiği olay, zamanla görülen etkileri yansıtıyor, ileride üzerinde duracağımız toplumsal çaresizliğin boyutlarını ortaya koyuyor; “Tiroid kanserinin tedavisi; bütün tiroid bezinin çıkarılmasına ve bundan sonra da yaşam boyu tiroid hormonunun dışarıdan ilaç olarak verilmesine dayanır. İşte, bu sonradan sürekli ilaç gereksinimi, halkı ve hekimleri o kadar güç durumda bırakmıştır ki, başka çözüm yolları aranmıştır. Tiroidin bir kısmı yerinde bırakılarak hormonun doğal olarak yapılmasının sürmesi düşünülmüş. Böylece hekimler bir zaman böyle yapmışlar, ama bir süre sonra, sağlam diye bıraktıkları bez bölümünde gene tümör geliştiği gözlenmiştir”.

– Red Cross, 6 mobil laboratuvar ile 1997 yılından başlayarak tarama hizmetini vermeye başlamıştır. Kontaminasyon bölgesi olan Ukrayna, Belarus ve Rusya’da, yılda yaklaşık 90 bin hasta incelenmektedir. 0-18 yaş arası halk ve kazanın olduğu dönemde radyasyonlu bölgelerde yaşayanlar incelendiğinde, 1997’de 8 tiroit kanseri, 2000’de 80 tiroit kanseri ve 2003’de 163 tiroit kanseri tespit edilmiştir. Bu artışın Çernobil kazasının doğrudan etkisi olduğunu söylenmektedir

– Önceki yıllarda Birleşmiş Milletler ve öteki kurumların raporlarına göre, Çernobil kazası sonrasında, yüksek riskli bölgelerde yaşayanlarda görülen yüksek kanser hızı arasındaki korelasyona şüphe ile yaklaşılmaktaydı. Buna karşın günümüzde Hareketli Tanı Laboratuvarları, Uluslararası Kızıl Haç Federasyonu, Hilal Topluluğu bu ikili arasında nedensel bir ilişki olduğunu belirtmektedir. Araştırmalar, özellikle 10 yaşından küçük çocuklarda riskin arttığını göstermektedir.

– Kaza’nın hemen sonrasında 134 bireyde kemik iliği sendromu tespit edilmiş, buna ilişkin olarak, radyasyonun kemikler üzerinde tahrip edici etkilerinin 1-12 Gy dozunda olduğu belirlenmiştir. Kazanın ilk üç ayında bu kişilerden 28’i, 1987-2002 yılları arasında da 23’ü hayatını kaybetmiştir. Gecikmiş nöropsikiyatrik komplikasyonları ve deride radyasyon lezyonlarını da içeren farklı somatik hastalıklar da, ARS’li hastalarda tespit edilmiştir. Doz yüklenmesiyle birlikte katarakt oluşumu da izlenmektedir. Hayatta kalanlar, hastalığa ait patolojinin tüm tiplerini fazlasıyla göstermişlerdir.

– Yüksek dozda ışınım alıp da hayatını kaybetmeyenlerin çoğunda duygu bozuklukları, sindirim, kalp-damar, bağışıklık sistemlerini ilgilendiren hastalıklar, uykusuzluk gelişmeye başladı. Santralin üzerinde uçarak söndürücü maddeler döken helikopter pilotunun daha sonra aplastik anemiye (kemik iliğinin kan yapamaması hastalığı) yakalandığı biliniyor. O da likidatörler gibi, ölenler arasında sayılmıyor.

– Ana karnında ışın alanlarda, kontrol gruplarına göre, eksik ağırlıkta doğumlar, zeka geriliği, davranış bozuklukları, beynin oluşmaması, kol, bacak anomalileri, sinirsel rahatsızlıklarda artma saptanmıştır

– Işın alanlarında görülen sinirsel hastalıklar; Hiroşima ve Nagasaki’de atom bombalarından sonra görülenlere benzer. Bu hastaların psikolojik muayene sonuçlarında, dikkat azalması, konsantrasyon eksikliği, bellek kaybı, zihni yorgunluk, gerileme, hu¬zursuzluk, karakter değişikliği, kendine önem-değer vermeme gibi bulgular sıkça görülmüştür. Uzmanların kanısına göre, bunlar stres etkileri değil, ışınlanmaya bağlı sonuçlardır. Bu bulgulara ayrıca, ABD’nde Hanford Nükleer Santrali çevresinde yaşayanlarda, uranyum maden işçilerinde, bu madenlerin yakınlarında yaşayan Amerikan yerlilerinde, nükleer santrallerde çalışanlarda rastlanmıştır.

– ALARA (As Low As Reasonable Achievement: Mümkün olduğu kadar düşük doz edinimi) yıllarca, halkın korunması için mümkün olduğu kadar düşük doz alması olarak yorumlanmıştır. Kaza durumlarında ALARA ilkesi uygu¬lanamaz. Oysa son zamanlarda, bunun değişik standartlarda tutulduğu, gelişmekte olan ülkelerde gelişmiş ülkelerden üç kat daha fazla dozun “makul” kabul ettirilmek istendiği ortaya çıkmıştır. Çernobil’den sonra da tamamen uygulanmayacağı belirtilmiştir.

– 1960 yılından beri nükleer işlerde çalışanlar için geçerli olan yılda 50 mSv “ışın alma sınırı”ndaki izin, kazadan sonra “ayarlama” ile kazaya uğrayanlar için birinci yılda 100mSv’e, ikinci yılda 30 mSv’e, üçüncü yılda 20 mSv’e getirilmiştir. DSÖ, izin verilen dozu 1992 yılında 50 mSv’e çekmiştir. Yeniden anımsatılmalı ki, bu düzeyler nükleer işlerde çalışanlar içindir. Sağlık açısından halk dozu olarak hiçbir düzeyde ışınlanmaya izin verilmemelidir.

Ve daha sonra 12-15 Nisan 1996 günlerinde Viyana’da “Sürekli Halklar Mahkemesi’nin Çernobil Uluslar Arası Tıp Komisyonu” toplandı. “Çernobil Kazasının Çevre, Sağlık ve İnsan Hakları Üzerindeki Etkileri” masaya yatırıldı. Tanıklar, uzmanlar, bilim insanları gördüklerini, bildiklerini anlattılar. Ve Mahkeme bir yargıya vardı…

 YARGI

Mahkeme;

Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nı ulusal atom enerjisi kurumlarını ve onları destekleyen, nükleer endüstrinin çıkarları adına onlara gerekli parayı veren hükümetleri:

• Yalanla, baskıyla ve para gücünün etik olmayan kullanımıyla, nükleer enerjinin uygulanmasına çalıştıkları için,

• Yenilenebilir ve desteklenebilir alternatif enerji kaynaklarının her çeşidini ortadan kaldırma girişimleri için,

• Nükleer kazaların kurbanlarının en temel haklarını çiğnedikleri, onların çektiği acıları küçümseyip inkar ettikleri ve onları yeniden kurbanlaştırdıkları için,

• Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın 12 Nisan 1996 günü Viyana’da yapılan son konferansının kapanış oturumuna kadar, insanların çektikleri acıları inkâr etmede tepeden bakma tavırlarını sürdürdükleri için suçlu buluyor.

Politikası açıkça nükleer endüstri promosyonuna dayanan Uluslararası Radyasyona Karşı Koruma Komisyonu da olacakları koruma eğiliminde bulunmalıydı.

Mahkeme;

Bilim toplumunda, nükleer efendilerin baskıları karşısında mesleklerinin onurunu korumak için ayağa kalkmayanları ve nükleer girişimin her şeyi öldürücü doğasına tanıklık eden güçlü bilimsel kanıtlarına karşın, sağır edici bir sessizliğe seyirci kalanları kınıyor.

Ve işte tecrübe edilen tüm bu gerçekliğe ve elde edilen bulgulara rağmen temiz enerji adı altında geride radyoaktive ile kirlenmiş hayatlar bırakmak için çalışan ve nükleer iktidar peşinde koşanlar için hatıra defterlerine ‘bize kalpleri kadar temiz enerji dolu bu sayfayı’ bıraktıkları için teşekkür edemeyeceğiz…

Asya ARSLANTAŞ

No comments:

Post a Comment