Hakan
Aksay
Demirtaş'ın
seçim başarısı ve Lice'deki heykel gerilimi
Barış Süreci,
2012 yılının sonlarından bu yana - yavaş bir tempoda ve yasal güvenceleri
oluşturulmamış olsa da - devam ediyor.
Cumhurbaşkanlığı
seçimlerinde Selahattin Demirtaş, elde ettiği yüzde 10 sınırındaki oy
desteğinin yanı sıra Türkiye solundan çeşitli muhafazakâr kesimlere kadar geniş
bir çevrenin ilgi ve sempatisini kazandı.
Bu durum
Barış Süreci'ni iktidarın istediği gibi kullanabileceği, uzatıp
yavaşlatabileceği, içini boşaltıp propagandaya dönüştürebileceği şartları ciddi
olarak sınırlıyor. Ayrıca gelecek seçimlerde HDP'nin yüzde 10 barajını
aşmasının, AKP'nin "başkanlık rejimi" hayallerinin suya düşebileceği
bir tabloyu gündeme getirmesi muhtemel.
Heykele
yönelik resmî operasyon sırasında canını kurtarmaya çalışan vatandaşlar
Yani?
Birincisi,
Kürt hareketi - "Türkiyelileşme" çabasıyla ve iktidarın
otoriterleşmesine karşı mücadelesiyle artık ayaklarını yere daha sağlam basmaya
başladı.
İkincisi,
Türkler arasında 40 bini aşkın insanın ölümüne yol açan iç savaşın
sonlandırılması ve Kürtlerin demokratik haklarına saygı duyulması gerektiği
görüşü güçlendi.
Üçüncüsü,
Barış Süreci'nin başarıya ulaşma şansı arttı.
Bu üç cümleyi
yazdıktan sonra sırtımı koltuğa yaslayarak yazıya huzursuz bir ara verdim.
Her üç
yargıyı da yüzde 100 netlikle ve herhangi kuşkuya yer bırakmadan savunmak
mümkün mü?
Hayır.
Türklerin de
Kürtlerin de barış ve halkların kucaklaşması konusunda kusursuz bir olgunlukta
olduklarını savunmak kolay değil. Geçmişin acıları ve önyargıları o kadar güçlü
ki!
Türkiye'nin
en büyük umudu sayabileceğimiz Barış Süreci de, ne yazık ki, kesin olarak geri
döndürülemez bir hale gelmedi.
Yani:
"Daha gün, o gün değil"...
Heykel ve
yarattığı tehlike
Beş gün önce
(yani PKK'nın silahlı mücadeleye başlamasının 30. yıldönümünde) Diyarbakır'ın
Lice İlçesi'ne bağlı Yolçatı Köyü'nde bulunan PKK mezarlığında bir heykel
açılış töreni düzenlendi. HDP Diyarbakır Milletvekili Nursel Aydoğan, BDP Eş
Genel Başkanları Emine Ayna ile Kamuran Yüksek'in de katıldığı törenin
merkezindeki heykel Mahsum Korkmaz'ındı (kod adı Agit).
PKK'nin ilk
silahlı eyleminin kahramanlarından Korkmaz yaşasaydı, belki de bugün hükümetin
Barış Süreci'ndeki muhataplarından biri olacaktı. Ama 1986 yılında Gabar
Dağı'nda öldürüldü ve cansız bedeni Sirit'teki Kasaplar Deresi'ne atıldı.
Korkmaz
ailesindeki dokuz kardeşten ikisi savaşta ölmüş, cesetlerine ulaşılamamıştı.
İki kardeş ise baskılara ve acılara dayanamayarak intihar etmişlerdi. Babaları
da gözaltına alındıktan sonra fenalaşmış, ardından yaşamını yitirmişti.
Kısacası
Korkmaz soyadı, neredeyse iç savaşın en korkunç bilançolarını içeren kanlı bir
özete dönüşmüştü.
Mahsum
Korkmaz birçok Kürde göre unutulmaması ve heykeli dikilmesi gereken bir
efsaneydi.
İhtimal, 30.
yıldönümü anmasının dışında, seçim sonuçları ertesinde pekişen özgüven de bazı
algılarda böyle bir meydan okumanın faktörü oldu.
Halkların
kendi kahramanı saydığı kişilere duydukları sevgi ve saygıyı sergileme hakkını
elbette kimse ellerinden alamaz. Ne var ki, uzun ve kanlı bir tarihin
gösterdiği gibi, heykel, bayrak, marş vb. semboller, ülkemizin provokasyona
açık hassas ortamlarında tehlikeli kıvılcımların anında ortaya yayılmasına yol
açabiliyor.
Daha bugünden
Korkmaz ve Atatürk heykelleriyle, heykel dikmek ve heykel yıkmak üzerine bir
dizi gereksiz tartışma başlamış durumda.
Son
seçimlerin sonuçlarını yorumlarken Demirtaş'ın başarısını teslim eden ve bunun
"teröristlerin güçlenmesi olarak yorumlanamayacağını" vurgulayan MHP
lideri Devlet Bahçeli, heykel konusuyla birlikte tekrar eski söylemine dönmüş
görünüyor. Elbette mesele (sadece) Bahçeli meselesi değil. Ama bu konuda, doğru
ya da yanlış duyduklarıyla, barış ve düşmanlık arasındaki "gri
alan"da yalpalayan önemli bir kitlenin ikincisine doğru sürüklenmesi
ihtimali yok sayılamaz.
O zaman
herhalde bir kez daha "zaman" ve "öncelikler" konusu ele
alınmalı.
Soru şu:
Böyle bir "anma etkinliği" ve "gövde gösterisi", Barış
Süreci'ne zarar verme potansiyeli taşıyor mu, taşımıyor mu?
Bu konuda
Demirtaş'ın ve HDP yönetiminin fikrini bilmiyoruz. En fazla, seçim kampanyası
boyunca izlenen politikaya ve kullanılan üsluba dayanarak tahminlerde
bulunabiliyoruz.
'Yeni'
Türkiye'nin 'eski' refleksleri
Heykel, Lice
Sulh Ceza Mahkemesi'nden çıkarılan resmî yıkım kararının hemen ertesinde devlet
tarafından ürkütücü bir askerî operasyonla yok edildi. Kan döküldü, kurban
verildi. Görgü tanıklarının anlattıklarına bakılırsa, çok daha kötü sonuçlar
yaşanabilirdi.
Vahşi bir orantısız
güç kullanımının dışında, 90'lı yılları akla getiren "savaş dönemi
psikolojik-moral taktikleri" sergilendi. Mahsum Korkmaz'ın yıkılan
heykelinin başında maskelerle "poz verildi", heykel "ayaklar
altına alındı". Saldırgan ve kışkırtıcı açıklamalar yapıldı.
Devlet konuya
tüm gücüyle öylesine abandı ki, sanki Türkiye'de bu heykelin yıkılmasından ve
onu korumaya çalışanların sindirilmesinden daha önemli hiçbir görevin
bulunmadığı izlenimi oluştu.
Bu arada
Barış Süreci'nin kendi eserleri olduğunu söyleyenler, hata olarak gördükleri
tavırları asla affetmeyecek, kimin daha güçlü ve belirleyici taraf olduğunu
derhal kanıtlayacak yapıda olduklarını bir kez daha ortaya koydular.
Resmî
çevrelerin dışında, başından beri Barış Süreci'ne karşı mücadele edenler de
sahneye çıktı. Örneğin, İşçi Partisi lideri Doğu Perinçek, Lice'deki
gelişmeleri "bir dönüm noktası" olarak yorumlayıp barış görüşmelerine
son verilmesini talep etti.
Bu olay,
barışın hâlâ pamuk ipliğine bağlı olduğunu bir kez daha gösterdi. Herkesin, ama
herkesin bu olaydan ders çıkarması zorunlu.
Ve elbette,
hem heykele, hem de onu koruyan vatandaşlara yönelik "resmî müdahale"
sırasındaki hukuk dışı tutumların soruşturulması, ateş açma emrini verenlerin
hak ettiği cezaya çarptırılması gerekiyor.
Türkiye'ye
kimse artık yeni Kürt katliamları yaşatamaz! Gerekçesi veya bahanesi ne olursa
olsun!
@AksayHakan
No comments:
Post a Comment