Sunday, May 18, 2014
Ferda Koç Erdoğan’ı devirecek olanın da düşürecek olanın da ABD ve yerli tekelci sermaye olduğu, halkın nufuz edemediği bir “oyun” düzleminin süreci belirlemesidir asıl tehlikeli olan kendisini devlet iktidarına taşıyan tarihsel blok parçalanan, iktidarının önünü açan emperyalist merkezlerin etkin desteğini yitiren Tayyip Erdoğan egemen sınıfların devlet güdümlü dar bir fraksiyonuna ve iç savaş psikolojisiyle konsolide ettiği Türk-Sünni orta alt sınıflara dayanarak iktidarını sürdürmeye çalışıyor. Emniyet, istihbarat ve adli bürokrasi içerisinde yeni ittifaklar kurarak kontrol sağlayan Erdoğan’ın devlet içerisindeki iktidarına ordu şimdilik “tarafsız” kalarak yol veriyor. Erdoğan Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturup 1.5 yıl sonra yapılacak seçimlerde meclis çoğunluğunu tazeleyerek egemen güçlerin kabullendiği bir “Ortadoğu diktatörü” olarak “yeniden doğma” peşinde.
Erdoğan’ın, TÜSİAD, Koç Grubu, Doğan Medya
gibi geleneksel egemen sınıfların sembolik merkezlerinin açık desteğini
yitiren, ABD, İsrail ve AB gibi küresel emperyal merkezlerin “kaygıyla”
karşıladıkları Ortadoğu diktatörlüğü rotasını tamamlayıp tamamlayamayacağı
konusunda bir kestirimde bulunmak güç. ABD emperyalizminin hegemonik gücünün
uğradığı erezyon, AB’ni kuşatan ekonomik durgunluk ve Ortadoğu’nun yeniden
sömürgeleştirme stratejisinin Suriye İç Savaşı’nın kaybedilmesi, Arap
Baharı’nın kaotik sonuçları, Rusya’nın etkili blokajı sonrasında revizyona
sokulmak üzere askıya alınması Erdoğan’a ala Turka bir Putin olabilmesi için
ihtiyaç duyduğu “boşluğu” yaratabilir. Başından itibaren devlet himayesinde
palazlanabilen yerli burjuvazimizin, Erdoğan’ın devletin bütün musluklarını
kontrol altına aldığı koşullarda direnme takati bulamayabileceği de hesaba
katıldığında, Erdoğan’ın “mahallenin kabadayısı” olmasının ciddi bir olasılık
olduğu söylenebilir.
Genel geçer kavramlarla konuşacak olursak
durum şöyle görünüyor: Oligarşi ciddi bir siyasi temsil krizi içindedir.
Neoliberal politikaların uygulanması ve topluma kabul ettirilmesi açısından
Erdoğan’dan başka bir siyasi seçenek ufukta görülmemektedir. Diğer taraftan bu
seçeneksizliğin farkında olan Erdoğan ülke bütçesi kadar bir nakiti kendisinin
ve “yandaş” sermayesinin cebine doldurarak neoliberal talanın “Aslan Payı”nı
almakta, “talan” pratiğini neopopülist yoksulluk yönetimiyle bütünleyerek
Türk-Sünni orta alt sınıfları yedeklemekte, yeni bir “tarihsel blok”
oluşturarak iktidarına giderek güçlenen bir “özerklik alanı” yaratmaktadır. Böylece
Erdoğan, emperyalizm ve oligarşiden görece özerk bir “yeni sömürge Bonapartı”
olma yolunda ilerliyor.
Gerçekten de tablo bu mu? Bu tabloda eksik bir
şey yok mu? Erdoğan’dan bırakalım Bonapart’ı bir Saddam bile çıkabilir mi?
Sondan başlayarak cevaplayacağım: Erdoğan’dan
Bonapart da çıkmaz, Saddam da çıkmaz, hatta Tayland’ın hırsız popülisti Thaksin
Shinawatra bile çıkmaz!
Erdoğan’ın Soma’da market içindeki
görüntülerinden yansıyan korkaklığından hareketle söylemiyorum bunu. Bütün
diktatörler korkaktır. Bonapartisti de kuklası da korkaktır. Zalimliklerinin
kaynağı korkularıdır zaten.
Ama Erdoğan’ın asıl sorunu burada değil.
Sömürge tipi faşizmin iktidarı olmanın temel kuralında. Sömürge tipi faşizmin
örgütleyici merkezi kontrgerilladır; yani MİT’dir, polis örgütüdür, ordudur.
Erdoğan MİT’i Fidan’la “kontrol altına” alırken kiminle aldı? Polis örgütünün
kontrolünü Cemaat’ten alırken kiminle aldı? Ordu’yu yeni “tak-şak paşası” ile
mi kontrol ediyor. Gerçekte bugün bu örgütlerin yönetim kadroları hangi odaklardan
devşiriliyor ve bu odakların “asıl merkez”den yani Pentagon’dan, CIA’dan, NATO
karargahından, ABD Dışişlerinden kopup Tayyip Erdoğan’ın arkasına kayıtsız
şartsız dizildiğini düşünmek saflık değil midir?
Polisin “ülkücüleri”, MİT’in “eski yıldızları”,
ordunun NATO’dan gelen “sütre gerisine geç!” talimatıyla Balyoz’a yol veren
kurmayları “Erdoğan’ın karizmatik liderliğinin” büyüsüne kapılıp asıl
merkezlerine sırt mı döndüler; yoksa Cemaat boşluğuna doluşarak Erdoğan’la
faşist merkez bürokrasisi arasında yeni bir Amerikancı koalisyonun altyapısını
mı oluşurdular? Tabii ki ikincisi!
Öyleyse Erdoğan gerçekte ne yapıyor? Eski bir
danışmanının deyişiyle yalnızca “deliğe süprülmemeye” çalışıyor! Dikleniyor ama
gerçekte dik durmuyor; kendisini ABD’ye yeniden kabul ettirebilmek için
debeleniyor. ABD’ye senin her ekibinle çalışır, her stratejinde yer alırım
benden iyi “partner” bulamazsın diyeceği anı yakalamaya çalışıyor. Yerli
tekelci sermaye ile açtığı arasını ABD üzerinden yeniden yapmanın yolunu arıyor.
Asıl tehlikeli olan işte bu denklemdir.
Erdoğan’ı devirecek olanın da düşürecek olanın da ABD ve yerli tekelci sermaye
olduğu, halkın nufuz edemediği bir “oyun” düzleminin süreci belirlemesidir asıl
tehlikeli olan. Ve Erdoğan “sandık ta sandık” derken aslında siyasetin bu oyun
düzlemiyle sınırlanmasını istiyor. Sandık ta sandık diyen her siyasi merkez de
“bu oyunda oynayabileceğini” düşünüyor.
Erdoğan’dan Bonapart da çıkmaz, Saddam da
çıkmaz. “Bakarsın çıkar” diyen, Türkiye’nin Düzeni’ni hiç kavrayamamış demektir.
No comments:
Post a Comment