Sunday 15 February 2015

Hayatım İçin Mücadele Ettim ve Kazandım

Sohaila Abdulali 17 yaşında iken

15/02/2015

Sohaila Abdulali yaşamını ABD'de sürdüren bir yazar ve gazeteci. 1980 yılında 17 yaşındayken Hindistan’ın Mumbai şehrinde bir çetenin tecavüzüne uğrayan ve hayatta kalmayı başaran Sohaila Abdulali'nin uğradığı tecavüzden üç yıl sonra Hindistan’da yayımlanan feminist dergi Manushi için yazdığı makale:

Hayatım İçin Mücadele Ettim ve Kazandım

Bundan üç yıl önce on yedi yaşındayken dört adamın toplu tecavüzüne uğradım. Adım ve fotoğrafım bu makale ile 1983 yılında yayımlanan Manushi dergisinde mevcut.

Ben Bombay’da büyüdüm ve halen Amerika’da okuyorum. Tecavüz üzerine bir tez yazıyorum ve birkaç hafta önce evime, Hindistan’a araştırma yapmak için geri geldim. Üç yıl önceki o günden beri insanların tecavüze dair fikirlerinin, tecavüz eden ve tecavüze uğrayanlar hakkındaki fikirlerinin ne kadar yanlış olduğunun son derece farkındayım. Tecavüz mağdurlarına yapıştırdıkları yaftaların da öyle. İnsanlar tekrar tekrar ölümün belki de kaybedilen o kutsal ‘bekaretten’ daha iyi olduğunu ima edip duruyorlar.  Ben bunu kabul etmeyi reddediyorum. Benim için hayatım çok değerli. Kadınların kendilerine yapıştırılacak bu tür yaftalardan korunmak için sessiz kaldıklarını ama bunu yaparken de sessizliklerinden dolayı korkunç acılar çektiklerini düşünüyorum. Erkekler pek çok nedenden dolayı hep kurbanları suçluyor, ne acayip ki kadınlar da öyle. Belki içselleştirilmiş ataerkil değerler yüzünden, belki de kendilerini böylesine ürkütücü bir ihtimale karşı sağlam kılmak için.

Ilık bir Temmuz akşamı oldu her şey. Kadınların tecavüz suçlarına karşı geliştirilmiş kanunlar talep etmeye başladıkları yıldı. Arkadaşım Raşit ile beraberdik. Yürüyüşe çıkmıştık, Bombay’ın banliyölerinden biri olan Chembur’daki evimden bir buçuk mil uzaklıkta bir yerde, bir dağ eteğinde oturuyorduk. Ellerinde orak olan dört adamın saldırısına uğradık. Bizi dövdüler, dağa tırmanmaya zorladılar ve bizi orada iki saat tuttular. Fiziksel ve psikolojik olarak istismar edilmiştik, hava kararınca bizi birbirimizden ayırdılar, çığlıklar atıyorduk. Bana tecavüz ettiler, Raşit’i de rehine olarak tuttular. Eğer ikimizden birisi direnirse, ötekisi zarar görecekti. Bu etkili bir taktikti.

Bizi öldürüp öldürmemeye bir türlü karar veremediler. 

Hayatta kalmak için elimizden ne geliyorsa yaptık. Amacım yaşamaktı, yaşamak her şeyden önemliydi benim için. Başlarda saldırganlarla fiziksel olarak mücadele ettim. Beni yere serdiklerinden sonra da sözlü olarak mücadele etmeye devam ettim. Öfkenin ve bağırıp çağırmanın bir faydası yoktu; ben de insanlıktan bahsetmeye başladım onlara, bir insan olduğumu, onların da aslında insan olduklarını anlattım durdum. Bu söylediklerimden sonra biraz daha nazik oldular, en azından bana o an tecavüz etmeyenleri. İçlerinden birisine eğer beni ya da Raşit’i öldürmezlerse,  ertesi gün geri geleceğimi ve onunla buluşacağımı, tecavüzcüm ile buluşacağımı söyledim. Bu sözlerimin bedeli benim için ifade edebileceğimden de ağırdı ama tehlikede olan iki hayat vardı ortada. Oraya tek bir şartla geri giderdim, elimde çok ama çok sivri bir alet varsa, o adamın bir daha tecavüz etmesini engelleyecek bir alet. Bana senelerce sürmüş gibi gelen bir işkencenin ardından (Sanırım on kere tecavüz ettiler ama o kadar çok canım yanıyordu ki bir süre sonra neler olup bittiğini fark edemez hale gelmiştim.) bıraktılar bizi. Bırakırken de bir erkekle yalnız olduğum için ne tür ahlaksız bir orospu olduğum üzerine uzun bir diskur çektiler. Onları en ifrit eden şey de buydu. Her seferinde sanki bana bir iyilik yapıyormuş gibi davranıyorlardı, bana bir ders veriyorlarmış gibi. 

Onlarda o gece gördüğüm ‘ben bilirimciliğin’ en fanatik haliydi.

Bizi dağdan aşağıya indirdiler, karanlık bir yolda birbirimize tutuna tutuna, yalpalaya yalpalaya yürüdük. Bir süre bizi takip ettiler, ellerindeki orağı sallayıp duruyorlardı – belki de en korkuncu buydu, kaçış çok yakındı ama ölüm hâlâ başımızın üzerinde bir yerde asılıydı. Sonunda eve vardık, yıkılmış, yaralanmış ve parçalanmıştık. İnanılmaz bir duyguydu serbest olmak, hayatımız için pazarlık etmekten ve söyleyeceğimiz her kelimeyi tartmak zorunda olmaktan kurtulmuş olmak. Her kelimemizi tartıyorduk çünkü biliyorduk onları öfkelendirmek karnımıza yiyeceğimiz bir orak manasına gelecekti. Öyle tuhaf bir rahatlama hissi kaplamıştı ki iliklerimize kadar tüm bedenimizi, sonunda kelimenin tam anlamıyla histerik bir şekilde inlemeye başladık. Tecavüzcülerime ciddi ciddi hiç kimseye bir şey söylemeyeceğime dair söz vermiştim ama eve gelir gelmez babama polisi aramasını söyledim. Ben onları endişelendirdiğim için ne kadar endişeliysem, o da o kadar endişeliydi, şaşkındı. Yaşadığımı bir daha kimse yaşamasın diye elimden gelen her şeyi yapmaya hazırdım. Polis duyarsızdı yaşadığımıza, hor gören bir tavırları vardı ve ne yapıp edip beni suçlu bulmayı becerdiler. Ne olduğunu sorduklarında, her şeyi son derece açık bir şekilde anlatmıştım. Utanan sıkılan, yanakları kızaran bir kurban olmamam tam bir rezaletti onlar için. Yaşadıklarımın herkes tarafından öğrenileceğini söylediklerinde bunun benim için sorun olmadığını ifade ettim. Dürüst olmak gerekirse ne Raşit’in ne de benim suçlanabileceğim aklımın ucundan bir kere bile geçmemişti. ‘Korunmam’ için suça yatkın gençlerin kaldığı bir eve yerleştirilmem gerekebileceğini söylediler,  bana tecavüz edenlerin yargı önüne çıkmasını sağlayabilmek için pezevenkler ve tecavüzcülerle aynı yerde yaşamaya razıydım.


Kısa süre sonra adalet sisteminde kadınlar için adalet olmadığını fark ettim. Bize dağda ne yaptığımızı sorduklarında öfkelenmeye başladım. Raşit’e neden bir şey yapmadığını sorduklarında bağırmaya başladım. Raşit’in direnmesinin benim için daha da fazla işkence demek olduğunu anlamıyorlar mıydı? Ne tür giysiler giydiğimi ve Raşit’in bedeninde neden hiç görünür bir iz olmadığını (Orağın sapıyla sürekli karnına vurdukları için iç kanaması vardı.) sorduklarında çaresizlik hissiyle ve korkuyla ağlamaya başladım. Bunun üzerine babam haklarında tam olarak ne düşündüğünü söyleyerek polisleri evden kovdu. İşte polisin bana verdiği tüm destek bundan ibaretti.

Ortada bir suç olduğuna dair hiçbir işlem yapılmadı. Polis yürüyüşe gittiğimizi ve dönüşte eve  ‘geç kaldığımızı’  yazan bir tutanak tuttu.

Neredeyse üç yıl oldu ama hâlâ bu yaşadıklarımı düşünmediğim tek bir günüm geçmedi. Güvensizlik hissi, kırılganlık, korku, öfke, çaresizlik, sürekli bunlarla mücadele ediyorum.
Bazen yolda yürürken arkamda ayak sesleri duyduğumda terlemeye başlıyorum, çığlık atmamak için dudağımı ısırıyorum. Dostane dokunuşlarda sıçrıyorum ve sıkı atkılar, fularlar filan takamıyorum. Boğazıma yapışmış iki el gibi geliyorlar bana. Erkeklerin gözünde beliren o belirli bakışı görünce yüreğim hopluyor. O bakış çok sık beliriyor erkeklerin gözünde. Ama pek çok açıdan artık daha güçlü bir insan gibi hissediyorum kendimi. Hayatımın kıymetini hiç olmadığı kadar çok biliyorum. Her günüm bir hediye. Ben hayatım için mücadele ettim ve kazandım. Olumsuz hiçbir tepki beni böyle hissetmekten, bunun olumlu bir şey olduğunu düşünmekten alıkoyamaz.

Erkeklerden nefret etmiyorum. Bu çok kolay olurdu. Hem pek çok erkek de farklı şekillerde zulüm görüyor. Nefret ettiğim ataerkil düzen, erkeklerin kadınlardan üstün olduğuna dair, erkeklerin kadınların sahip olmaması gereken haklara sahip olduklarına dair ve erkeklerin bizlerin haklı sahipleri olduklarına dair o yalanlar silsilesinden nefret ediyorum.

Feminist arkadaşlarım tecavüze uğradığım için kadın meseleleri ile ilgilendiğimi düşünüyorlar. Öyle değil.  Yaşadığım tecavüz feminist olma nedenlerimden sadece bir tanesi. Neden tecavüzü diğer nedenlerden ayırayım ki? Neden sadece tecavüz istenmeyen bir ilişki biçimi olsun ki? Bize aslında her gün tecavüz edilmiyor mu, sokakta yürürken ve tüm gözler üzerimizdeyken? Bize birer cinsel nesneymişiz gibi davranıldığında da, haklarımız hiçe sayıldığında da ve pek çok farklı biçimlerde ezildiğimizde de tecavüz edilmiyor mu bize? Kadınların ezilmesi tek bir boyutta ele alınamaz. Örneğin bir sınıf analizi yapmak çok mühim ama bu bile çoğu tecavüzün kişinin kendi mensubu olduğu sınıfta gerçekleştiğini anlatmaya yetmiyor.

Kadınlar farklı şekillerde ezildikleri sürece tecavüze uğrama tehlikeleri hep var olacak. Tecavüzün hep etrafımızda olduğunu ve farklı biçimleri olduğunu idrak etmeliyiz. Sessizlik içinde üstünü kapamamalıyız tecavüzün ve tecavüzü olduğu gibi algılamalıyız; yalnızca tecavüz edenin suçlu olduğu bir şiddet suçu olarak.

Hayatta kaldığım için kelimelerle ifade edemeyeceğim kadar mutluyum. Tecavüze uğramak yine kelimelerle ifade edemeyeceğim kadar korkunçtu ama hayatta kalmak bence bundan çok daha önemli. Bir kadının elinden böyle hissetme hakkını alıyorsanız, değer yargılarınız ile ilgili son derece yanlış bir şeyler var demektir. Eğer birisi saldırıya uğruyorsa ve hayatta kalabilmek için onu dövmelerine izin veriyorsa, hiç kimse o kişinin kendi rızası ile dövüldüğünü düşünmez. Söz konusu tecavüz olduğunda ise kadına neden kendine bunu yapmalarına izin verdiği sorulur hep, neden direnmediği, yaşadığı şeyden zevk alıp almadığı.

Tecavüz belirli bir kadın grubunun başına gelen bir şey değil, tecavüz edenler de belli bir grup erkek değil. Tecavüz eden vahşi bir deli de olabilir, yan komşunuz bir oğlan çocuğu ya da son derece sevecen bir amca.  Tecavüzün başka kadınların sorunu olduğu algımızdan vazgeçelim. Evrenselliğinin farkına varalım ve tecavüz denen olguyu doğru düzgün anlayalım.

Bu dünyadaki güç ilişkileri değişene kadar, kadınların erkeklerin mülkü olduğu fikri ortadan kalkana kadar hep bu korkuyla, haklarımızın hiçbir şekilde cezalandırılmadan ihlal edileceği korkusu ile yaşayacağız.

Ben ölümden dönmüş biriyim, bir felaketzede. Kimseden bana tecavüz etmesini istemedim ve tecavüzümden de zevk almadım. Görüp görebileceğim en korkunç işkenceydi o gece yaşadığım. Tecavüz asla bir kadının kendi suçu değildir. Bu yazdığım yazı da kendimizi potansiyel kurbanlar olmadığımıza ikna etmek için uydurduğumuz ve aslında bunu yaparken gerçek kurbanları bir insanın yaşayabileceği en acı tecrite mahkûm ettiğimiz o son derece konforlu mitleri yıkmak, sessizliği bozmak için atılmış bir adımdır aslında.


www.sohailaink.com

No comments:

Post a Comment