Siyahlar ile
beyazların aynı otobüste seyahat etmesinin, aynı musluktan su içmesinin
yasaklandığı bir çağda değiliz, bu doğru. Bu konuda insanlığın katettiği
mesafenin büyük çoğunluğunun siyahların varoluş mücadelelerine ait olduğunu
eklemek de gerekiyor fakat malesef yirmi birinci yüzyılda ırkçılığın kökünün
kazındığı söylenemez. Demokrasisi ile övünen Avrupa Birliği son seçimlerle
birlikte göçmen karşıtı ırkçı neonazi partilerin AB parlamentosunda çoğunluk
olmasına kapıyı açmış ve burjuva demokrasisi insanlık suçlarına karşı etkili
bir panzehir olamamış hatta ırkçılık bu yolla tescillenerek
meşrulaştırılmıştır.
AB’de durum
böyleyken ABD’de de Ferguson’da yaşananlara bakarak ırkçılığın yok olmadığını
aksine kapitalizmin sömürüsünün arttırmasıyla doğru orantılı olarak sınıfsal
karakteriyle daha da derinleştiğini söyleyebiliriz. Ferguson kasabasında 18
yaşında siyahi genç Mike Brown’un polis kurşunuyla hayatını kaybetmesi sonrası
halk büyük bir direnişe başladı. Direniş esnasında polisin saldırısı sonucu bir siyahi genç daha hayatını
kaybetti. Önceki yıllarda hatırlanacağı üzere 17 yaşındaki Trayvon Martin de
Florida’da kapuşon taktığı için şüpheli görülüp polis kurşunuyla öldürülmüştü.
Trayvon’u vuran polis George Zimmerman yargılanarak beraat etti. Siyahi gençlerin
potansiyel suçlu olarak görülmeleri ve polisler tarafından infaz edilmeleri
yeni değil. Bunun gibi cinayetler siyahi başkan Obama döneminde de devam ediyor
çünkü sorun salt olarak siyahi olmaları değil. Bu isyanın içinde büyük bir
sınıfsal öfke mevcut. Basketbolcu Kerim Abdül Cabbar da, Ferguson isyanını “Bu
ırk değil sınıf savaşı” diye tarifliyor. Katledilen siyahi gençler belirli bir
gerçeklikten geliyor. Bölgede işsiz kesimin büyük çoğunluğunu siyahi ABD
vatandaşları oluşturuyor.
Yaşları 16-24
arasındaki Afrikalı-Amerikan erkeklerin yüzde 47’si işsiz. Çalışma yaşamına
siyahilerin katılımı düşük çünkü pek çoğu beyazlara ait olan şirketlerde işe
alımlarda beyazlar tercih ediliyor. Siyahlar sistemin dışına itilirken bir
yandan da kendilerinin seçmediği yaşamları yüzünden potansiyel suçlu ilan
edilebiliyorlar. Bunun en büyük kanıtı Ferguson’da geçen yıl, trafikte
durdurulanların yüzde 86’sının, arananların yüzde 92’sinin ve tutuklananların
yüzde 93’ünün siyah olması.
Beyazlar ise
tarihten ‘miras’ avantajlarını ve sermaye birikimlerini korurken siyahlar daha
da derinleşen bir yoksulluğa sürükleniyor. Bunlar gözönüne alındığında Ferguson
direnişi ateşlenmeyi bekleyen bir fitilin tutuşması olarak okunabilir. Emekçi
kesim arasında bir ayrışmalar yok çünkü Ferguson direnişinde siyahlar ile
birlikte direnen beyaz ABD’lileri de görebiliyoruz. ABD yönetimi bölgeye asker
göndererek direnişi kırmaya çalıştıkça, sokağa çıkma yasağı ilan ettikçe,
Amerikan anaakım medyası göstericileri vandallar olarak aktardıkça, gazeteciler
gözaltına alındıkça, ‘Amerikan Rüyası’nın gerçek yüzü deşifre oluyor. Liberalizme sıkıştırılan ‘özgürlük’ kavramı
direnişlerle yeniden tarifleniyor ve
kendisine komünalist bir yol arıyor.
Yeryüzünün
lanetlileri ayağa kalktıkça mesafeler kısalıyor ve Ferguson, Atina, Lice,
Okmeydanı aymı barikatta birleşiyor.
Mike, Berkin,
Alexis ve Ceylan elele tutuşuyor ve bize şunu söylüyor;
“Anlatılan
senin hikayendir!”
Fraksiyon, 27 Ağustos 2014
No comments:
Post a Comment