L'argent
ne circule qu'au crépuscule
Para ancak
alacakaranlıkta dolaşır…
- Avrupa sineması şimdiye kadar, sürekli olarak
kötüye giden ekonomik, politik krizden, bunların da ötesinde, hiç çözülmemiş
göçmen sorununa evrilen ahlaki krizden, göçmenlerin yabancı ülkelerden gelip
Avrupa Birliği sınırları içine girmeye çalışırken genellikle maruz kaldıkları
kötü muamelelerden pek söz etmedi.
Benim bu
problemin çözümüne dair bir yanıtım yok, fakat yine de konuya (filmim gerçekçi
olmasa da) değinmek istedim.
Işte bu
amaçla yollara düşmüş Aki Kaurismäki… Italya'dan Hollanda’ya denize kıyısı olan
ülkelerdeki limanları tek tek dolaşmış… malum, göçmenler yük gemileri, balıkçı
tekneleri veya kayıklarla önce bu ülkelere (Yunanistan, Italya, Ispanya…)
ulaşmaya çalışıyorlar.
Bu şekilde
araya taraya filmin çekileceği liman şehrine karar veriliyor: Fransa’da Le
Havre...
Le Havre
limanında bir ülkeden diğerine aktarılmayı bekleyen içleri çeşit çeşit mallarla
dolu yığınlarca kutu (konteyner) var. Bazı kutuların içinde ise
aç-susuz-havasız bekleşip duran insanlar…
-Fransa’da bizim mottomuz « özgürlük, eşitlik ve kardeşlik »tir
(“Liberté,
égalité,fraternité”).
Sanırım
bunların içinden sizin filme dahil ettiğiniz « kardeşlik » idi ?
- Diğer
ikisi zaten her zaman fazla iyimserdi. Fakat kardeşlik, …onu her yerde
bulabilirsiniz, Fransa’da bile!
Fransa’daki
kardeşlik Marcel Marx‘in çevresinde (André Wilms) örülüyor filmde. Çok sevgili
karısının, mahalle esnafının sade hayatları çevresinde… Tabii bir de sevimli
köpeği Leika var.
Marcel
Paris’teki yazarlık macerası başarısızlıkla sonuçlanınca kendini bu liman
şehrinin hayata tutunabileceği bir mahallesine atmıştır... Ayakkabı boyayarak,
evde bir çorba kaynatacak, akşamları da bir-iki tek atabilecek kadar gelir
sağlamaktadır…
Derken bu
mahallenin odağına bir çocuk yerleşir.
Aslında
Ingiltere’deki annesine ulaşabilmek üzere yola çıkmış ve Le Havre limanında
polisle burun buruna geldiğinde kaçmayı başarmış Afrikalı Idrissa.
La
Havre’daki kenar mahallelerde de tıpkı bizim toprağımızda olduğu gibi misafirin
baş üstünde yeri var…davetsiz bile olsa.
Çürümekte
olan insanlığa onurunu geri kazandırma çabası gibi belki, bir masal anlatıyor
bize film.
Bugünün
şartlarında pek de gerçekçi olmayan…herkesin hatta polis müfettişinin bile
vicdanı değerleri olduğu bir masal.
- Her zaman masalların adil versiyonlarını tercih ettim, mesela kırmızı başlıklı kızın kurda yem olmadığı… Fakat gerçek hayatta kurtları bile Wall Street’teki soluk yüzlü adamlara tercih ederim.
Aki Kaurismäki için milliyetler, diller, ülkeler bir sınır teşkil etmiyor. O insan davranışının heryerde aynı olduğunu ta 1990 yılında verdiği röportajlarında da söylemiş, şimdi de aynı çizgide duruyor. 2006 yılında 78. Akademi ödülüne Finlandiya’dan aday gösterildiğinde ABD’nin yabancılar politikasını protesto etmek amacıyla töreni boykot ediyor.
- Film festivalini
değil, ABD hükümetini boykot ettim. Havaalanında elimde biletimle beklerken
Abbas’ın ülkeye girişine izin verilmediğini duydum. Ve düşündüm ki, eğer ABD
hükümeti Iranlı bir film yapımcısını istemiyorsa, Finlandalıyı da
istemeyecektir. Ve ben istenmediğim yere gitmem.
Le Havre
filminin sinematogrofik referanslarını geçmişte buluyoruz. Yönetmen, Bresson,
Becker, Melville, Tati, René Clair, Marcel Carné hepsini bir parça göstermeyi
istemiş…hatta kendinden pek fazla birşey katmadığını ifade ediyor [1,2]. Marcel
Carné'nin bazı filmleri üzerinde özellikle çalıştığını…
- Sinema
1962’de öldü, sanırım ekim ayındaydı.
Böyle
konuşan bir yönetmenin günümüzde mi yoksa geçmişte mi geçtiği tam belirli
olmayan bir film üretmesi şaşırtıcı değil. Her durumda sorun hep aynı sorun.
Göçmen sorunu.
-0-
Film
bitti.
Bu
seferlik iyi bitti…
Erkenden
tenhalaşmış meydandan, kilise çanları eşliğinde ve seri adımlarla uzaklaşırken,
Nedendir
bilmiyorum, Aki’nin yaptığı işi Murathan Mungan’ın gölge kuşları’na(*)
benzettim.
Le Havre’ı
izlemek,
Sabırlı ve
bilge gölge kuşlarının,
zamana
hiiiç aldırmadan,
hüzünlü
bir Pazar akşamı üzerinden süzülüp gitmesi gibiydi.
Onlar
süzülürken, kanatlarının meydan yerine ve kalbimize düşen gölgelerini,
hiçbir
kaba kuvvetin asla çiğneyip geçemeyeceğini bilmek gibiydi...
Böylece
süzülerek ufukta kayboldu gölge kuşları.
Puslu bir
liman şehrine doğru.
...
Not 1: Le
Havre’da 1971 yılında kurulmuş bir Fransiz rock grubu da (Little Bob) filmde
mini bir konser veriyor.
http://www.littlebob.fr
Not 2:
Geniş spektrumdaki müziklerin listesini aşağıdaki linkte bulabilirsiniz:
http://www.cinezik.org/critiques/affcritique.php?titre=havre
Not 3:
Leike yönetmenin kendi köpeğiymiş ve 5 kuşaktır oyuncu olduğu iddia ediliyor...
Not 4: Aki
Kaurismäki sevenler 1990 yılında verdiği şu röportajına bir gözatsın derim
http://www.youtube.com/watch?v=d9tp8rAaTsE
Not 5: Bu
arada sevenlerine bir müjde: Fransa’daki Le Havre, yönetmenin başka ülkelerin
başka şehirlerinde çekmek istediği bir trilojinin ilk filmiymiş…
Not 6:
Göçmen sorunu ile ilgili sinekiyatri sayfalarında gündeme alınan diğer filmler:
Cennet
Batıda, Illégal, Lorna'nın Sessizliği, Sonsuzluk ve Birgün, Biutiful
Kaynaklar:
1-
http://www.cine-region.fr/news/cannes-64%C3%A8me-le-havre-le-plus-beau-pays-du-monde
2-
http://soundcolourvibration.com/film-reviews/le-havre-from-director-aki-kaurismaki/
(*):
Murathan Mungan, "Sairin Romanı", Metis Yayinlari, 2011
(Alıntı)
No comments:
Post a Comment