Süreyya Karacabey
Fıtrat
iyi bir sözcük değil, şeyleri bulunmaları gereken yere çivileyen düzen gibi,
özneleri de ruh iğnesiyle varsayımsal bir kendiliğin değişmez doğasına dikiyor
ve “her şey yerinde dursun da bana sorun çıkarmasın” temalı bir ideolojinin
içinde hem çivi, hem iğne, hem tutkal, hem dua, hem beddua gibi bir yığın tuhaf
işlevi yerine getiriyor. Fıtrat iyi bir kelime değil, en iyisi unutalım,
kullananları da hatırlamayalım. Ama şunu hatırlayabiliriz, ilk yağmurda eriyene
kadar buz tutmuş karlar pek havalı görünürler, sonra yağmur gelir ve onun
fiyakasını bozar ama yumuşak bir biçimde onu suya dönüştürerek bozar.
Kadınlara
gelince, onlar, zaten arkaik bir çağın başlattığı noktadan pek fazla sapmadan,
sürekli savaşarak, yağmalayarak hareket eden ve kendini evrenin merkezi sanan
insan’ı erkek adıyla vaftiz edeli çok oldu. Unutuldukları, kapatıldıkları
evlerde yemek pişirip, çocuk büyütürken, fal bakarken, nakış işlerken, niye
mutsuz olduklarını anlamaya çalışırken, dışarıdaki felaketin asıl kaynağını saf
kalmış zekalarıyla keşfettiler. Kendilerini insan-erkekten ayırmalarının başka
bir tarihi var ama tarih kelimesini sevmedikleri için yazmıyorlar henüz,
aslında, umursamıyorlar bile. Kedilerden, kuşlara, başka canlılara, başka
oluşlara bakıyorlar uzun süredir ve haklarında yazan insanla hiç ilgilenmeden
ilişki kuran kedileri örneğin model almaya çalışıyorlar. Yani bunu kavramış
kadınların ne insan-erkek umurunda, ne söyledikleri ne de onların tarih
sandıkları mayın tarlasında oynadıkları uzun eşek oyunu. Elbette onlar da
paylarına düşen felaketleri yaşıyorlar kaçınılmaz biçimde çünkü mayın tarlası
evlerin içine kadar giriyor, hatta üzülerek bazı kadınların da kurtuluşun, o
mayın tarlasındaki oyuna girmek sandığını görüyorlar, ama orada kadınlar
insan-erkek oluyor ve sonra kuşlar korkuyor, kediler tanımıyor artık onları.
Kayıplar veriyorlar.
Unutuldukları
evlerde başka bir gelişim geçiren kadınlar ise, artık erkek-insanın kurduğuna
hiç benzemeyecek bir model hakkında kafa yoruyorlar. İşledikleri nakışlara,
ördükleri battaniyelere, boyadıkları kumaşlara bakarak bir form arıyorlar.
Faldaki telvelerin bıraktığı gölgemsi şekillere de bakıyorlar, çünkü hayal gücü
biriktiricisi onlar. Artık bir şey beklemekten de vazgeçtiler, bekleyişin bütün
aşamalarını tüketerek, üzerine yığınlarca doktora tezi yazılabilecek malzeme
toplayarak, bekleyişi çok içeriden anladılar ve dışarıdan gelen bir şey
olmadığına ayıldılar. Duruyorlar, durmasını biliyorlar ama beklemiyorlar artık.
Şimdi harekete geçirebilecekleri dinamiklerin çamurunu akıtıyorlar, temiz
sularda bekletip, kaynatıyorlar ve bu dinamikleri biriktiriyorlar usulca. Uzun
süreceğini de biliyorlar çünkü her şeyi dinamik diye dolaplarına koymamaları
gerektiğinin farkındalar, uzun süreceğini biliyorlar ama onların dünyasında
zaman, insan-erkeğin zamanına benzemiyor, hırçın ve saldırgan değil zaman
algıları. Zaman içinde piştikleri bir materyal gibi, varlıklarına sinen bir
şey, ve sabırlılar. Yola çıkışın, harekete geçişin temel biçiminin ancak temiz,
arındırılmış dinamiklerden oluşturulabileceğini biliyorlar, tıpkı çürük
sebzeyle iyi yemek yapamayacaklarını bildikleri gibi.
Fıtrat
bir unutuş, bu kadınların artık eldivenle bile dokunamayacakları bir tarihin
içinde kalmış. Bakıyorlar sadece, giderek anlamıyorlar, onları anlamayı
unutmayı başarmanın en doğru nokta olduğunu biliyorlar, takımyıldızlarına,
kanaviçe yastıklara, uzak ortak anneden kalan şarkılara bakıyorlar ve yeni bir
başlangıç için ilhamlarının onlarda saklı olduğunu biliyorlar. Bütün bu
erkek-insanları ve onların binlerce yıldır yaptıklarını hatırlamayacakları bir
zaman arıyorlar, öteki canlılarla birlikte.
No comments:
Post a Comment