Sedat
Ulugana –ANF
Pulitzer
ödülünü reddeden Ermeni öykü yazarı William Saroyan’ın Ermeni kırımıyla
Bitlis’ten Kaliforniya’ya uzanan yaşamı, Türkiye’nin bu gerçekliğine ışık tutar
nitelikte.
1905
yılında Ermeni kırımından kaçan Bitlisli Karaoğlanyan ve Saroyan aileleri bin
bir zorlukla Kaliforniya’ya göç ederler. 1908’de de William Saroyan doğar. 3
yaşında babasını kaybeden Saroyan’ı, annesi bir yetimhaneye vermek zorunda kalır.
Burada büyüyen Saroyan, hayata atıldığında mezar kazıcılığı, demiryolu işçiliği
gibi işlerde çalışır.
Saroyan,
öyküleriyle Amerikan edebiyatında yer almaya başlayınca, popüler Amerikan
kültüründen nasibini alır. 1933 yılında ilk öyküsü edebiyat dergisi olan
Story’de yayımlanır. 1934 yılında ise ilk kitabı yayımlanır ve aynı yıl,
Amerika’da en çok satan öykü kitabı olur. 1939 yılında Pulitzer Ödülü’nü layık
görülür, ancak ödülü almayı reddeder.
BİTLİS
AŞKI
Hayatı
boyunca altmışı aşkın kitap yazdı. Kitaplarının bir kısmı Aziz Gökdemir
editörlüğünde Aras Yayıncılık tarafından Türkiye’de de basıldı.
Saroyan,
Amerikan edebiyatına, “Saroyanesque” adlı edebi tarzı getirdi. Hızlı bir hayat
yaşadı, ömrünün sonlarına doğru Paris’e taşınan Saroyan, Bitlis’i de asla
unutmadı, Bitlis üzerine oyunlar ve öyküler yazdı. Ölmeden önce Bitlis’e gidip,
dayıları Karaoğlanyanların ve Saroyanların evlerini görmek isteyen
Saroyan,1964’de bu isteğini gerçekleştirdi.
“İNSANLARIMIN
MEMLEKETİ BİTLİS”
Haziran
1964’de Bitlis’e doğru yola çıkan Saroyan’a dönemin Cumhuriyet gazetesinden
Fikret Otyam ve Yaşar Kemal’in de içinde bulunduğu küçük bir kafile eşlik eder.
Saroyan,
Bitlis yolculuğu sırasında önüne çıkan her canlıya, “memleketlim” diye selam
verir. Öyle ki Bitlis yakınlarında arabasının önüne çıkan bir kaplumbağayı
bile, “o da Bitlisli sayılır” diyerek,
arabasından inip, yolun kenarına
bırakır.
ERMENİLER
YOĞURDU BÖYLE YER
Söz konusu
geziyi Fikret Otyam 31 Mayıs -7 Haziran 1964 tarihleri arasında bir yazı dizisi
şeklinde Cumhuriyet gazetesinde yazar. Otyam’ın aktardığına göre, Saroyan
durmadan dinlediği dağ şehri Bitlis’i tasvir eder; “Bitlis dağlar arasındadır.
Dağlarında çiçekler vardır elvan elvan. Arılar uçuşur, bayırlarında bağ
kütükleri. Dereler akar vadilerinden. İskender’in suru şehrin göbeğine düşer.
Rahva’dan Bitlis’e girerken Sapkor çeşmesi görünür…”
Bitlis’e
varmadan önce Saroyan hemen hemen gördüğü her köyde inip köylülerle sohbet
eder. Bir yerde, önüne bırakılan yoğurt kâsesine ekmeği doğrar ve kaşıklamaya
başlar. İzleyenlerin şaşkın bakışları arasında 56 yaşındaki koca bıyıklı
Saroyan, bir Kürt çocuğunun yaptığı gibi bir kâse içine ekmek doğranmış yoğurdu
bitirir. Van Gölü Kürtleri buna, “Nanê Hûrkirî” derler. İzleyenlerin
şaşkınlığını gören Saroyan ekler, “Kaliforniya’da Ermeniler yoğurdu böyle yer.”
VAN
GÖLÜ’NDEN BİR AVUÇ SU
Çoban
köpeklerini de unutmamıştır Saroyan, yol üstü bir fırından alıp cebine koyduğu
ekmeği küçük parçalara ayırarak, arabayla yarışan köpeklere atar. Sonra da
köpeklere gülüp, “dog… Go Home.Don’t be afraid of us.Go home with that bread”
(Köpek… Dön evine. Bizden korkma. Dön evine şu ekmekle) der. Erciş’i geçen
Saroyan, arabayı durdurup Van Gölü sahiline iner, rengârenk çakıl taşlarını
ceplerine doldurur ve eğilerek bir avuç su içer. Fikret Otyam hemen makinesine
sarılır; Saroyan ekler; “1919 yılında rüyamda Van Gölü’nü gördüm. Şimdi
rüyamdan bir parçayı gerçekleştiriyorum.” Daha sonra Van’ı da geride bırakan
Saroyan, Gevaş’ta soluklanır.
Şair
Gülten Akın da ilçe kaymakamının eşi olarak Gevaş’tadır o dönem. Bir Süre
Akın’la edebiyat üzerine sohbet eden Saroyan, yoluna tekrar devam eder. Yol
üstünde bir petrol ofisinde adamın birine sorar Saroyan, “Bitlis’te hala
kaynaklar var mı” diye.
Bitlis’e
yaklaşan Saroyan, Kaliforniya’da üzerine bir düzine efsane anlatılan Sapkor
çeşmesinden kana kana su içer ve ekler: “Bütün bu ağaçları da anlatmışlardı
bana. Ağaçlar çok büyümüş ama.”
Bitlis’e
yaklaştıkça uçarcasına araba kullanan Saroyan sonunda Bitlis’e varır; “Bitlis,
Bitlis, şimdi evler başlayacak... Evlerin taşları iyi kesilmiştir… Muntazamdır.
Ve babam bu yollardan yürümüştür.” Bitlisli çocuklar Saroyan’a el sallar,
Saroyan da onlara… Valilikte Bitlis tütünü içen Saroyan sonra evinin izini
aramaya çıkar.
BİTLİS’TEKİ
SON ERMENİ
Otyam’a
göre Saroyan’ın Bitlis seyahati sırasında Bitlis’in tek Ermeni’si yaşlı Muğsi
Ağa’dır. Güçten düşmüş, yaşlanmış Muğsi Ağa, o zamanın Bitlisli çocukların alay
ettiği biri. Ötekileştirmenin kıskacında, Ermeni kimliğinden dolayı o gün
aşağılanan Muğsi Ağa da, kaçan bir Ermeni ailenin arda kalan çocuğudur.
Bitlis’te bir şekilde hayata tutunmuş Muğsi Ağa, Ermeniliğinden de
vazgeçmemiştir. Saroyanla karşılaşan Muğsi Ağa’nın tek bir isteği vardır;
“Ermenilerin arasına gidip, ömrünün son demlerini onların arasından geçirmek”
Saroyan, daha sonra Muğsi Ağa’nın bu isteğini gerçekleştirecektir.
EVİNİN
HARABESİNDE
Yaşlı bir
Bitlisli, Saroyan’a babasının ve dayısının evini gösterir. Saroyan’ın ziyaret
ettiği ise duvarları yıkılmış bir harabeydi. Evden arda kalan taş ocağın
yanında duran Saroyan, pencerenin pervazını cebinden çıkardığı bir mendille
siler. Başına üşüşen çocukların meraklı bakışlarına aldırmayan Saroyan, bir
müddet sessizce ağlar.
Saroyan’a
Kaliforniya’da anlatılan Bağeş’in (Bitlis’in Ermenice ismi) kiliseleri ahıra
çevrilmiş, Ermeni konaklarının duvarlarındaki taşlar yeni binalarda kullanılmış
ve mezarları defineciler tarafından delik deşik edilmiştir.
Ama
Saroyan’ın bir umudu vardır, çocuklar. Onlar büyüdüğünde her biri iyi birer
adam olacaktır ona göre. Bitlisli çocukları bir araya toplayarak, ol bol
fotoğraf çeker. Ve birkaç gün sonra Amerika’ya döner.
17 yıl
sonra 18 Mayıs 1981 tarihinde Paris’te hayata gözlerini yuman Saroyan’ın bir
vasiyeti vardır, “Küllerimi Bitlis’e gömün” diye. Ancak dönemin Türkiye’sinde
12 Eylül cuntası yönetimdedir. Bu isteğinin gerçekleşmeyeceğini öngören
Saroyan, hayatının son anlarında vasiyetini değiştirir. Bunu üzerine külleri
Ermenistan’a götürülüp gömülür.
UNESCO
2008′i Saroyan yılı ilan etmiş. Türkiye’de tek oyunu sahnelenmiş. 2006′da
Ankara Devlet Tiyatrosu tarafından. Hayatı Yaşamak (The Time Of Your Life)
Saroyan hayatı
boyunca insanı yazmış. Özellikle göçmen ailelerin yaşadığı zorlukları.
Hayatı
Yaşamak’tan:
“Yaşaman
için sana bahşedilen zamanı yaşa – ve bu zaman içerisinde ne senin hayatında ne
de senin dokunduğun hayatlarda çirkinlik
ya da ölüm olsun.
Her yerde
iyilik ara ve onu bulduğun zaman saklandığı yerden çıkar ki iyilik özgürce ve
utanmadan yayılsın.
Maddeye ve
bedene değer verme, çünkü ölümlü ve yok olmaya mahkumdurlar.
Her şeyin
içindeki parlayan ve yozlaşmayacak olanı
bul.
Bütün
kalplerde var olan, utançla ve korkuyla dünyadan saklanmış erdemi ortaya
çıkması için cesaretlendir.
Aşikar
olanı yok say, çünkü o, saf bakan göze ve temiz kalbe layık değildir.
Hiçbir
insana itaat etme, hiçbir insana yukarıdan bakma. Unutma ki her insan senin bir
versiyonundur.
İnsanlığın
kusurları sana yabancı değil, insanlığın saflığı sana uzak değil.
Kötülüğü
ve saygısızlığı hor gör kötü ya da saygısız insanları değil. Onları anla.
Nazik ve
iyi olmaktan utanma, ama öldürmen gerekirse, öldür ve sakın pişman olma.
Yaşaman için
sana bahşedilen zamanı yaşa – ve bu
muhteşem süre içerisinde ne bu dünyanın sefaletini ne de üzüntüsünü arttır tam
tersine onun sonsuz neşesini ve gizemini kutla.”
Fotoğraf: Steve Mccurry
ALINTI
No comments:
Post a Comment