“Unutulmasın
Diye” Ahmatova’nın Dostlarının Belleklerinde Saklanan Şiiri
Sovyetler
Birliği’nin en büyük kadın şairlerinden Anna Andreyevna Ahmatova (1889-1966)
Requiem’i 1935-1940 yılları arasında yazdı. Dönemi için cesur bir protesto
niteliği taşıyan Requiem’in Stalin döneminde yaşayan Rus aydınları için
taşıdığı anlamı, ünlü çocuk kitabı yazarı ve edebiyat eleştirmeni olan Korney
Çukovski’nin kızı Lidiya K. Çukovskaya, 1938-1966 yıllarını kapsayan “Anna
Ahmatova’yla İlgili Notlar” adlı üç ciltlik yapıtında şöyle anlatıyor:
“Zaman hem
uçup gidiyor hem de aynı yerde duruyor. Requiem ise Leningrad, Anna
Andreyevna’nın odası, kül tablası, koltuk, Nevski caddesi üzerinden ve
Fontanka’dan geceleri eve dönüşlerim, küçük Lyuşa, Mitya’nın odasının
kapılarındaki gri-kahve renkli mühürlerin izleri demek….”
Otuzlu
yılların Rusya’sına dair “dev bir anıt” olarak kabul edilen bu yapıtın yaşamını
insan belleği kurtardı. Requiem 1938 yılından itibaren ilk kez yayımlandığı
1963′e kadar Ahmatova’nın güvendiği ve aralarında Çukovskaya’nın da bulunduğu
yaklaşık on kişi tarafından hiçbir şekilde yazıya dökülmeden ezberlenerek
korundu.
Çukovskaya
“Notlar”ın girişinde yapıtın ne koşullar altında yaratıldığını ve nasıl
ezberlendiğini anlatıyor:
“Anna
Andreyevna beni ziyarete geldiğinde, Requiem’den dizeler okuyor, elbette
fısıltıyla, oturduğu Havuzlu Ev’de (Fontannıy dom) ise fısıldamaya bile
kalkışmıyordu, konuşmanın ortasında birdenbire susuyor ve gözleriyle bana
tavanı ve duvarları işaret ederek eline bir parça kâğıt ve kalem alıyordu;
sonra yüksek sesle ‘çay alır mısınız?’ ya da ‘ne çok yanmışsınız!’ gibi sıradan
şeyler söylüyor, ardından kâğıt parçasını el yazısıyla dolduruyor, bana
uzatıyordu. Şiirleri okuyor, ezberleyince de geri veriyordum. “Bu yıl sonbahar
erken geldi” diyordu yüksek sesle Anna Andreyevna, kibriti çakıp kâğıdı kül
tablasında yakarken.”
Ahmatova
yapıtını yayıma hazırlama cesaretini ancak altmışlı yıllarda Hruşçov döneminde
bulur gibi oluyor. Şair 1962 Mayıs ayında Çukovskaya’yla bir parkta buluşur ve
Requiem’i okumasını ister:
“O
dinliyordu, ben ise defalarca kendi kendime tekrarladığım şiirleri yüksek sesle
okuyordum. O başörtüsünün düğümünü çözmüş, paltosunun önünü açmıştı. Ağaçlara
ve arabalara dikkatle bakarken, sesime kulak kesilmişti. Susuyordu. Tamamını okumuştum.
Şiirleri yazıp yazmayacağını sordum. ‘Bilmiyorum’, – diye karşılık verdi,
bundan benim de henüz yazma hakkım olmadığı sonucunu çıkarmıştım. ‘Sizden başka
ezberlemiş olan yedi kişi daha var.’
Aynı yılın
Ekim ayının sonunda üç kişi buluşur. “Epilog” bölümü daktiloda yazılır ve
Ahmatova imzalar. Bu, oradakiler için unutulmaz bir andır, o güne kadar
belleklerde saklı tutulan şiir ilk kez yazıya dökülmüştür.
Şiir daha
sonra 1964′te Roma’da göçmen Çekler tarafından kitapçık haline getirilmiştir.
Requiem anayurdu Rusya’da, ancak şairin ölümünden yirmi yıl sonra, 1987′de
“Oktyabr” ve “Neva” dergilerinde yayımlanabilir.
Requiem’in
yazıldığı yıllar, Sovyet Rusya’nın kültür politikasında önemli değişikliklerin
dönemidir. Bu değişiklikler, aydın grubunun büyük kesiminin olduğu gibi
Ahmatova’nın da yaşamını derinden ve olumusuz etkilemiştir. Sanat tarihi
profesörü olan üçüncü eşi N.N.Punin ve Leningrad Üniversitesi’nin Tarih Bölümü
öğrencisi olan oğlu ünlü tarihçi Lev
N.Gumilyov,
22 Ekim 1935′te rejim karşıtı gösterilere katıldıkları gerekçesiyle
tutuklanırlar. Daha sonra her ikisi de, Ahmatova’nın Stalin’e yazdığı rica
mektubu üzerine hemen serbest bırakılırlar. Ahmatova 1960 yılında, yaşadığı bu
olayı şu sözlerle anlatıyor: “1935′te Leva’yı ve Nikolay Nikolayeviç’i
tutukladıklarında Seyfullina’ya gittim. Merkez Komitesi (Tsentralmy Komitet)
İçişleri Halk Komiserliği’ne (Narodnıy Komissariat Vnutrennıh Del ya da NKVD)
telefon etti, oradan ona, Stalin’e yazdığım mektubu, Kutafya kulesine bırakmamı
ve Poskrebışev’in ileteceğini söylemişler. Mektubu götürdüm, Leva ve Nikolay
Nikolayeviç aynı gün eve döndüler… Bu belki de İosif Vissarionoviç’in yaşamı
boyunca yaptığı en iyi tek şeydi…Leva 1938′de tutuklandığında ise her şey boşa
gitmişti.” Lev N.Gumilyov ikinci tutuklanışında Ahmatova’nın da belirttiği gibi
serbest bırakılmamış, Sibirya’ya sürgüne gönderilmiştir. İşte Ahmatova Requiem’de
eleştirmenlerin de vurguladığı gibi, bu tutuklamalarla sürgünlerin neden olduğu
kendi aile trajedisini ve benzer olayları yaşayanların, özellikle Rus
kadınlarının trajedisini anlatır. Şair bu gerçeği, yapıtının en başına koyduğu
1961 tarihli epigramla dile getirir: “Hayır, ne yabancı bir gökyüzünün
altındayım,/ Ne de yabancı kanatların koruması altında/ Ben talihsizlik sonucu
halkımın bulunduğu/ Yerde halkımla birlikteydim o zamanlar” Requiem, Ahmatova
tarafından başlangıçta şiir olarak tasarlanmış değildir. Hatta şair kendisi,
her bir bölümü ayrı şiir dizisi olarak adlandırmıştır. Trajedinin hâkim olduğu
yapıt, düz yazı biçimindeki “Önsöz Yerine”yle birlikte yedi bölümdür. Farklı
yıllarda yazılan şiirler kronolojik bir düzen izlemez. Düzeni içerik belirler,
yapıtta yer alan başlıklar şunlardır:
“Önsöz
Yerine” (Vmesto predisloviya, 1 Nisan1957), “İthaf (Posivyaşçenie, Mart 1940),
“Giriş” (Vstuplenie, 1935, 1938, 1939), “Hüküm” (Prigovor, 1939),
“Ölüme” (K
smerti, 19 Ağustos 1939, 4 Mayıs 1940), “Çarmıha Gerilme” (Raspyatie, 1938,
1940), “Epilog” (10 Mart 1940). “Önsöz Yerine” başlıklı bölümde, Ahmatova
şiirin yazılış nedenini anlatmaktadır. En yeni ve en son yazılan bölümü
olmasına rağmen “Önsöz Yerine”, yapıtın hem bireysel düzeydeki duyguları hem de
haksız tutuklama ve cezalara boyun eğmek zorunda kalan geniş bir kitlenin
duygularını yansıttığını ortaya koymaktadır: “Yejov’lu korkunç yıllarda
Leningrad’taki hapishane kuyruklarında on yedi ayımı geçirdim. Bir gün birisi
beni ‘tanıdı’. O zaman elbette adımı yaşamında hiç duymamış, arkamda duran
dudakları morarmış bir kadın, hepimize özgü o donukluktan sıyrıldı ve kulağıma
(oradayken herkes fısıltıyla konuşurdu): “Tüm bunları yazabilir misiniz?” diye
sordu. Ve ben de: “Yazabilirim,” dedim. İşte o anda bir zamanlar var olan,
gülümseme gibi bir şey geçti yüzünden.”
Yapıtın
yazıldığı yıllarda, rejim karşıtı ya da halk düşmanı sayılan aydınların evine
sıkça baskınlar yapıldığı ve bu baskınlar sırasında ele geçen sözde kanıtlar
üzerine bu kişilerin tutuklandığı biliniyor. Bu arama ve tutuklama süreci, “Giriş”
bölümünün ilk kısmında yer bulur.
Yapıtın
kahramanı bir yandan gerçek, belki de o dönemde her gün yaşandığı için olağan,
ancak bir o kadar da inanılması güç bir sahne betimler. Burada, bir ailenin
başkaları tarafından keyfi biçimde parçalanışı söz konusudur: “Şafakta alıp
götürdüler seni/ cenazede gibi yürüyordum arkandan/ Çocuklar ise karanlık odada
ağlıyorlardı.” Otuzlu yıllarda Sovyet Rusya’da sıkça yaşanan bu sahnenin,
biyografik bir özelliği de vardır. Ahmatova burada aynı zamanda eşi Punin’in
1935′teki tutuklanışını betimlemektedir. Dizelerin devamında poemin kahramanı,
tutuklanan kişinin durumunu anlatmaktadır. Sözde suçlunun dudakları bir
ikonunki kadar soğuktur, alnında ise ecel teri vardır. “Ecel teri” gerçekten
korkunç bir ifade biçimidir, çünkü tutuklanan pek çok kişi evine dönememiştir.
Yapıt boyunca şair, bu geri dönülmezlik ya da dönülüp dönülmeyeceği konusundaki
belirsizlik duygusunu okuyucuya duyumsatmaktadır. Kahraman tutuklanmadan sonra
tutuklunun, hapishanedeki durumundan söz eder. Hapishane yapıtın “İthaf
başlıklı ilk bölümünde betimlenmektedir: “Ama hapishane kilitleri sımsıkı/
Arkalarmdaysa ‘kürek mahkûmlarının inleri’/ Ve ölümcül hüzün var.” Sımsıkı
kapalı kilitlerin ardında kimsenin aşamayacağı kocaman bir duvar daha vardır,
bu çoğunluğu haksız yere tutuklanmış, geleceğinin ne olacağını bilmeyen
kişilerin hüznünden başka bir şey değildir. Bu hüznü derinleştiren, umutsuzluğa
dönüştüren bir başka öge ise hapishanede mahkumlarla uğraşan “askerler” ve
onların “ağır adımları” dır.
Yapıtın
kahramanı dışarıdan bakan bir kişi, ziyaretçi konumunda bulunduğu için içeride
neler olup bittiğini tam bilememektedir, merak içindedir ve mahkum oğluna
seslenir: “Neler olup bittiğini anlamıyorum/ Hapishanede nasılsın oğlum. ”
Ahmatova 1935′te yazdığı “Giriş” bölümünde sürgüne gitme sürecini betimler.
Şairin bu bölümde yarattığı imajlar canlı, güçlü ve dokunaklıdır:
“Lokomotiflerin düdükleri/ Ayrılığın kısa şarkısını söylüyordu/ Ölüm yıldızları
üzerimizde duruyorlardı/ Ve masum Rus kıvranıyordu/ Kanlı çizmelerin altında/
Ve altında kara araba tekerleklerinin. ”
“Ayrılığın
kısa şarkısı”, sürgüne gidenlerle geride kalanların vedalaştıkları anı
simgelemektedir. Kahraman bu sözlerle, aynı zamanda sürgünün dönüşsüzlüğünü de
anımsatmaktadır. Burada artık oğul ya da yakın bir kişi değil tüm Rusya yer
almaktadır. Felaketi yaşayan tüm Rusya’dır. Ahmatova yapıtın bu dizelerinde,
rejimi açıkça eleştirmektedir. “Ölüm yıldızları” ve “kanlı çizmeler”le sağlanan
metonimi arama, tutuklama ve sürgün kararını veren Stalin’le Kremlin
yetkililerinin yerine kullanılmaktadır. Şiirde geçen kara arabalar Stalin
döneminin siyasi simgesi olmuş bir duruma göndermedir, özellikle bu arabalarda
mahkumlar taşınmaktadır.
Kahraman,
sürgüne mahkum edilen kişinin çaresizliğini “Çarmıha Gerilme” bölümünde dile
getirmektedir. İncil’den alıntılanmış bölümde, otobiyografik izler taşıyan
dizeler vardır: “Babasına dedi ki: ‘Beni niye bıraktın?’/ Annesine ise: ‘Ah
Mene ağlama’ “Burada babasına seslenen oğul, Ahmatova’nın oğlunun yerini
tutmaktadır. Nikolay Gumilyov 1921 yılında kurşuna dizilmiştir. Şair böyle ilk
eşinin de öldürüldüğünü fısıldar. Ayrıca babadan gelebilecek bir yardım
olasılığının ortadan kalkmış olması, mahkum oğlun çaresizliğini ortaya
koymaktadır. Yalnız kalmış anneye söylenebilecek tek teselli sözcüğü ise
“ağlama”dır. Baba sözcüğü Hristiyanlıkta bilindiği
gibi, Tanrı anlamına da gelir. Şair, okura mahkumların ve onların yakınlarının,
Tanrı tarafından neredeyse terk edilmiş oldukları duygusuna kapıldıkları
düşüncesini vermektedir.
Bu şiirde
şair somut bir anıt yerine, sözcüklerden oluşan ve asla unutulmayacak, halk
arasında dilden dile dolaşacak bir anıtı da yer bulur. Puşkin’in çarlık
düzenine karşı ayaklanan Dekabristleri (Aralık isyancıları) andığı ve
özgürlükten söz ettiği dizeler, içerik açısından Requiem’le örtüşmektedir:
“Acımasız yüzyılımda özgürlüğü övdüm/ Ve ölenlere karşı merhamet uyandırdım” Ahmatova
da yapıtında rejimin aydınlar üzerindeki baskısına karşı çıkanların
yaşadıklarını aktarır. Requiem’in yazıldığı yıllar, tıpkı Puşkin’in
yüzyılındaki gibi aydınlar açısından acımasız geçen bir dönemdir. Reguiem’in
mahkumlarıyla, Puşkin’in “ölenler” sözcüğüyle andığı Dekabristlerin kaderi
benzemektedir. İki şairin sanatsal kaderleri birbirlerine benzer. Çünkü
Puşkin’in pek çok şiiri gibi Ahmatova’nın da pek çok yapıtı Stalin döneminde
yayımlanmamıştır.
Built with
Narrative.
(Futuriska)
No comments:
Post a Comment