Self-portrait
as the Allegory of Painting La Pittura
Artemisia Gentileschi
18
Şubat 2015
Gencecik
bahar dalı Özgecan’ın vahşice katledilmesi cinnet sınırlarında gezinen toplumun
pimini çekti. Bu son kadın cinayeti, artık katliama varan benzer cinayetlerin
toplumun duyarlı kesimlerinde biriktirdiği öfkeyi, tepkiyi, korkuyu,
çaresizliği bir patlama ile ortaya serdi. Her gelişmenin, her olayın siyasî
husumetin, kamplaşmanın, cepheleşmenin aracı haline getirildiği bu
sağlıksız, vicdansız ortamda,
siyasî-ideolojik kavga şimdi Özgecan’ın acısı üzerinden sürdürülüyor.
Kadınlar
ayakta, gençler ayakta, siyasiler sahnede; laik kesim meydanlarda, sokaklarda,
medyada, kadın cinayetlerinin, tecavüzlerin, kadına şiddetin hesabını
iktidardan soruyor.
İktidar,
tuhaf ama anlaşılabilir bir savunma refleksiyle Özgecan’ın ailesinin etrafında
pervane. Başbakan ve eşi ellerinde sihirli değnek varmışçasına, kadına şiddetin
mutlaka sona erdirileceğini taahhüt ediyorlar. Erdoğan iki kızını Mersin’e
göndermiş, kızlar babalarının konuya ne kadar önem verdiğini göstermek için iki
lafı beceriksizce üst üste koyma telaşındalar. AKP’li kimi bakanlar,
milletvekilleri, ama sadece onlar değil kısasa kısas zihniyetinin sokaktaki
adamdan devletin en üst kademesine kadarki temsilcileri -fırsat bu fırsat- idam
cezası getirilmeli ezberini tekrarlayarak toplumun hassas sinir uçlarına
dokunup parsa toplama peşindeler. Özgecan’ın hunharca katledilmesi toplumdaki
nefrete, bozulmaya, vicdansızlaşmaya ayna tutuyor. Ve bu ayna, kimi AKP
destekçisi, iktidar yandaşı yazarların, siyasetçilerin, kimi adı ünü duyulmuş
Müslüman muhafazakâr kişilerin, fetvacı derin hocaların karanlık yüzlerini
yansıtıyor.
Bu
satırların sahipleri utanmazlar mı hiç?
Nihat
Doğan diye bir medya yaratığının attığı tweet öne çıktı, ama sadece tweet’lerde
değil gazete köşelerinde, TV kanallarında, konuya ilişkin iğrenç ya da çarpık
düşünceler beyan eden kadınlar, erkekler, yazarlar, siyasetçiler, din hocaları
ne yazık ki hiç az değil. Örneğin şu satırlar, AKP yandaşlığı ve Erdoğan
hayranlığı ile bilinen, son zamanlarda piyasaya sürülen bir kadın yazara ait.
Özellikle ünlem işaretlerini aynen koruyarak aktarıyorum:
“Özgecan’ın
ailesi Tunceli’den gelmiş. Tuncelili bir Alevî ailenin kızı. Velhasıl
Dersimli!.. Bir diğer ayrıntı ise kız yanında biber gazı taşıyor. Demek oluyor
ki bu noktada kızın tepkisini bilenler var!!! Herhangi bir minibüse binmiyor
kız. Orada bir jandarmanın (!) çevirdiği minibüse biniyor. İşin ilginç yanı,
olayda neden jandarma var (!)… Kitle eylemleri oluşturmak için uygun bir konu
seçilmiş gibi görünüyor !!! Ve olayı hemen Selahattin Demirtaş’ın sahiplenmesi
oldukça manidar…”
Tayyip
Erdoğan’ın çevresindeki paranoyak komplo teorisyenleri bile bu kadarına cesaret
edemezlerdi. Genç hanım yazarımız Ak Saray zihniyeti ve söyleminin parlak bir
örneğini sunarak Cumhurbaşkanlığı danışmanlığını gerçekten hak ediyor.
Yeni
Şafak gazetesinin bir başka kadın yazarından: “Müslüman ülke,
tecavüz…fırsatçılığa soyunmayın. Amerika’da da her iki dakikada bir kadın
tecavüze uğruyor. Şimdi çenenizi kapatın.”
Doğrudur;
çenelerimizi kapatalım, yatıp bacaklarımızı açalım, dayağı, tecavüzü sineye
çekelim, erkek şiddetine sessizce katlanalım, öldürülmeyip sağ kalırsak da
Allaha dua edelim. Nasıl olsa Amerika’da da oluyormuş böyle vakalar…
Aynı
gazetenin bir başka kadın yazarından Özgecan cinayetini protesto eden
kadınlara:
“Susun
ve doktora gidin. Bi kendinize gelin, dizilerdeki gibi kahraman mı olacaksınız
sanıyorsunuz.”
Aynı
gazeteden, kafasıyla değil cinsel organıyla düşünüp konuşmakla, Erasmus’u
orgazmus sanmakla ünlü bir adam, hem köşesinde hem çıktığı TV programında:
“Suçlu medya. Laik papazlar! Gece gündüz cinsel özgürlük, bireysellik, egoizm
naraları atarsanız olacağı bu!” diye feryad ediyor.
Bu
tarz yüzlerce alıntı yapılabilir, hem de sadece kıyı köşe yazarlarından,
iktidar kankası örtülü örtüsüz bacılarımızdan değil, muktedirlerin, siyasilerin
bizzat kendilerinden de.
Kadına
şiddetin kaynağı tam da o fıtrat işte!
Nerede
yanlış yaptık, kadına şiddetin önüne nasıl geçebiliriz? sorularına cevap
aranırken özellikle Müslüman muhafazakârların üzerinde birleştiği nokta, o
kesimden bir yazardan alıntıyla: “Müslüman bilincini kuşanmak, fıtrata dönmek”.
Kadına
yönelik şiddet ve vahşet, Diyanet İşleri Başkanı’ndan başlayıp iktidarın
sözcülerine, yazarlarına, kanaat önderlerine,hocalarına kadar, Müslüman
muhafazakâr değerlerin yitirilmesiyle, fıtrattan sapılmasıyla, “gaddar ve zalim
bir kültürün” yani Batı kültürünün iğvâsıyla, saldırısıyla açıklanıyor.
Kimileri de, ilim bilim sahibi görünmek için akıllarının boyunu aşan kaptalizm
analizlerine girişip sapla samanın karıştığı izahlar peşindeler. Ardından da,
sadece Müslüman muhafazakârlarca değil toplumun geniş kesimlerince paylaşılan
klişeleşmiş çözüm önerisi geliyor: Aile kurumunun pekiştirilmesi ve idam
cezasının geri getirilmesi…
Aile
ve idam konularını bir başka yazıya bırakıp işin bam teli olan fıtrat (insanın
yaratılıştan gelen doğası, huyu, mizacı) meselesine dönersek, kadına yönelik
şiddetin esas ve tartışılmaz kaynağı muktedir erkek fıtratıdır. Erkeklik
“fıtraten” iktidarla eşitlenir. Erkekliğin (yaratılmış değil kazanılmış)
fıtratında iktidar tutkusu, tahakküm ve
şiddet vardır. Muktedir erkek fıtratı kendini her şeyden önce kadın üzerinden
pekiştirir ve yeniden üretir.
Özellikle
tek tanrılı dinler fıtratı yaratana ve yaratılışa bağlayarak insanın kendini
aşma, özgürleşme, prangalardan kurtulma atılımını engeller. Kadere rıza
gösterme, verili düzeni ve o düzenin hakimlerini kabullenme, muktedire boyun
eğme, fıtrat kavramıyla, kader olarak dayatılır. Oysa toplumsal cinsiyet
rolleri, toplumda kadınla erkeğin yeri, kadının konumu, vb. fıtratın değil
toplumsal organizasyonun, toplumsal kültürün ve zihniyetin ürünüdür. Yaratılıştan
gelen biyolojik-fizyolojik farklılıklar kadınla erkek arasında hiyerarşik bir
durum, bir alt-üst ilişkisi değil, iki cinsiyetin eşitliğini ve birbirini
tamamlamasını sağlar. Kadınla erkek eşit değildir sözü özensiz bir dil sürçmesi
değil, fıtrat öğretisinin temel kuralıdır.
Toplumlar,
ilkel toplumlardan karmaşık organizasyona
sahip toplumlara doğru evrildikçe biyolojik farklılıklar (özellikle
kadının doğurganlığı, insan yavrusunun yaşayabilmek için bir süre ‘ana’ya
bağımlılığı, kadının savaşa, öldürmeye değil korumaya, yaşatmaya dönük
psikolojik güdüleri) erkek egemenliğini, erkek iktidarını, muktedir erkeklik
zihniyetini yaratmıştır. Muktedir erkekliğin ilk ve pervasız iktidar alanı
kadındır.
Bütün
dinler, özellikle tek tanrılı semavî dinler erkek iktidarının kaleleridir.
Bütün bu dinlerde Allah ‘baba’dır. Peygamberler, tebliğciler, din büyükleri,
ulema erkektir. Kuraları onlar koyar, kutsal kitapları onlar yazar, Allah’ın
kelamı dediklerini onlar kendi erkek dillerinden aktarır. İslamiyet (hele de
Sünnî Müslümanlık) erkek egemenliğinin mutlak ve tartışmasız olduğu dindir.
Kadın-erkek eşitliği (modern toplumda yasalara geçse bile) dinen asla kabul
edilemeyecek bir kavramdır. Muktedir Müslüman erkeğin kadına bakışı, en olumlu
yorumla, Özgecan cinayetinden sonra Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “Kadınlar
bize Allah’ın emanetidir” sözünde ifadesini bulur. Kur’an’a atfen sık sık
tekrarlanan kadın yüceltmeleri de, erkeğin dölleyip kendine evlatlar verecek
“ana kadın”la sınırlıdır. IŞİD’in, Boko Haram’ın, benzer yapıların, dünyanın
gözleri önünde sergilenen kadınlara yönelik uygulamaları bir sapmadan çok,
günümüzde kabul edilmesi güç olan aşırı bir yorum sayılabilir. Müslüman
bilincini kuşanıp fıtrata dönmeyi isteyenler, kadın konusunda aradıkları
modelin ipuçlarını IŞİD’çilerin uygulamalarında bulabilirler.
Gerçeği
görmeye cesaret edelim
Muktedir
erkekliğin kadına bakışı sadece dinî inançla değil, toplumsal yapıyla,
geleneklerle, tarihten gelen etkiler ve yerel özelliklerle karşılıklı etkileşim
içinde biçimlenir, yaygın bir zihniyete dönüşür. Gerçeği görelim: Kadın ve
cinsellik konusunda toplumumuza hakim olan zihniyet muhafazakârlığı da aşan bir
yasakçılık ve bağnazlıktır. Erkeğin şerefini namusunu, malı kabul ettiği
kadının ahlakına, faziletine bağlayan; kadının ahlakını faziletini de bacak
arasında arayan zihniyet ne bugünün iktidarıyla ne de AKP ile sınırlıdır.
Toplumsal ahlakı kadının cinselliği üzerinden tanımlayan anlayış; töre
cinayetlerinden namus cinayetlerine, beden fobisinden “kadın” demeyi bile ayıp
sayıp kadını “bayan” yapan dile, “dişi köpek kuyruğunu sallarsa” türünden
iğrençliklere, hamile kadınlar sokağa çıkmasın fetvalarına sürüp gider.
Kuşkusuz,
günümüzün muktedirleri kafalarındaki Müslüman muhafazakâr toplum modelini
hayata geçirmeye çabalarken bu ilkel ve kadın düşmanı zihniyeti attıkları her
adımla, kadın aşağılamaları ile, kadını analık işleviyle kısıtlama, kadınla
erkeği daha ilk okuldan, neredeyse beşikten birbirlerinden ayırma çabalarıyla,
kız çocukları erkek çocuklardan uzak tutmayı dindarlık ve ahlak gibi
göstermeleriyle, kadının bedeni ve yaşamı üzerinde tek hak sahibi olduğunu
inkâr eden tutum ve uygulamalarıyla pekiştiriyorlar. Tepkilerin iktidara
yönelmesinin nedeni de bu.
Peki
ne yapacağız? Kadına şiddeti engellemek için yaygın şekilde dile getirilen
ailenin güçlendirilmesi, idam cezasının geri getirilmesi, vb. önlemler ne kadar
geçerli olur? Yarına bırakalım.
No comments:
Post a Comment