Gilles Deleuze,
F. Guattari
ÖZGÜRLÜK VE
ETİK
Deleuze ve
Guattari, 68 Mayısının yenilgisini yaşamış yazarlardı. Ve 68-sonrası dünyayı
sıklıkla "çölsü" bir döneme benzetmişlerdir: varolan dünyayı değişmez
olarak tanımlayan, ve başka bir dünyayı vaat eden fikirleri olumsuzlayan
karşı-devrimci, olay-sız bir zaman. Yine de umutsuzluğa düşmediler ya da bir
nostaljinin peşinde koşmadılar. Bunun yerine, 68 Mayısının yenilgisi ardından
bir taze havanın arayışındaki ilk önemli kitaplardan biri olan Anti-Ödipus'u
kaleme aldılar. İkili bir strateji önerir bu kitap: olaya, bu örnekte 68 Mayısına
duyulan sadakati korumak, ve aynı zamanda devrimci siyasetin yeni, üretken ve
yaratıcı biçimlerini icat etmek.
Kitabın temel
önermelerinden biri, tüm toplumsal yaşamın, esasında bütün yaşamın bir
"sorunsal" haline, yani değişimin bir nesnesi haline gelebileceğidir;
ama ancak insanların başka türlü arzulamaları, başka bir toplumu, başka bir
yaşamı arzulamaları koşuluyla. Sağduyunun birliğini yıkabilecek, ve tüm
toplumsallığı, tüm yaşamı aşkın deneyime taşıyabilecek olan şey sadece böylesi
bir arzudur. Deleuze ve Guattari'nin oluş ontolojisinde o halde her şey
harekettedir. Her şey hareketli ve hibrid bir makinedir, yani bir düzenlemedir,
ayrıksı öğeler arasındaki bir etkileşim ve bağlantı sürecidir. Ancak en
önemlisi şudur, makineler ya da düzenlemeler, bir ve aynı anda iki ayrı
eğilimle karşılaşırlar: organizasyon ve organizasyonsuz-laşma. Düzenlemeler,
katmanlaşma ile sonuçlanan ilişkileri tesis ettikleri sürece, edimsel
gerçekliğin, uzanımsal gerçekliğin parçalarıdır. Ama öte yandan, onlar başka bir
şeyle daha yüzleşirler: halihazırda organize edilmiş ve katman-laştırılmış
gerçekliğin organizasyonunun bozulmasına ve dağılmasına neden olan, Deleuze ve
Guattari'nin "organsız beden" olarak adlandırdıkları şeyle. Organsız
beden, Spinoza'nın monist tözü gibi her şeyin kendisinden doğduğu ve ebediyen
kendisine döndüğü kuşatıcı bir akım, değişken bir kaos.
Bu kavram
—organsız beden— bizi tüm yaşamın, tüm toplumsallığın paradoksunun kalbine
taşıyor. Her şey ve her toplum, edimsel bir gerçekliğe sahiptir, şu ya da bu
şekilde katmanlaşmıştır, ama onu organsız bedenle bağıntılı kılan bir
değişimin potansiyelliklerini de içermektedir. Organsız beden böyle
tanımlandığında, şu gerçeğin göstergesidir: her toplumsal ilişki, yaşamın
tümü, olduğundan farklı bir şey haline gelebilir, başka tarzlarda yeniden
edimselleştirilebilir. Olaylar vuku bulabilir, çünkü her şey kendi organsız
bedenine sahiptir.
Eğer hiçbir
şey —hiçbir "beden," hiçbir "toplum"— kendi ampirik görünümlerine, edimsel
makinelere indirgenebilir değilse, o halde önemli olan, makineler ile
organsız beden arasındaki "yüzey[dir]." Bu yüzey, onun edimsel,
ampirik görünümlerini aşan tüm olayların, bir bedenin veya toplumun
potansiyelliklerinin kaynağıdır (onun "organsız bedeni"). Spinoza'nın
diliyle, bir bedenin veya toplumun ne yapabileceğini bilmiyoruz. Zira edimsel
bir beden/toplum tanımsal olarak, kendi potansiyel olasılıklarına göre
eksiktir. Biri bir eksikliği, diğeri bir aşırılığı takdim eden makineler ile
organsız beden arasındaki paradoksal ilişki o halde, her zaman için
dengesizliğin bir sebebidir; ve olayı muhtemel kılan şey de işte bu
dengesizliktir.
Öyleyse,
Deleuze ve Guattari'nin devingen ontolojisinde yürürlükte olan şey, aynı anda
bağlantı ile bağlantısızlaşmanın, katmanlaşma ile katmansızlaşmanın bir
diyalektiğidir. Deleuze ve Guattari'ye göre
"yersizyurtsuzlaşma[nın]" fiziksel çizgisel bir harekete
indirgenebilir olmayışının, ama bilhassa, önceki organizasyonun bozulmasına,
ve katmanın kendisinden, organsız bedenle olan bir bağıntıya doğru bir sapmaya
gönderimde bulunmasının nedeni de budur. Dolayısıyla, toplumsal katmanlaşmayı
yaratan ve yaşamı organize eden makinelerin üretiminin kalbinde,
üretim-karşıtlığına ait bir eğilim buluruz; devingen ontolojinin kalbinde
durağanlıkla karşılaşırız: makineler "sadece bozulduklarında... bozularak
çalışırlar."
Bununla
birlikte, Deleuze ve Guattari için "organsız beden-oluş," en yüksek
etik, politik ve toplumsal idealdir. Yeniyi yaratan şey, böylesi toplumsal
düzenlemelerin ampirik devingenliği değil, ama onların çöküşü, organsız
bedenle ilişkili oluşları, bir "mutlak durağanlığın" düzeyine
erişmeleridir. Yeni, olay, ya da onların "kaçış çizgisi" olarak da
adlandırdıkları şey, her zaman için organsız bedenle bağıntılıdır; her zaman
katmanın zayıflaması, katmanın bir organizasyonsuzlaşması olarak ortaya çıkar.
İşte bu anlamda her kaçış çizgisi, edimsel dünyaya "zamansız" bir
müdahaledir.
O halde bize
sunulan, içinde "aktörlerin" makinesel bağlantılar vasıtasıyla yeni
olayları ürettiği, organsız bedenin daimi olarak edimsele geri döndüğü bir
tiyatroya çok benzer bir tarih görüşüdür. Edimsel olay, Deleuze ve Guattari'de
iki ayrı biçim alır. İlkin, aktör anı yakalayarak olayı edimselleştirir. Ama
edimselleşmenin ötesine uzanan bir görünüm daha vardır. Aktör de olayın içinde
dönüşür. "Ediminin" bir sonucu olarak, bir
"karşı-edimselleşme" süreci vasıtasıyla, kendisinden, edimsel
kimliğinden sapar. Edimselleşmede birisi olayı yakalarken, onu şimdi kılarken,
karşı-edimselleşmede olay onu yakalar ve "alt eder." Birisi olayı
yakalamanın peşindeyken, olayın anında o da dönüşmelidir. Onu arzulamayanlar
olayı fark etmezler. Onun tarafından yakalanmayanlar anı yakalayamazlar.
Bu anlamda
Anti-Odipus, eşzamanlı olarak hem özgürlüğe, varolan ile olası olan arasındaki
bağın nasıl deneyimleneceğine, olay anının nasıl yakalanacağına dair, hem de
etik[e], başımıza gelen olayların değerinde oluşumuza dair bir kitap.[Kitabın
Önsözünden] Bülent Diken
Kapitalizm Ve
Şizofreni 2 Kapma Aygıtı
"Biz bir
akıl hastası kitabı yazdığımızı iddia etmiyoruz, yalnızca tam olarak içinde
kimin konuştuğunu, -bir doktorun mu, bir hastanın mı- kimsenin bilmediği bir
kitap yazdık. Bu yüzden bu kadar çok şair ve yazar kullandık; kim onların
doktor ya da hasta-uygarlığın hastası ya da doktoru- olduğunu söyleyebilir ki? Şimdi
tuhaf bir biçimde bu geleneksel ikililiğin ötesine geçmeyi denediysek, bu tam
olarak birlikte yazmış olduğumuzdandır. ne birimiz ne de diğerimiz akıl hastası
ya da psikiyatr idik. Psikiyatr ve hastasına ya da hastası ve psikiyatrına
indirgenemeyecek bir süreç bulabilmek için ikimiz de var olmak zorundaydık. Süreç
bizim akış dediğimiz şeydir. Bu sözcüklerin, düşüncelerin, bokun, paranın akışı
olabilir. bir mali mekanizma ya da şizofrenik bir makine olabilir. Bu kitabın
bir akış kitap olmasını düşledik." Gilles Deleuze
*
Deleuze ve
Guattari, 68 Mayısının yenilgisini yaşamış yazarlardı. Ve 68 sonrası dünyayı
sıklıkla "çölsü" bir döneme benzetmişlerdir: varolan dünyayı değişmez
olarak tanımlayan, ve başka bir dünyayı vaat eden fikirleri olumsuzlayan karşı-devrimci,
olay-sız bir zaman. Yine de umutsuzluğa düşmediler ya da bir nostaljinin
peşinde koşmadılar. Bunun yerine, 68 Mayısının yenilgisi ardından bir taze
havanını arayışındaki ilk önemli kitaplardan biri olan Anti-Ödipus'u kaleme
aldılar. İkili bir strateji önerir bu kitap: olaya, bu örnekte 68 Mayısına
duyulan sadakati korumak, ve yanı zamanda devrimci siyasetin yeni, üretken ve
yaratıcı biçimlerini icat etmek.
(Tanıtım
Bülteninden)
No comments:
Post a Comment