Ragıp ZARAKOLU
Haldiki
Baron Tomas
ile çok kere Mardin’deki sözde “Şahkulu” Konağı’nın tarihi üzerine çok kez
sohbet etmişliğimiz olmuştur.
Tomas Beyin
babası, bu konakta doğmuştu.
Mardin’de
Alman ve Osmanlı zabitlerinin ortak bir karargahı vardı. (Bu karargahın
resmini, Prof. Verjine Szanlian’ın 700 tanıklığı içeren, “Ermeni Soykırımı”
başlıklı, mufassal sözel tarih çalışmasının kapağına koymuştur. Merak eden
oradan görür.)
Tomas Beyin
babaannesi, o cesur kadın, telaş içinde ergenlik çağındaki oğlunu kurtarmak
için bu karargaha koşturuyordu.
Çünkü, bir
çocuk kafilesi, Sincar dağındaki Êzidilere doğru yola çıkarılmak üzere idi.
Ama Osmanlı
zabitlerinden biri, “yaşı büyük” deyip oğlunu kafileden çıkarıp almıştı. Tam
kafasına kurşun sıkıp infaz etmek üzere iken, karargahtan bir Alman subay
çıkınca, bu “barbar” kanlı görüntü ile Osmanlının “imajını” sarsmak istemedi.
İşte bu andan
yararlanan o cesur ana, oğlunu tekrar Sincar kafilesinin içine itekledi. Tabii
tekrar çekip almasın diye zabitin eline bir büyük kese altın tutuşturmayı ihmal
etmeden.
Uzun bir
yürüyüş ile, Çocuk Kafilesi Sincar Dağı’na ulaştı. Bir gün belki Brecht’e denk
bir ozan, bu çocuk kafilesinin “Uzun Yürüyüş”ünün destanını yazar.
Daha sonra
fikir değiştiren Osmanlı yönetimi, bu çocukları Êzidilerden geri istedi.
Êzidiler reddetti. Osmanlı ordusu, Almanların hediyesi kıçı kırık pırpır
uçakları ile Sincar Dağı’na bomba yağdırdı.
Tomas Beyin
babasının uzun yürüyüşü daha sonra Arap çöllerinden Şehr-i Bağdat’a kadar
uzandı. Mardin’e dönmesi ise ancak mütareke döneminde mümkün oldu.
Kendisi gibi
bir soykırım yetimi buldu. O da bir başka epope…
Amerikalı
kadın rahibeler, manastırın aşağısında bir bebek ağlaması ile uyandılar.
“Fılle” denilerek vahşice boğazlanmış bir Ermeni kadını, son anında doğum
yapmış ve adeta, “Biz tükenmeyiz kesme ile” mesajını bırakmıştı dünyaya.
Mardin’in o kadim evlerinin aşağılarındaki, derin bir kuyuya atılmış olan
annesinin yanından bebek alınır.
Ama Mardin’in
Ermenisizleştirilmesi bitmez. Tomas Bey 1950’li yıllarda (belki de 6-7 Eylül
pogram günlerinde), ovadaki arazilerini Mardin’in kent içi mütegallibe
eşrafı yerine Kürtlere bırakmayı tercih
ederek aşık olduğu kentten ayrılır. Araba ile, adeta bir yüzen adayı andıran
kente, ağlayarak son bir kez bakmaktadır. Bir daha asla dönmeyeceğini bilerek.
100 yıl sonra
soykırım bu coğrafyaya geri dönüş yaptı. 1915 soykırımının bazı yörelerde
kurbanı olan Êzidiler şimdi topyekün imha tehdidi ile yüz yüze.
Cihatist
soykırımcılar, tarihin hiçbir döneminde bölgede yaşanmamış toplu imhayı
programlarına almış vaziyetteler. En kapsamlı, her türlü farklılığı imha etmeyi
hedefleyen bir program bu. Bir çeşit İslam’a faşizm. Buna karşı dikilmek ve
tavır koymak, bütün Müslüman kimlikli olanların
vicdani görevi değil mi?
Bu
faşistlerden korktukları için mi seslerini yükseltmiyorlar?
Ve daha
vahimi: yoksa bu katliam ve tehcirleri pasif bir biçimde onaylayıp,
sessizlikleri ile bir başka mesaj mı vermek istiyorlar.
Son söz:
Mardin Belediyesinin Şahkulu Konağını, bir Soykırım Müzesine dönüştürmesini
dilerim.
No comments:
Post a Comment