28/01/2015
Çocukluğumdan
bu yana pek alerjik olduğum bazı kelimeler var benim; biri ‘güvenlik’, bir
diğeri ‘milli.’
Politik bir
ailede büyümedim. Öyle olsa belki durum daha anlaşılır olurdu. Ama insiyaki bir
şekilde içinde bu kelimeler geçen kurum ve kavramları da oldum olası sevemedim.
Konsey, ders,
mahkeme… Hep güvenlik için!
İlkokuldayken
her akşam siyah beyaz TV’lerimizde
açıklamaları okunan bir ‘Milli Güvenlik Konseyi’ vardı mesela. Suratsız
adamlardı, pek sevmezdim. Üstelik hem milli hem güvenlik vardı içinde. Ama hiç
hayırlı bir icraatını görmedik. Bilakis…
Lisede de
yine ikisinin bir arada olduğu bir ders vardı ‘Milli Güvenlik Dersi.’ Lise talebelerine hangi akla hizmet top tüfek ve tank çeşitleri, askeri rütbeler
gibi şeyler öğretiliyordu bilmiyorum (Fark ettiyseniz derste öğretilenler
hakkında en ufak bir fikrim de yok hâlâ). Hatırladığım, bu ders ve bu dersin
kendini okulda değil karargâhta zanneden rütbesini bilemediğim hocasıyla
yaşadığımız münakaşa yüzünden dersten kovulduğum ve okuldan atılmama ramak
kaldığı. Kendisine ‘Komutanım’ demeyişime biraz içerlemişti sanırım.
Sonrasında
içinde bu kelimeler geçen başka kavramlar da oldu tabii hayatımızda. ‘Devlet
Güvenlik Mahkemesi’ gibi. Devlete bağlılığı biraz şüpheli vatandaşlar için
tarih tekerrür edebilir. Zira 16 yaşındayken ‘Milli Güvenlik’ dersi hocası
tarafından dersten atılan ben, adliye
stajı sırasında da ceza veren mahkemeleri soran savcıya DGM’yi saymayı unutup
sonra da, “Olmasalar daha iyi belki de o yüzden unutmuşumdur” dediğim için
“Stajını yakarım” tehdidiyle karşılaşmıştım. Savcı bey devletin güvenliğini o
kadar önemsiyordu ki bunu temin eden mahkemelere dil uzatan ‘küstah’ stajyer
avukata tahammülde zorlanmıştı tahminimce.
Devlet
Güvenlik Mahkemeleri hiç kimsede güzel anılar bırakmadı. Başkaları benim kadar
şanslı değildi. O mahkemelerden çıkan kararlar pek çok insanın hayatını
kararttı. Herkesçe malum.
Neyse ki bu
karanlık günler geçmişte kaldı. Askeri vesayet yıkıldı. Artık okullarımızda
üniformalı askerlerin girdiği ‘Milli Güvenlik’ dersleri yoktur sanırım. Eh
şükürler olsun Devlet Güvenlik Mahkemeleri de kapandı bitti. Gerçi çıkan bazı
kararlardan devletin güvenliğini en önemli vazifesi haline getirmiş hakim ve
savcılarımızca bu ruhun azimle yaşatılmaya çalışıldığı hissine kapılmıyoruz
değil.
Son derece
korkutucu düzenlemeler
Bu uzun
girizgâhlı yazının konusu içinde yine ‘güvenlik’ kelimesi geçen bir yasa paket.
Güvenlik dendi mi zaten biz vatandaşlar için pek hayırlı olmayacak gelişmelere
gebe bir durumla karşı karşıya olduğumuzu anlayacak kadar mesai harcadık bu
memlekette.
Öte yandan
epey vakittir, meclisimizden paket paket özgürlük ve demokrasi (!) çıkmasına da
alıştık. Yeni hukuk anlayışımız, mecliste hazırlanan şahane sürprizli yargı
paketlerinden müteşekkil. Geçmişten örnekler verip istihza ederek bizatihi
kendisi sıkıcı bir müessese olan hukuka dair, son derece korkutucu düzenlemeler
içeren bir yasal düzenlemeyi yazarken daha az sıkıcı olmaya çalışsam da
imkanlar kısıtlı malum.
Hepimizin
hayatını ve özgürlüklerini,
hukuksuzluğa, denetimsizliğe ve keyfiyete teslim etmeye namzet görünen ‘İç
Güvenlik Yasa Tasarısı’ 22 Ocak 2015
Perşembe günü üst komisyonda kabul edildi.
Otoriter
polis devleti yolunda son hamle
Bu yasanın
geçmesi halinde Türkiye otoriter polis devleti yolunda son hamleyi de yapmış
olacak. Nasıl mı? Şöyle:
‘Kişi
Güvenliği Hakkı’nın ruhuna fatiha: Anayasa ve uluslararası sözleşmelerle
güvence altına alınmış ‘Kişi Güvenliği Hakkı’nın ruhuna fatiha okuyacağız.
Daha geniş
silah kullanma yetkisi: Toplumsal olaylarda zaten gözünü budaktan esirgememesi
(!) ve öldüresiye saldırmasıyla maruf polisimizin silah kullanma yetkisi
genişletilecek.
Durdur, ara…:
Savcı talimatı olmadan kullanamadığı
yetkileri artık doğrudan kullanabilecek polis; istediği kişiyi ve aracı
hakim kararı olmaksızın durdurma ve arama, aldığı tedbirlere uymayanlar
hakkında yargı denetimine tabi olmayan müdahalelerde bulunma imkanına sahip
oluyor.
Özel hayata
ağır müdahale: Telefonunuzun 48 saat boyunca hâkim kararı olmadan
dinlenebilmesi gibi son derece geniş ve özel hayata, haberleşme gizliliğine
ağır müdahale niteliğinde yetkilerden söz ediyoruz, şakası yok.
Yargının
yetkilerini gasp: Kamu güvenliğini sağlamak adı altında siyasi otorite adeta
yargının yetkilerini gaspediyor.
Bakan ve
valilere olağanüstü yetkiler: İçişleri bakanı ve vali olağanüstü yetkilerle
donatılıyor. Valinin; doğrudan gözaltı kararı verebilmesi, toplumsal olaylarda
belediye araç gereçlerine el koyabilmesi ve personeline doğrudan polis zoruyla
emir verebilmesi, savcı yetkilerini kullanabilecek polisleri ataması gibi.
Toplantı ve
gösteri hakkına engelleme: Mevcut yasal rejimde dahi, fiiliyatta son derece ölçüsüzce ve hukuksuzca
sınırlanabilen toplantı ve gösteri hakkı bu yeni tasarıyla tamamen
engellenebilir bir hâl alıyor.
Afiş,
pankart, slogana üç yıl: Kanunların suç saydığı nitelikte afiş, pankart, slogan
altı aydan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılıyor. Bizim polis ve
savcılarımızın neredeyse her pankartı kanunların suç saydığı nitelikte görmeye
ne kadar meyilli olduğu hepimizce bilinen gerçek.
Yüzünü örtene
dört yıl: Kimliklerini gizlemek amacıyla yüzlerini tamamen veya kısmen bez ve
sair unsurlarla örterek katılanlar iki yıl altı aydan dört yıla kadar hapis
cezası tehdidiyle karşı karşıya. Yani polisin attığı biber gazından korunmak
için yüzünüzü kapattıysanız kendinizi en az 2,5 yılla yargılanırken bulmanız
mümkün.
Tabii ki
devletin bölünmez bütünlüğü için
Adına ‘İç
Güvenlik Yasası’ denen bu yasanın gerekçelerinde elbette, devletin ülkesi ve
milletiyle bölünmez bütünlüğünden, kamu düzeninden, genel güvenlikten
bahsolunuyor sıklıkla.
Zaten biz de
aksini beklemezdik. Çünkü bu ülkede insanların hayatını karartan tüm uygulama
ve düzenlemeler devletin bölünmez bütünlüğü için yapılır. Bireylerin hakları ve
özgürlükleri ellerinden alınarak ‘kamu güvenliği’ sağlanır. Bilmediğimiz şey
değil.
Uçuruma gider
gibi
Lakin bu
denli yargı denetimini devre dışı bırakan düzenlemeler karşısında anlaşılan o
ki polis devleti düzenine doğru hızla gidiyoruz, uçuruma gider gibi.
Bazılarınız
diyebilir ki ‘E zaten öyleydik’, fiili durumun hukuki zemine ve meşruiyete
kavuşması karşısında doğacak ‘rahatlık ve özgüven’i dikkate alarak, sokaklarda
olabilecekleri düşünmelerini öneririm bunu söyleyenlere.
‘Demokrasi
sabah kapınız çaldığında gelenin sütçü olduğuna emin olmaktır’ sözü pek bir
beğeniliyordu ya son 10 yıldır… ‘Darbe’ ve askeri vesayet karşıtı yeni
Türkiye’nin kalemleri filan da pek böbürleniyorlardı ya bu tam teşekküllü
demokrasiyle… Artık sabaha karşı kapımız çalındığında gelenin sütçü olmadığına
emin olabileceğimiz günler çok yakın…
No comments:
Post a Comment