Wednesday, 4 February 2015

Sabah kapı çaldığında gelenin sütçü olmadığından emin olacağınız günler yakın I Hürrem Sönmez


 28/01/2015

Çocukluğumdan bu yana pek alerjik olduğum bazı kelimeler var benim; biri ‘güvenlik’, bir diğeri ‘milli.’

Politik bir ailede büyümedim. Öyle olsa belki durum daha anlaşılır olurdu. Ama insiyaki bir şekilde içinde bu kelimeler geçen kurum ve kavramları da oldum olası sevemedim.

Konsey, ders, mahkeme… Hep güvenlik için!

İlkokuldayken her akşam siyah beyaz  TV’lerimizde açıklamaları okunan bir ‘Milli Güvenlik Konseyi’ vardı mesela. Suratsız adamlardı, pek sevmezdim. Üstelik hem milli hem güvenlik vardı içinde. Ama hiç hayırlı bir icraatını görmedik. Bilakis…

Lisede de yine ikisinin bir arada olduğu bir ders vardı ‘Milli Güvenlik Dersi.’  Lise talebelerine hangi akla hizmet  top tüfek ve tank çeşitleri, askeri rütbeler gibi şeyler öğretiliyordu bilmiyorum (Fark ettiyseniz derste öğretilenler hakkında en ufak bir fikrim de yok hâlâ). Hatırladığım, bu ders ve bu dersin kendini okulda değil karargâhta zanneden rütbesini bilemediğim hocasıyla yaşadığımız münakaşa yüzünden dersten kovulduğum ve okuldan atılmama ramak kaldığı. Kendisine ‘Komutanım’ demeyişime biraz içerlemişti sanırım.

Sonrasında içinde bu kelimeler geçen başka kavramlar da oldu tabii hayatımızda. ‘Devlet Güvenlik Mahkemesi’ gibi. Devlete bağlılığı biraz şüpheli vatandaşlar için tarih tekerrür edebilir. Zira 16 yaşındayken ‘Milli Güvenlik’ dersi hocası tarafından dersten atılan ben,  adliye stajı sırasında da ceza veren mahkemeleri soran savcıya DGM’yi saymayı unutup sonra da, “Olmasalar daha iyi belki de o yüzden unutmuşumdur” dediğim için “Stajını yakarım” tehdidiyle karşılaşmıştım. Savcı bey devletin güvenliğini o kadar önemsiyordu ki bunu temin eden mahkemelere dil uzatan ‘küstah’ stajyer avukata tahammülde zorlanmıştı tahminimce.

Devlet Güvenlik Mahkemeleri hiç kimsede güzel anılar bırakmadı. Başkaları benim kadar şanslı değildi. O mahkemelerden çıkan kararlar pek çok insanın hayatını kararttı. Herkesçe malum.

Neyse ki bu karanlık günler geçmişte kaldı. Askeri vesayet yıkıldı. Artık okullarımızda üniformalı askerlerin girdiği ‘Milli Güvenlik’ dersleri yoktur sanırım. Eh şükürler olsun Devlet Güvenlik Mahkemeleri de kapandı bitti. Gerçi çıkan bazı kararlardan devletin güvenliğini en önemli vazifesi haline getirmiş hakim ve savcılarımızca bu ruhun azimle yaşatılmaya çalışıldığı hissine kapılmıyoruz değil.

Son derece korkutucu düzenlemeler

Bu uzun girizgâhlı yazının konusu içinde yine ‘güvenlik’ kelimesi geçen bir yasa paket. Güvenlik dendi mi zaten biz vatandaşlar için pek hayırlı olmayacak gelişmelere gebe bir durumla karşı karşıya olduğumuzu anlayacak kadar mesai harcadık bu memlekette.

Öte yandan epey vakittir, meclisimizden paket paket özgürlük ve demokrasi (!) çıkmasına da alıştık. Yeni hukuk anlayışımız, mecliste hazırlanan şahane sürprizli yargı paketlerinden müteşekkil. Geçmişten örnekler verip istihza ederek bizatihi kendisi sıkıcı bir müessese olan hukuka dair, son derece korkutucu düzenlemeler içeren bir yasal düzenlemeyi yazarken daha az sıkıcı olmaya çalışsam da imkanlar kısıtlı malum.

Hepimizin hayatını  ve özgürlüklerini, hukuksuzluğa, denetimsizliğe ve keyfiyete teslim etmeye namzet görünen ‘İç Güvenlik Yasa Tasarısı’  22 Ocak 2015 Perşembe günü üst komisyonda kabul edildi.

Otoriter polis devleti yolunda son hamle


Bu yasanın geçmesi halinde Türkiye otoriter polis devleti yolunda son hamleyi de yapmış olacak. Nasıl mı? Şöyle:

‘Kişi Güvenliği Hakkı’nın ruhuna fatiha: Anayasa ve uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınmış ‘Kişi Güvenliği Hakkı’nın ruhuna fatiha okuyacağız.

Daha geniş silah kullanma yetkisi: Toplumsal olaylarda zaten gözünü budaktan esirgememesi (!) ve öldüresiye saldırmasıyla maruf polisimizin silah kullanma yetkisi genişletilecek.

Durdur, ara…: Savcı talimatı olmadan kullanamadığı  yetkileri artık doğrudan kullanabilecek polis; istediği kişiyi ve aracı hakim kararı olmaksızın durdurma ve arama, aldığı tedbirlere uymayanlar hakkında yargı denetimine tabi olmayan müdahalelerde bulunma imkanına sahip oluyor.

Özel hayata ağır müdahale: Telefonunuzun 48 saat boyunca hâkim kararı olmadan dinlenebilmesi gibi son derece geniş ve özel hayata, haberleşme gizliliğine ağır müdahale niteliğinde yetkilerden söz ediyoruz, şakası yok.

Yargının yetkilerini gasp: Kamu güvenliğini sağlamak adı altında siyasi otorite adeta yargının yetkilerini gaspediyor.

Bakan ve valilere olağanüstü yetkiler: İçişleri bakanı ve vali olağanüstü yetkilerle donatılıyor. Valinin; doğrudan gözaltı kararı verebilmesi, toplumsal olaylarda belediye araç gereçlerine el koyabilmesi ve personeline doğrudan polis zoruyla emir verebilmesi, savcı yetkilerini kullanabilecek polisleri ataması gibi.

Toplantı ve gösteri hakkına engelleme: Mevcut yasal rejimde dahi, fiiliyatta  son derece ölçüsüzce ve hukuksuzca sınırlanabilen toplantı ve gösteri hakkı bu yeni tasarıyla tamamen engellenebilir bir hâl alıyor.

Afiş, pankart, slogana üç yıl: Kanunların suç saydığı nitelikte afiş, pankart, slogan altı aydan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılıyor. Bizim polis ve savcılarımızın neredeyse her pankartı kanunların suç saydığı nitelikte görmeye ne kadar meyilli olduğu hepimizce bilinen gerçek.

Yüzünü örtene dört yıl: Kimliklerini gizlemek amacıyla yüzlerini tamamen veya kısmen bez ve sair unsurlarla örterek katılanlar iki yıl altı aydan dört yıla kadar hapis cezası tehdidiyle karşı karşıya. Yani polisin attığı biber gazından korunmak için yüzünüzü kapattıysanız kendinizi en az 2,5 yılla yargılanırken bulmanız mümkün.

Tabii ki devletin bölünmez bütünlüğü için

Adına ‘İç Güvenlik Yasası’ denen bu yasanın gerekçelerinde elbette, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünden, kamu düzeninden, genel güvenlikten bahsolunuyor sıklıkla.

Zaten biz de aksini beklemezdik. Çünkü bu ülkede insanların hayatını karartan tüm uygulama ve düzenlemeler devletin bölünmez bütünlüğü için yapılır. Bireylerin hakları ve özgürlükleri ellerinden alınarak ‘kamu güvenliği’ sağlanır. Bilmediğimiz şey değil.

Uçuruma gider gibi

Lakin bu denli yargı denetimini devre dışı bırakan düzenlemeler karşısında anlaşılan o ki polis devleti düzenine doğru hızla gidiyoruz, uçuruma gider gibi.

Bazılarınız diyebilir ki ‘E zaten öyleydik’, fiili durumun hukuki zemine ve meşruiyete kavuşması karşısında doğacak ‘rahatlık ve özgüven’i dikkate alarak, sokaklarda olabilecekleri düşünmelerini öneririm bunu söyleyenlere.

‘Demokrasi sabah kapınız çaldığında gelenin sütçü olduğuna emin olmaktır’ sözü pek bir beğeniliyordu ya son 10 yıldır… ‘Darbe’ ve askeri vesayet karşıtı yeni Türkiye’nin kalemleri filan da pek böbürleniyorlardı ya bu tam teşekküllü demokrasiyle… Artık sabaha karşı kapımız çalındığında gelenin sütçü olmadığına emin olabileceğimiz günler çok yakın…

No comments:

Post a Comment