Leonor
Fini L’eau endormie (Sleeping Waters) 1962
“Gelecekte, görünürde birbiriyle çelişen bu iki halin, rüya ile gerçekliğin, mutlak bir gerçeklik içinde, tabir-i caizse sürrealite içinde çözüleceğine inanıyorum” diye açıklıyor yazar André Breton, Sürrealizm Manifestosu’nda. Breton’un kelimeleriyle “saf psişik bir kendiliğindenlik (otomatizm)” olarak tanımlanan Sürrealizm hareketi, 1924 tarihli bu yazıyla ortaya çıkmış oluyor.
1920’lerde doğan bu yenilikçi kültürel hareket sürrealizmle çokça ilişkilendirilenler arasında Max Ernst, Salvador Dalí, Man Ray, Hans Arp, Marcel Duchamp ve Yves Tanguy gibi isimler yer alıyor. Ne kadar ilginçtir ki hepsi erkek.
Dorothea
Tanning (1910-2012)
Birthday
(1942) – Dorothea Tanning
“Gözünüzü
iç dünyanızda tutun ve reklamlardan ve aptallardan ve film yıldızlarından
-eğlenmeye ihtiyaç duymanız dışında- uzak durun” diyor Tanning 2002 senesinde
Salon’a. Kendi kendini yetiştirmiş ve 2012’de 101 yaşında hayata gözlerini
yuman sanatçı, hayal gücünün dünyalarını özenle ayrıntılandırıp zengince
renklendirdiği resimleriyle insanları büyüledi.
En
bilinen eseri, 1942 tarihli “Doğum günü”, Tanning’in göğüslerini açığa vuran ve
eski püskü, Şekspirvari bir kıyafet giydiği otoportresini sunuyor. Ayaklarının
önünde siyah kanatlı efsanevi bir tüylü yaratık dinleniyor ve ardında,
kapılardan bir bitimsiz yol sonsuzluğa uzuyor.
“1936’da
MoMA’daki sürrealist sergisini gördüğümde, bilinçaltının -ruhun derinliklerini
sırlarını bulmak, sapkınlıklarını yüceltmek için tarayarak- arapsaçını
göstermedeki cüretkârlığından etkilenmiştim.” Devam ediyor, “Aynı göle atlama
dürtüsünü duydum, -onlardan biriyle tanışmamdan önce sığ yerlerinde yürümüştüm
bu yerin. Her neyse, gerçekten atladım. Korkunç derecede çekici bir insan
topluluğuydu bu. New York’u seviyorlardı, hazırcevaplığı seviyorlardı, oyunları
seviyorlardı.”
Sonraki
senelerinde bir yazar ve şair olarak da ünlenen Tanning, aynı zamanda heykel
sanatçısı Max Ernst’e âşıktı. 30 sene boyunca, Max Ernst’in 1978’deki ölümüne
dek evli kaldılar.
Bridget Bate Tichenor (1917-1990)
İsimsiz,
Bridget Bate Tichenor, 1976
Tichenor,
sonraları Meksika’yı kendine ev edinmiş Fransız uyruklu bir ressamdı. 16
yaşında hâlâ Paris’teyken, Coco Chanel için ve Man Ray’in de dâhil olduğu
birçok fotoğrafçıya modellik yaptı. Sanatçı, 1950’lerde Leonora Carrington ve
Remedios Varo gibi büyülü gerçekçi ressam dostlarıyla bir topluluk oluşturarak,
temelli Meksika’ya taşınmak için ikinci kocasını terkedip, Vogue’taki işinden
ayrıldı.
Tichenor’un
16. Yüzyıl İtalyan Rönesans sanatından ilham alan resimleri, geleneksel boyama
yöntemleriyle Mezoamerikan mitolojisi ve ezoterizmi gibi alışılmışın dışındaki
ruhani etkileri birleştirdi. Çalışmaları çoğunlukla, onu kendini keşfetme ve
ruhani uyanışa doğru kişisel bir yolculuğa iten maskeler, sahte kılıklar ve
çıldırmış insan yüzleri içeriyor.
Toyen (1902-1980)
Toyen,
La Guerre, 1945
Marie
Čermínová olarak doğan Toyen, ismini bırakarak kendine Fransızca citoyen
(vatandaş) kelimesinden gelen cinsiyetsiz bir takma ad edindi. Kendinden sıkça
eril zamirler kullanarak bahsetti ve eşcinsel tutkularını hayatı ve sanatı
aracılığıyla ifade etmekte sınır tanımadı.
Sanatı
bağlamında, Çekoslovak avangardının önde gelen isimlerindendi; bir anlamda
diller, vajina dudakları, vajinal açıklıklar, fallik satranç taşları, lezbiyen
orjileri ve penisler hayal ederek uyuyan bir kadın içeren erotik çalışmalarıyla
tanınıyordu.
“Toyen’in
bütün yapıtları, kendi tatminiyle beslenip büyüyen bir tutkuya dönük olarak,
dış dünyanın düzeltilmesi dışında başka bir şeyi amaçlamaz” yazıyor Benjamin
Peret 1953’te. Nitekim çalışmaları, kalbi erotik dürtüler ve hayvan
içgüdüleriyle atıp, açıklanmayı istemeyen bir iç dünya için esrarengiz sahneyi
inşa ediyor.
Kay Sage (1898-1963)
Kay
Sage, Arithmetic of Wind, 1947
Zengin
bir New York ailesinin çocuğu olarak doğan Sage, ebeveynlerinin ayrılmasının
ardından annesiyle İtalya’ya taşındı. 1930’ların sonlarında, genç bir İtalyan
asilzadesiyle evlenip boşanmasının ardından, sürrealist sanata olan tutkusunu
keşfetti.
“Kay
Sage’i bir sürrealist sayıyorum; çünkü André Breton ve grubunun değer verdiği
rahatsız edici çelişkiler ve sanrısal niteliklerle dolup taşıyor” yazıyor
biyografisti Judith D. Suther. “Daha da önemlisi, Sage’i bir sürrealist
sayıyorum çünkü sürrealist kimliğine olan bağlılığı bir sanatçı olarak
öz-görüntüsünün merkezinde yatıyor.”
Sage’in
çalışmaları mimari özellikte, türlü malzemelerin gölge ve kıvrımlarını konu
alıyor ve sanat tarihçisi Whitney Chadwick’ göre, “Sürrealizmde başka bir yerde
bulunmayan, arındırılmış bir biçimin aurası ve bir hareketsizlik ile yaklaşan
bir kıyamet algısıyla ile dolu.”
Sage,
1940’ta sürrealist dostu Yves Tanguy’la evlendi ve ikilinin tutkulu, iniş
çıkışlı bir beraberlikleri oldu. Eşinin ölümünün ardından, onun “her şeyi
anlayan tek dostu” olduğunu belirtti. Sanatçı, Tanguy’un ölümüyle ve biraz da
görüşüne engel olan kataraktı sebebiyle çalışmalarını bıraktı, 1963’te ise
intihar etti. İntihar notunda şöyle yazıyordu: “Yves’in onu tanımadan önce
gördüğüm ilk resmi, ‘Seni bekliyorum’ idi. Gelmiştim. Şimdi yine beni bekliyor
– yola çıkıyorum.”
Leonor Fini (1907-1996)
Leonor
Fini, L’Entracte de l’Apotheose (Interlude of the Apotheosis), 1938-39
Fini,
Buenos Aires, Arjantin’de doğup İtalya’da büyüdü. Hiçbir zaman resmi olarak
eğitilmedi ve bir genç kız olarak, oküler bir rahatsızlık geçirmesinin ardından
aylarını gözleri bandajlı olarak geçirdi. Bu dönemde içgörüler deneyimlemeye
başladı, bunları sanatına yansıttı. Hieronymous Bosch ve Bronzino gibi
sanatçılardan ilham alan Fini, güçlü ve cinsel olarak özgürleşmiş kadınların
karamsar betimlemeleriyle tanındı. Yarı insan yarı hayvan hadım imgelemleri,
kılık değiştirme ve bıçak çekme, cesur betimlemelerini nitelendiriyor. Aynı
zamanda 1942’de, bir erkeğin ilk erotik portresini yarattı.
Fini’nin
çalışmalarındaki kökten feminizmin kanıtı, özel hayatını da kapsadı. Gururlu
bir biseksüeldi ve evlilik düşüncesine olan tiksintisini sık sık ifade etti.
“Evlilik bana hiç çekici gelmedi” diyordu. “Bir tek insanla beraber hiç
yaşamadım. 18 yaşımdan beri bir tür topluluğun içinde; atölyem, kedilerim ve
arkadaşlarımla -sevgili olarak sayabileceğim bir adam ve arkadaşım
sayılabilecek diğer ikisiyle- beraber büyük bir evde yaşamayı tercih ettim. Bu
her zaman böyle yürüdü.”
Bu
bohem ve ikon kadın görülmeye değerdi; saçlarını genelde mavi, turuncu, kırmızı
ya da altın rengine boyar ve partilere erkek giysileriyle –veya yalnızca bir
çift bot ve tüylü bir pelerin giyerek katılırdı. Her zaman kendi tiyatrosunu
sevmiş ve yaşamıştı. Aynı zamanda yatağını ve yemek saatinde masasını
paylaştığı 17 iran kedisinin annesiydi.
Gösterişli
kişiliğine rağmen, asıl görevi her zaman kadın sanatçı kapsamını genişletmek
oldu. “Bir hokkabaz gibi gerili ipte yürüyor; bunu yapmayı sıra dışı kariyeri
boyunca öğrendi” diye açıklıyor Sarah Kent, Telegraph‘ta. “Gösterişli narsistin
tehdit oluşturmayan rolünü üstleniyor; bir yandan da usulca daha zorlayıcı ve
tartışma yaratan bir iş olan sanatçılığa devam ediyor.”
Dora
Maar (1907-1997)
Dora
Maar, Portrait de Picasso, 1998
Henriette
Theodora Marković olarak doğan Maar, genellikle esin kaynağı olarak görülen
Pablo Picasso ile ilişkilendirilir. Ancak Maar, kendi biçemini yaratmış bir
sanatçıydı, Picasso’nun “Guernica”sına katkıda bulunduğu gibi kendi
çalışmalarından oluşan kapsamlı bir dizisi de vardı. Fransa’nın Tours şehrinde
doğmuş, Arjantin’de büyümüştü; 19 yaşında Paris’e taşındı ve fotoğraf eğitimi
aldı.
Maar,
Picasso ile bir fotoğraf setinde çalışırken tanıştı; kendisi 28, Picasso ise 54
yaşındaydı. Maar kısa zamanda kübist sanatçının metresi ve ilham kaynağına
dönüştü; onun için modellik yaptı, çalışmalarına katkıda bulundu ve onları
belgeledi. İlişkileri dokuz sene boyu sürdü.
Picasso’yla
olan ilişkisi bittikten ve Picasso, Françoise Gilot ile bir ilişkiye
başladıktan sonra Maar, kendini Katolik olmaya adadı ve şu kelimelerle ünlendi:
“Picasso’dan sonra, Tanrı.”
Maar’ın
mirası Picasso ile olan romantizminin de ötesine varıyor. Mary Ann Caws’ın The
Guardian’da belirttiği gibi, “Sevgilisinin betimlemeleri üzerine, onun
çalışmalarından ortaya çıkardığı kendi betimlemelerini çizdi. Bu, sahip olduğu
güç hakkında çok şey söylüyor. Görüntüsünü açığa vuruş biçimi, kendi kalbinin
bu vasıtası, hak ettikleri kadar ciddiye alınmadı. Söylendiği gibi Picasso’yu
‘taklit’ etmiyordu; bunun için fazlasıyla zekiydi. Picasso’nun yaptığı, kendi
portrelerini de ‘taklit’ etmiyordu. Bu trajedilerinin temsillerine katkıda
bulunuyordu, onun çalışmalarını fotoğraflarken yaptığı gibi.”
Stella Snead (1910-2006)
Stella
Snead, Eclipse of the Moon, 1942
Snead
Londra’da doğmuş ve genç yaşta annesiyle beraber evden kaçtı; bulundukları yeri
akli dengesi bozuk ve potansiyel olarak tehlikeli babasından gizli tuttu.
20’li
yaşlarında, büyük olasılıkla babasından kalan, genetik bir yatkınlığı bulunan
depresyona yakalandı. “Onu, bunu ve şunu dene” yazmıştı. “Tatmin yok, yalnız,
sıkılmış. 20’li yaşlarımın başında ağır depresyonlar ortaya çıkmaya başladı,
kendine acıyan türdendi bunlar ve aylar boyu geçmezlerdi. Çok ağladım, ayılar
gibi kış uykusuna yatmak veya çok yaşlı ya da ölü olmak istedim.”
1936’da
bir arkadaşının resmine hayran kalmasıyla hayata döndü, öyle ki kendisi de
sanat yaratmaya karar vermişti. Resimleri, tümü çarpık ve her şeyi gören bir
bakış açısıyla deneyimlenmiş gece paleti, yabancıl hayvanlar, New Mexico tarzı
uçaklar, antik heykel ve kalıntılar, karmaşık kadınsı biçimlerle
nitelendirilir.
1950’de
tekrar depresyonla savaşmasının ardından resme aniden ara verdi. Hayatının
sonuna doğru Snead, bir sanatçı olarak “yeniden keşfedilmişti” ve eserlerine
olumlu bir eleştirel yanıt alma şansını buldu.
“1998’de,
88 yaşıma girmiştim ve bir ressam olarak yeniden keşfedilmek için zaman
tükeniyordu” yazıyordu. “Birden kapılar sonuna dek açılmıştı ve Neil Zukerman
orada, tam da bunu yapmak için duruyordu! 1999 Nisan’ında kişisel bir sergi;
fiyakalı bir katalog; coşku, cesaret, incelik, güvenilirlik, cömertlik. Ne
güzel şans!?”
“Cherchez la femme: Kadın ve Sürrealizm” 15
Eylül’den 17 Ekim 2015’e dek Sotheby’s, New York’ta.
Kaynak: Huffington Post