Wednesday, 20 August 2014

Bu mevzuda kimsenin kimseye sallayacak yüzü yok!


Umur Talu
utalu@htgazete.com.tr


20 Ağustos 2014 Çarşamba 05:30:12Güncelleme: 08:57:23

Birkaç gündür “sosyal” medyada bazı yeni ve eski yazılarım epeyce tedavülde.

İkisi özellikle “iktidarın İsrail ikiyüzlülükleri” üzerine:

2 Ağustos’taki “Cesaretin bu kadarı da fazla” ve 13’ündeki “Alacaksın limanı, isteyeceksin tepeyi geri” başlıklı yazılar.

Yazılar daha ziyade,  “Cemaat” mensuplarının ilgisini çekmiş; iktidara karşı elden ele, dilden dile dolaşıyor.

Sorun şu ki, ben bunları senelerdir yazıyorum.

O vakit o taraflarda pek ilgi çekmiyordu herhalde.

Nitekim “Cemaat” mensupları, Likud İsrail’i, ABD şahinleri, her ikisinin de kıymetli temsilcisi ABD Büyükelçisi Edelman üzerine peş peşe yazarken Edelman’ın bana cevabı neden Zaman gazetesinde verdiğini de merak edebilir.

Ben çok merak etmiştim açıkçası.

O vakit o konuda da yazdım.

O sıra bir yazım Hint Körfezi’nde binlerce can alan deprem ve tsunamide, “ABD erken uyarı sistemi”nin, kimi yerlere uyarı yaparken, yoksul halkları neden umursamadığına dairdi.

Epeyce ayrıntılı; mevzu ABD’de de tartışılmaya başlanmıştı.

Bugün Havuz Medyası’nın en son modelini kullandığı “çanak soru” sistemiyle, karşısına Zaman’’ın seçkin mensuplarını alan Edelman bana laf yetiştirmişti.

Nitekim gazeteciler “Edelman’la beyin fırtınası” dediler; sanki gazetecinin görevi buymuş gibi. (Tabii bugün Havuz’daki niceleri de beyinsiz fırtınaya tutulmuş durumda!)

Şimdi bu İsrail mevzuunda  kesin hattımı koyayım da karışmasın her şey:

Ne ulusalcı-cumhuriyetçi paşa ve paşaseverlerin; ne Ofer’in lüferine baygın iktidarın; ne de Edelman’dan Mavi Marmara’ya “Cemaat”in kendi arşivini unutup başkasına sallayacak hali var.

Tamam mı!

İktidarı sevenler havuzcusuna soracak; siz yazabilir misiniz, diye.

Cemaat tabanı da medyasına soracak; siz neden hiç yazamadınız diye.

Ulusalcı da paşasına soracak; sahi siz ne yapmıştınız diye.



***

Ocak 2010’dan “Bir yastıkta değil miydiniz” başlıklı yazımla tamamlayayım:

İnsanları, ırklarını, kimliklerini değil; devletlerin insanlara yaptıklarını; utançlarını da utanmazlıklarını da eleştirirken “devlet büyükleri”nce “Yahudi düşmanı” diye damgalanmışım.
“İsrail, Filistin’i tarumar ederken tank ihalesini nasıl olur da İsrail devletinin yarı batık firmasına verirsiniz; onca şaibe ile?” diye ısrarla yazmışım...
Devrin Genelkurmay Başkanı Kıvrıkoğlu, “Bunlar Yahudi düşmanı” diye tankı üstümüze sürmüş.
“İsrail uçakları Filistin’i bombalarken Hava Kuvvetleri Komutanı nasıl olur da kendi kullandığı F-16 ile ihale için İsrail’e uçar?” diye sormuşum, “Fırtına”lı aleni tehdide maruz kalmışım.
“Kuşadası’nı, Galata’yı, Tüpraş hisselerini Ofer’e nasıl elden verirsiniz?” diye ısrarla sormuşum...
Erdoğan, “Bunlar sermaye ırkçısı, Yahudi düşmanı” demiş.
Mayınlı arazinin İsrail sermayesine peşkeşine tavır koymuşuz...
Başbakan aynen suçlamış, “Orada İzak değil vatandaşım çalışacak” deyip İsrailli patronu kutsarken, İsrailli işçi İzak’ı da, TC vatandaşı İzak’ı da vurup geçmiş!

Şimdi köpüren Başbakan’a, Dışişleri’ne bakıyorum...  Ne diyeceğim, bilemiyorum.
“Irkçılık mazlumu” tarihten gelip ırkçılaşabilen İsrail zihniyetine sertlik yetiştiriyor.
Bize de “İsrail’e karşı devletimiz yanında” saf tutmak kalıyor!

Sevgili okur...
Dilerim o safı, “ABD’li şahin Yahudi örgütü JINSA madalyalı” başbakanlar ile generallerin komutuyla değil, vicdanınızla bulursunuz.
Çünkü İsrail’in “varlığını savunma” güdüsünün vardığı zulümle aynı yatağa siz girmediniz; ben de girmedim.
Yatak “Teröre karşı istihbarat işbirliği” renginde nevresime sahipti.
“Ortadoğu’da iki demokrasi” kıvamında örtüsü mevcuttu.
“Stratejik işbirliği” dokusunda cibinlikle örtülmüştü.
“Konya’dan havalanan İsrail uçaklarıyla manevra” ile kolalı yastık atılmıştı, birlikte kocamak için.
“Tank ihalesi, helikopter nihalesi, zırhlı nevalesi” tadında çarşaf serilmiş, komisyonlarla tutturulmuştu.
“ABD imalatı” ortopedik döşek, “İran, Irak, Suriye, Filistin, Lübnan” gibi yaylar üzerine langadank konmuştu.
Yorgan altında sadece aşk yaşanmıyor, İsrail istihbaratının ciritleri, darbecinin İsrail kucağında oynaşması, sivil-askeri komisyonlarla kan ter içinde kalınıyordu.

Siz o yatakta değildiniz. Ben de değildim.
Biz, devlet değiliz ya, elbet İsrailli çocukları katleden bir saldırıya da yanabiliyor, ama sıklıkla da, çünkü her an düşüyorlardı, Filistin’in kavruk, ablukada, bombalarda, göçte, kadersizlik ve nasipsizlikte, yaşarken ölen ve ancak ölünce yaşayabilen, duvarlara zincirli çocuklarında, o da hatırlarsak, vicdan oluyorduk.

Ne ihaleye çıktık, ne komisyon aldık, ne de madalya!
Devlet, bizim vicdanlarımızla hareket etmeyecek kadar büyük; resmiyetin, reel politikanın, ihalenin, stratejinin vicdanı, sizinkileri taşıyamayacak kadar küçük ve soğuktu.

Şimdi, öyle de böyle... afra da tafra.

Bir zaman İsrail’le ortak yatağı eleştiren herkese “anti semit” diyebilenler; başbakan, komutan, diplomat ya da şu gazeteci... nasıl da sert!
Bir ahlak, bir temizlik, bir cesaret.

İyi de hangi devlet ne kadar temiz ve ahlaklı olabilir ki!

Not: Bu konuda kısa bir arşiv için


No comments:

Post a Comment