Sunday, 15 February 2015

Kadınlar, Fıtratlar, Başka Canlılar

Süreyya Karacabey

Fıtrat iyi bir sözcük değil, şeyleri bulunmaları gereken yere çivileyen düzen gibi, özneleri de ruh iğnesiyle varsayımsal bir kendiliğin değişmez doğasına dikiyor ve “her şey yerinde dursun da bana sorun çıkarmasın” temalı bir ideolojinin içinde hem çivi, hem iğne, hem tutkal, hem dua, hem beddua gibi bir yığın tuhaf işlevi yerine getiriyor. Fıtrat iyi bir kelime değil, en iyisi unutalım, kullananları da hatırlamayalım. Ama şunu hatırlayabiliriz, ilk yağmurda eriyene kadar buz tutmuş karlar pek havalı görünürler, sonra yağmur gelir ve onun fiyakasını bozar ama yumuşak bir biçimde onu suya dönüştürerek bozar.

Kadınlara gelince, onlar, zaten arkaik bir çağın başlattığı noktadan pek fazla sapmadan, sürekli savaşarak, yağmalayarak hareket eden ve kendini evrenin merkezi sanan insan’ı erkek adıyla vaftiz edeli çok oldu. Unutuldukları, kapatıldıkları evlerde yemek pişirip, çocuk büyütürken, fal bakarken, nakış işlerken, niye mutsuz olduklarını anlamaya çalışırken, dışarıdaki felaketin asıl kaynağını saf kalmış zekalarıyla keşfettiler. Kendilerini insan-erkekten ayırmalarının başka bir tarihi var ama tarih kelimesini sevmedikleri için yazmıyorlar henüz, aslında, umursamıyorlar bile. Kedilerden, kuşlara, başka canlılara, başka oluşlara bakıyorlar uzun süredir ve haklarında yazan insanla hiç ilgilenmeden ilişki kuran kedileri örneğin model almaya çalışıyorlar. Yani bunu kavramış kadınların ne insan-erkek umurunda, ne söyledikleri ne de onların tarih sandıkları mayın tarlasında oynadıkları uzun eşek oyunu. Elbette onlar da paylarına düşen felaketleri yaşıyorlar kaçınılmaz biçimde çünkü mayın tarlası evlerin içine kadar giriyor, hatta üzülerek bazı kadınların da kurtuluşun, o mayın tarlasındaki oyuna girmek sandığını görüyorlar, ama orada kadınlar insan-erkek oluyor ve sonra kuşlar korkuyor, kediler tanımıyor artık onları. Kayıplar veriyorlar.

Unutuldukları evlerde başka bir gelişim geçiren kadınlar ise, artık erkek-insanın kurduğuna hiç benzemeyecek bir model hakkında kafa yoruyorlar. İşledikleri nakışlara, ördükleri battaniyelere, boyadıkları kumaşlara bakarak bir form arıyorlar. Faldaki telvelerin bıraktığı gölgemsi şekillere de bakıyorlar, çünkü hayal gücü biriktiricisi onlar. Artık bir şey beklemekten de vazgeçtiler, bekleyişin bütün aşamalarını tüketerek, üzerine yığınlarca doktora tezi yazılabilecek malzeme toplayarak, bekleyişi çok içeriden anladılar ve dışarıdan gelen bir şey olmadığına ayıldılar. Duruyorlar, durmasını biliyorlar ama beklemiyorlar artık. Şimdi harekete geçirebilecekleri dinamiklerin çamurunu akıtıyorlar, temiz sularda bekletip, kaynatıyorlar ve bu dinamikleri biriktiriyorlar usulca. Uzun süreceğini de biliyorlar çünkü her şeyi dinamik diye dolaplarına koymamaları gerektiğinin farkındalar, uzun süreceğini biliyorlar ama onların dünyasında zaman, insan-erkeğin zamanına benzemiyor, hırçın ve saldırgan değil zaman algıları. Zaman içinde piştikleri bir materyal gibi, varlıklarına sinen bir şey, ve sabırlılar. Yola çıkışın, harekete geçişin temel biçiminin ancak temiz, arındırılmış dinamiklerden oluşturulabileceğini biliyorlar, tıpkı çürük sebzeyle iyi yemek yapamayacaklarını bildikleri gibi.


Fıtrat bir unutuş, bu kadınların artık eldivenle bile dokunamayacakları bir tarihin içinde kalmış. Bakıyorlar sadece, giderek anlamıyorlar, onları anlamayı unutmayı başarmanın en doğru nokta olduğunu biliyorlar, takımyıldızlarına, kanaviçe yastıklara, uzak ortak anneden kalan şarkılara bakıyorlar ve yeni bir başlangıç için ilhamlarının onlarda saklı olduğunu biliyorlar. Bütün bu erkek-insanları ve onların binlerce yıldır yaptıklarını hatırlamayacakları bir zaman arıyorlar, öteki canlılarla birlikte.

No comments:

Post a Comment