Sunday 15 February 2015

İnsanlığın bittiği yerde erkeklik başlar – Özgür Babaoğulları

15 Şubat 2015

Sadistliği su götürmez bir vakayı eleştirmek kolay, maazallah herkes abdest alıp iki Fatiha okur gibi tepkilere doymamakta. Oysa bu pislik evde, okulda ve sokakta boy veriyor. Daha minicik çocukken pipinin ne kadar değerli, kadınınsa canımız sıkılınca tekmelenecek denli bir şey olduğunu öğreniyoruz

Kadının dikenli patikalarda yürütüldüğü bu ülkede hayat, erkek denen yontulmamış densizler ordusuna vakfedilmiş dört şeritli gıpgıcır pembe otobanlı tecavüz yolları açmaktan ibaret. Tıpkı insanaltı sadist güdülerle işlenmiş bir cinayette etek boyu ölçen akademisyen unvanlı bir zevzeğin pembe otobüs fikri gibi. Yahut canı ve karnı burnunda kadında ahlak ilkesi arayan herif-i na-şerif gibi. Özgecan gitti. Haberlerde gördüm, hakikaten özge bir can. Katil zanlısı yaratığı da gördüm. Deliller son derece müspet, rahatlıkla konuşabilirim: Tecavüzcü her yaratık gibi yüzünde beşeriyete dair herhangi anlamlı bir kıvılcım bulunmayan insanaltı bir yaratık. Yüzüne dikkatlice bakın, nette fotoğrafları mevcut. Benzeri tüm yaratıklardan hiçbir farkı olmayan şablon bir tip. Asıl sorun şu: Bunlar ürüyor, hem de o kadar çok ki…

Ürüyorlar, hem de milyonlarca… Öyle ki, bu ülkede her birey önce ne insan, ne kadın, ne çocuk olarak doğar: Yalnızca ve yalnızca önce “erkek” olarak doğuyoruz. Kadın bile olsa önce “erkek” olarak doğurulur ve “erkek” yetiştirilir. Bu topraklarda beşeriyet, medeniyet, tarih vs yoktur: Adına her ne denirse densin önce “erkeklik” vardır. Medeniyet, beşeriyet, ahlak, ecdat, din, milliyet vs adına her ne denirse özünde hepsi palavra. Hepsi aslında tek bir şeydir: Erkeklik! Ondandır ki bu topraklarda “erkekliğin” dışında her şey ötelenir, yaşatılmaz. Az ve azınlık olsun istenir. Denemesi bedava: Erkekçe olmayan hiçbir yolla iş bulamazsınız. Erkekçe olmadan yemek yiyemez, gülemez, eğlenemez, sevişemez, okuyamaz, evlenemez, kızlı-kızlı, kızlı-erkekli, insan insana oturamaz, konuşamaz, düşünemezsiniz. Nefes almak, su içmek dahil erkekçe olmadan yapılan her şey ayıplanır, dışlanır, gayrı meşru görülür. Din, ahlak, milliyet, eğitim, kültür her şeyin en genel belirleyen ve kapsayıcı kümesi merkezine erkekliğin oturduğu bir kocaman boş kümedir. Hülasa, o yüzdendir ki bu topraklarda beşeriyet ve onu ima edecek gerçek anlamıyla bir medeniyet yoktur, erkeklik vardır. Bu toprakların olmayan medeniyetinin merkezinde -insan vs elbet fazla lüks- erkekler ve erkeğe benzeyenler olabilir ancak.
Dikkat, erkek çıkabilir!

Erkekler, kadın kılığına girip tenha bir sokakta yürümeye çalışsınlar. Laf yemeden geçebilecekleri bir tane sokak bulamazlar. Hadi kadın kılığına girmek “erkekliğe” zeval verir. İnternet bağlantısı olan bir bilgisayar bulup kadın ya da çocuk takma ismiyle bir sohbet sitesine girip beklesinler. Birkaç dakika içinde onlarca kişi yazacak ve her 10 kişiden 5’i selam sabah vermeden fantezilerini yazmaya, sevişme teklif etmeye başlayacak. Geçenlerde yapılan araştırmadan sonra bizzat denedim, takma bir çocuk ismiyle girdim ve sadece on dakika içinde 50’ye yakın istismar girişimine maruz kaldım. Üstelik “çocuğum” dememe rağmen!

Vaziyet buyken Özgecan’ın akıbetine şaşırmak hakikaten zor. Çünkü bu ülkede kadınların taciz edilmeden yürüyebilecekleri sokak sayısı her şehirde bir elin parmaklarını geçmez. İstisnadır. Tersinden söylersek, güvenli sokaklar hiç yok gibidir, tüm sokaklar tehlikelidir. İstatistikler de bunu doğrular. Her yıl on bine yakın kadın tecavüze uğruyor. Her on kadından 7-8’i mutlaka tacize uğruyor, sarkıntılık görüyor. Her yıl on binden fazla çocuk da istismara uğramakta. Bunlar bir şekilde bildirimi yapılan vakalar. Gerçek sayı bunun en az 3 misli. Korktuğu, baskı gördüğü, utandırıldığı için uğradığı cinsel saldırıyı söylemeyenler, söyleyenlerin en az 2-3 misli. Adli sistemse, mağdurları yıldırmak için dizayn edilmiş gibi. Mağdurların adli süreçlerde o travmaları tekrar yaşamaları vakayı adiye. Az evvel verilen sayılara bir de genel erkek şiddeti vakalarını ekleyin. Her yıl 300’e yakın ölüm, on binlerce yaralama, dayak vs. Kadının güvenle yaşayacağı bir tek alan yok; medeniyete bak, çay demle!

Kadın reyonları

Ve bir ülke. Ülke değil fütürist ve sadist bir gerilim filmi. Dökülmeyen, elinizde kalmayacak bir yeri yok ve beşeriyete dair üretecek anlamını hepten yitirmiş bir bataklık. Her yanımız rezil kere rezil teke gibi erkeklik, ter ve pislik kokuyor. Ve bizler her tarafı kan, ter, ayak ve pislik kokan bu bünyeye iki tas su döküp abdest aldırmaya uğraşıyoruz ki sabah akşam çamaşır suyunda bekletsen arınmaz. Anamın bir sözü var: O kadar pis ki, köpek yalasa karnı doyar! Sadistliği su götürmez bir vak’ayı eleştirmek kolay, maazallah herkes abdest alıp iki Fatiha okur gibi tepkilere doymamakta. Oysa bu pislik evde, okulda ve sokakta boy veriyor. Daha minicik çocukken pipinin ne kadar değerli, kadınınsa canımız sıkılınca tekmelenecek denli bir şey olduğunu öğreniyoruz. Eve gelen amcalar ve dayılar hep pipimizi görmek istiyor. Bebekliğimizden beri pipimizin bir tür maymuncuk olduğunu anlıyoruz. Konuşmaya başlayınca anlamını bilmesek bile pipimizi bir şeylere sokup çıkarmanın, ağzımızda pipimizle dolaşmanın bizi rahatlattığına koşullanıyoruz. Salaş bir marketin sebze reyonunda geziyoruz hep. Koşup top oynayacak yaşta mahallemizin bıçkın ağabeylerinden sokakta yürüyen kadınların uzuvlarının hangi meyvelere benzediğini eşsiz mecazlarla tahsil ediyoruz. Muz, hıyar, patlıcan sair sebze ve meyveleri hep çüklerle yiyoruz. Karpuz, şeftali, domates vs ise popo ve memeyle. Soframızda hep kadınlığı katık ediyoruz. Çoğu kere sofraya dua, şükür ya da neşeyle değil; evde, sokakta, dışarıda yahut akıldaki herhangi bir kadına küfürle başlıyoruz. Yemeğin suyuna bandığımız annemiz olurken, salatanın ekşisi kız kardeşimiz oluyor. Bulaşıklarıysa hep ablamızla yıkıyoruz. Evin, okulun, sokağın ve kendimizin temizliğini hep kadının teriyle yapıyor; kirli çoraplarımızı her zaman onların dolaplarında saklıyoruz. Kaçımız birer minik firavun gibi yetişmedi ki?
Ailedeki genel tahsilimizde öğrendiğimiz ilk şeylerse “Kadın gibi ağlamamak, kırıtmamak, nazlanmamak, gülmemek ve ciddi olmak.” Önce evin erkeği olmayı öğreniyoruz. Başta annemiz ve varsa kız kardeşlerimiz olmak üzere namus diye bir şey olduğunu anlıyoruz. Namus dediysek, öyle çalıp çırpmamak, dürüst olmak, haksızlığa karşı çıkmak vs değil: Kadın bedeni. Sonra mahallemizin namusları olduğunu anlıyoruz. Okula başlayınca da tüm toplumun namusunun yani bekâretinin bizden sorulması gerektiğini. Mecazi biçimle başlayan tahsilimiz giderek daha bir ete kemiğe bürünüyor. Böylece, sebze-meyve reyonuyla başlayan kariyer de gençliğe gelince kasabın çırağı ve kalfalığına erişiyor. Yaşımız kemale erince her birimiz usta bir et simsarı; yani kasap oluyoruz.
İnsana, doğaya, çevreye ve topluma dair bilgilerimizin temeli simsarla koyun arasındaki dramatik ilişki kadar oluyor. Öncelikle nesnelerle aramızda kanlı ve ticari bir ipek yolu uzanıyor. İşte bu temele milleti, dini, ahlakı ve devleti oturtuyoruz. Üzerine koyduğumuz her yeni kavram, kasapla koyun arasında uzanan ticari yolda araçsallaşan yeni bir ürün. Başka bir ifadeyle milleti, devleti, dini, ahlakı ve toplumu hep “erkekliğince” biliyoruz. Devlet, toplum, millet, aile, din ve ahlakla kurduğumuz ilişki ticari faaliyetlerin ve metanın biriktiği birer hayvan pazarı. Ve elbet, devlet-toplum-aile-ahlak’ın döngüsel biçimde ürettiği şey de erkeklik yani pazarın bizzat kendisi oluyor. Böylesi bir döngüde şişen kof erkek egolarımızdan gayrı unutturulmak istenen hep bizzat kedimiziz. Önce kendimize, sonra kadına, sonra da tüm topluma yabancılaşmış ucube ve basit organizmalara dönüşüyor, dönüştürüyoruz. Döngünün motivasyonu erkeklik, kendisi mezbaha olunca ürettiği şey de hep kan, pislik ve ter. Ağlamayı, gülmeyi, zayıf olmayı, üzülmeyi, takdir etmeyi, sevmeyi bilmeyen; içi alabildiğince kibir, ego ve hırsla dolu; ağzında hep ben dili dolanan, alabildiğince kontrolcü, denetimci, otoriter garip yaratıklar. En tepeden en aşağıya hızla göz gezdirin: Ne kadar çok olduğumuzu göreceksiniz…

No comments:

Post a Comment