15 Şubat 2015
Gerçekten
de savaştan kaçmış, Türkiye’de kimliksiz ve statüsüz bırakılmış mültecilerin
durumu 'özgür insan ile köle' arasındaki o tarihsel ilişkiyi çağrıştırıyor.
Toplu halde toprak ağasına, dayıbaşına, bakkala, emlakçıya vs alınıp-satılan
mülteciler, Roma uygarlığından çıkıp 21. yüzyılın tarih sahnesinde boy veren
eski çağ kölelerini andırıyorlar.
Ercüment
AKDENİZ
Önce
dünyadan başlayalım. Geçtiğimiz hafta, İtalya’nın Lampedusa adası yakınlarında
meydana gelen “facia”ların bilançosu tüyler ürpertti. Haber ajansları 300’den
fazla mültecinin boğularak can verdiği bildirdi! Haber medyada geniş yer buldu.
Fakat ne yazık ki bu tip haberlerin veriliş biçimi, izleyicileri reyting
hesabıyla ekran başında tutmanın ötesine geçmedi, geçmiyor.
Yeniden
ve bir kez daha soralım; bu insanlar neden kaçıyor? Açlık, hastalık ve
savaştan... Peki bu insanlar nereye gidiyor? Kıta Avrupasına, çünkü orası
“umuda yolculuğun” adı. Ama kale duvarları gibi karşılarına dikilen sahil
güvenlik önlemleri, onları bile bile ölüm koridorlarına sürüklüyor! O zaman
tıpkı madenci ölümlerinde olduğu gibi şöyle haykırmak gerekmiyor mu; “Ortada ne
bir facia var ne de kader, yaşanan düpedüz bir katliam!”
Artık
üzeri örtülemeyecek raddeye gelmiş bu katliamlar karşısında Birleşmiş Milletler
AB’nin yeni göçmen politikalarını sorumlu tutan bir açıklama yaptı ve deyim
yerindeyse topu AB’nin kucağına attı. Fakat çok açık ki; işçi sınıfı ve
halklardan güçlü bir tepki gelmedikçe bu durum giderek yine bir “top çevirme
oyunu”na dönecek.
BİZDEKİ
MÜLTECİLERE GELİNCE...
Evrensel
Gazetesi, geçtiğimiz hafta, mülteci işçiler sorununa en çok yer ayıran gazete
oldu. Salı günü ikinci sayfasını tamamen bu meseleye ayıran gazetede Adana,
İzmir ve İstanbul-Çağlayan’dan haberler vardı. İzmir Torbalı’dan yapılan habere
herkesin dikkatini çekmek isterim. Haberde Suriyeli tarım işçilerinin kaldığı
çadır bölgesini ziyaret eden Prof. Dr. Cem Terzi bölgedeki koşulların her geçen
gün kötüye gittiğini belirterek şu tespiti yapıyor: “Köle ticaretini sadece
IŞİD yapmıyor. Bizim karşı karşıya olduğumuz bir tür köle ticareti.” Gerçekten
de savaştan kaçmış, Türkiye’de kimliksiz ve statüsüz bırakılmış mültecilerin
durumu “özgür insan ile köle” arasındaki o tarihsel ilişkiyi çağrıştırıyor.
Toplu halde toprak ağasına, dayıbaşına, bakkala, emlakçıya vs alınıp-satılan
mülteciler, Roma uygarlığından çıkıp 21. yüzyılın tarih sahnesinde boy veren
eski çağ kölelerini andırıyorlar.
Suriye’deki
savaşın öyle hemen bitmeyeceği anlaşılınca, bu ilkel manzaraya bir çeki düzen
vermek farz oldu! Üstelik tarlalarda ve izbe atölyelerde, en ilkel şartlarda
sömürülen bu insanlar, neden “modern sanayinin yeni istihdam gücüne”
dönüşmesindi? Ve Hükümet bu yönde hızla hazırlıklar yapmaya başladı.
YASAL
DÜZENLEMELER YOLDA
“...Suriye’den
gelenler için Bakanlar Kurulu kararına ihtiyaç var. Mesela açık işlerde o
işletmedeki çalışanların yüzde 10’unu geçmeyecek şekilde çalışabilirler. Açık
işlerde ve belli illerde çalışacaklar. Farklı bir asgari ücret gibi uygulama
ise kesinlikle söz konusu olmayacak...” 13 Kasım 2014’te yapılan bu açıklama
Çalışma Bakanı Faruk Çelik’e ait. 2015 Bütçe görüşmelerine gelindiğinde CHP’li
vekillerin sorusuna verdiği yanıtta Faruk Çelik bu kez şöyle diyordu: “Geçici
tanımlama kimliği dediğimiz bir kimlik verilecek.. Şu anda işçi bulmakta,
işgücü temininde zorlanılan bütün illerimize dönük açık işler var...”
Peki,
Türkiye’de işsizlik rakamları bu kadar yüksekken nasıl oluyor da bu kadar çok
“açık iş” ve istihdam açığı meydana geliyor? Aslında bu sorunun yanıtı oldukça
basit. İstanbul Hazır Giyim ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği (İHGKİB)
Başkanı Hikmet Tanrıverdi’nin açıklamasına bakınca her şey daha kolay
anlaşılıyor:
“Suriyeli
göçmenlerin Doğu’da istihdam bakımından sorun yarattığını kabul ediyorum. Ancak
Marmara Bölgesi’nde bizim sektör bakımından önemli bir kaynak oluşturuyor.
Bölgeyi onlar kurtarıyor! Suriyelilerden önce Bangladeşlileri getirme planı
vardı fakat bu şimdilik durduruldu”
Yani
tüm bu açıklamaların özeti şu; Türkiye’yi bölgenin en ucuz emek ülkesi haline
getirmek isteyen kapitalistler ta Bangladeş’ten bile işçi getirmeyi hesap
etmişler. Neyse ki Suriye’de patlak veren savaş ve ordan gelen mülteciler bu
kadar pahalı bir maliyete gerek bırakmamış! Yıllarca kayıt dışı çalıştırılan
Suriyeliler, başta tekstil ve tarım olmak üzere, Türk işadamlarını kurtaran can
simidi olmuş. Amma velakin “misafirleri” bu şekilde daha fazla sömürmek
“sürdürülebilir” değilmiş! Üstelik bu yağlı pastadan, ekonominin asıl yükünü
çeken modern sanayiciler de nasiplenmek istiyormuş!
Dört
yıl boyunca özenle Suriyelileri kayıt altına almaktan kaçınan iktidarın şimdi
neden koşar adım kayıt işlemine yöneldiğini galiba şimdi daha iyi
anlayabiliriz. Nitekim Başbakanlık Koordinasyon Toplantısına başkanlık eden
Numan Kurtulmuş, toplantı sonrası şu açıklamayı yapıyor: “Ülke gelirinin binde
21’i mültecilere harcandı... Mültecilere 5 milyar dolar harcadık... Ülkede şu
an 1 milyon 651 bin mülteci var... Bunların 1 milyon 200 bin kadarı biyometrik
kayıt altına alındı...”
Elbette
mültecileri kayıt altına almanın bazı siyasi nedenleri de var. Biz burada
sadece işin ekonomik ve sınıfsal boyutuyla yetiniyoruz. Bu açıdan görünen
fotoğraf ise tam olarak şöyle; Kayıt dışı sektörlerde sömürülen mülteciler
şimdi kayıt altına alınarak modern sektörlere hazırlanıyor. Böylece Türkiyeli
işçiler üzerinde yapılan baskı daha da arttırılıyor; ücretlerde ve çalışma
koşullarındaki çıta da iyice aşağı çekilmiş oluyor. “Açık işler” (yani
dayatılan bu koşullarda çalışmak istemeyen Türkiyeli işçilerin rağbet
etmedikleri işler) de böylece çoğalmış oluyor. İşsizlikle birlikte “açık
işleri” de çoğaltabilme becerisi elbette kapitalist ekonomiyi bir dönem daha
ayakta tutmayı hedefliyor.
Peki
bu tablodan Türkiyeli işçileri baskılayan şeyin Suriyeli işçiler olduğu sonucu
çıkar mı? CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’na göre “evet çıkar”!
ANA
MUHALEFETİN HALİ
Kılıçdaroğlu
10 Şubat 2015’te yaptığı grup konuşmasında Urfa izlenimlerini anlatıyor:
“Sabahın erken saatinde arkadaşlarımızla beraber amele pazarı denen bir yere
gittik, orada iş bekliyorlar... Suriyeliler 20 liraya çalışıyor, biz nasıl 60
liraya iş bulalım, diyorlar... 1 milyon 700 bin kardeşim, git kardeşim, baba
ocağına geri dön, sana her türlü yardımı yapacağız.” CHP bu açıklamanın
bütününde, aslında bir doğru bir de yanlış yapıyor. Sınır ülkeleriyle barışı
savunmak işin doğru tarafı. Ama bugün savaş bitse bile bu insanları geldikleri
ülkeye göndermek öyle kolay değil. Çünkü arada yıkılmış kentler ve geride
kalmış iç düşmanlıklar var. Kılıçdaroğlu’nun ve CHP’nin göremediği ya da görmek
istemediği gerçek bu. Ki bu gerçek de onun yanlışını oluşturuyor. Bu yanlışta
ısrar etmek; CHP’yi, “Türk işçisi” ile Suriyeli işçileri karşı karşıya getiren
milliyetçi bir politikaya doğru sürüklüyor.
Söyledik,
söylemeye devam edeceğiz: Patronların ve hükümetin yeni sömürü hesaplarını da,
işçiler arasındaki düşmanlık duvarlarını da parçalayacak olan Türkiyeli ve
Suriyeli işçilerin ortak mücadelesidir.
No comments:
Post a Comment