Umur
Talu
utalu@htgazete.com.tr
20 Ağustos 2014 Çarşamba 05:30:12Güncelleme:
08:57:23
Birkaç
gündür “sosyal” medyada bazı yeni ve eski yazılarım epeyce tedavülde.
İkisi
özellikle “iktidarın İsrail ikiyüzlülükleri” üzerine:
2
Ağustos’taki “Cesaretin bu kadarı da fazla” ve 13’ündeki “Alacaksın limanı,
isteyeceksin tepeyi geri” başlıklı yazılar.
Yazılar
daha ziyade, “Cemaat” mensuplarının
ilgisini çekmiş; iktidara karşı elden ele, dilden dile dolaşıyor.
Sorun şu
ki, ben bunları senelerdir yazıyorum.
O vakit o
taraflarda pek ilgi çekmiyordu herhalde.
Nitekim
“Cemaat” mensupları, Likud İsrail’i, ABD şahinleri, her ikisinin de kıymetli
temsilcisi ABD Büyükelçisi Edelman üzerine peş peşe yazarken Edelman’ın bana
cevabı neden Zaman gazetesinde verdiğini de merak edebilir.
Ben çok
merak etmiştim açıkçası.
O vakit o
konuda da yazdım.
O sıra bir
yazım Hint Körfezi’nde binlerce can alan deprem ve tsunamide, “ABD erken uyarı
sistemi”nin, kimi yerlere uyarı yaparken, yoksul halkları neden umursamadığına
dairdi.
Epeyce
ayrıntılı; mevzu ABD’de de tartışılmaya başlanmıştı.
Bugün
Havuz Medyası’nın en son modelini kullandığı “çanak soru” sistemiyle, karşısına
Zaman’’ın seçkin mensuplarını alan Edelman bana laf yetiştirmişti.
Nitekim
gazeteciler “Edelman’la beyin fırtınası” dediler; sanki gazetecinin görevi
buymuş gibi. (Tabii bugün Havuz’daki niceleri de beyinsiz fırtınaya tutulmuş
durumda!)
Şimdi bu
İsrail mevzuunda kesin hattımı koyayım
da karışmasın her şey:
Ne
ulusalcı-cumhuriyetçi paşa ve paşaseverlerin; ne Ofer’in lüferine baygın
iktidarın; ne de Edelman’dan Mavi Marmara’ya “Cemaat”in kendi arşivini unutup
başkasına sallayacak hali var.
Tamam mı!
İktidarı
sevenler havuzcusuna soracak; siz yazabilir misiniz, diye.
Cemaat
tabanı da medyasına soracak; siz neden hiç yazamadınız diye.
Ulusalcı
da paşasına soracak; sahi siz ne yapmıştınız diye.
***
Ocak
2010’dan “Bir yastıkta değil miydiniz” başlıklı yazımla tamamlayayım:
İnsanları,
ırklarını, kimliklerini değil; devletlerin insanlara yaptıklarını; utançlarını
da utanmazlıklarını da eleştirirken “devlet büyükleri”nce “Yahudi düşmanı” diye
damgalanmışım.
“İsrail,
Filistin’i tarumar ederken tank ihalesini nasıl olur da İsrail devletinin yarı
batık firmasına verirsiniz; onca şaibe ile?” diye ısrarla yazmışım...
Devrin
Genelkurmay Başkanı Kıvrıkoğlu, “Bunlar Yahudi düşmanı” diye tankı üstümüze
sürmüş.
“İsrail
uçakları Filistin’i bombalarken Hava Kuvvetleri Komutanı nasıl olur da kendi
kullandığı F-16 ile ihale için İsrail’e uçar?” diye sormuşum, “Fırtına”lı aleni
tehdide maruz kalmışım.
“Kuşadası’nı,
Galata’yı, Tüpraş hisselerini Ofer’e nasıl elden verirsiniz?” diye ısrarla
sormuşum...
Erdoğan,
“Bunlar sermaye ırkçısı, Yahudi düşmanı” demiş.
Mayınlı
arazinin İsrail sermayesine peşkeşine tavır koymuşuz...
Başbakan
aynen suçlamış, “Orada İzak değil vatandaşım çalışacak” deyip İsrailli patronu
kutsarken, İsrailli işçi İzak’ı da, TC vatandaşı İzak’ı da vurup geçmiş!
Şimdi
köpüren Başbakan’a, Dışişleri’ne bakıyorum...
Ne diyeceğim, bilemiyorum.
“Irkçılık
mazlumu” tarihten gelip ırkçılaşabilen İsrail zihniyetine sertlik yetiştiriyor.
Bize de
“İsrail’e karşı devletimiz yanında” saf tutmak kalıyor!
Sevgili
okur...
Dilerim o
safı, “ABD’li şahin Yahudi örgütü JINSA madalyalı” başbakanlar ile generallerin
komutuyla değil, vicdanınızla bulursunuz.
Çünkü
İsrail’in “varlığını savunma” güdüsünün vardığı zulümle aynı yatağa siz
girmediniz; ben de girmedim.
Yatak
“Teröre karşı istihbarat işbirliği” renginde nevresime sahipti.
“Ortadoğu’da
iki demokrasi” kıvamında örtüsü mevcuttu.
“Stratejik
işbirliği” dokusunda cibinlikle örtülmüştü.
“Konya’dan
havalanan İsrail uçaklarıyla manevra” ile kolalı yastık atılmıştı, birlikte
kocamak için.
“Tank
ihalesi, helikopter nihalesi, zırhlı nevalesi” tadında çarşaf serilmiş,
komisyonlarla tutturulmuştu.
“ABD
imalatı” ortopedik döşek, “İran, Irak, Suriye, Filistin, Lübnan” gibi yaylar
üzerine langadank konmuştu.
Yorgan
altında sadece aşk yaşanmıyor, İsrail istihbaratının ciritleri, darbecinin
İsrail kucağında oynaşması, sivil-askeri komisyonlarla kan ter içinde
kalınıyordu.
Siz o
yatakta değildiniz. Ben de değildim.
Biz,
devlet değiliz ya, elbet İsrailli çocukları katleden bir saldırıya da
yanabiliyor, ama sıklıkla da, çünkü her an düşüyorlardı, Filistin’in kavruk,
ablukada, bombalarda, göçte, kadersizlik ve nasipsizlikte, yaşarken ölen ve
ancak ölünce yaşayabilen, duvarlara zincirli çocuklarında, o da hatırlarsak,
vicdan oluyorduk.
Ne ihaleye
çıktık, ne komisyon aldık, ne de madalya!
Devlet,
bizim vicdanlarımızla hareket etmeyecek kadar büyük; resmiyetin, reel
politikanın, ihalenin, stratejinin vicdanı, sizinkileri taşıyamayacak kadar
küçük ve soğuktu.
Şimdi,
öyle de böyle... afra da tafra.
Bir zaman
İsrail’le ortak yatağı eleştiren herkese “anti semit” diyebilenler; başbakan,
komutan, diplomat ya da şu gazeteci... nasıl da sert!
Bir ahlak,
bir temizlik, bir cesaret.
İyi de
hangi devlet ne kadar temiz ve ahlaklı olabilir ki!
Not: Bu
konuda kısa bir arşiv için
No comments:
Post a Comment