03 Eylül 2014
Ukrayna'nın
bölünmesi ve iç savaş çıkması, bir zamanlar sadece ihtimaldi.
Kırım'ın
Rusya'ya bağlanmasıyla ilk ihtimal, Doğu Ukrayna'da Rusların yoğun olarak
yaşadığı kentlerde başlayan huzursuzluğun silahlı mücadeleye dönüşmesiyle de
ikinci ihtimal gerçek oldu.
Üçüncü ihtimal,
yakın zamana kadar birbirini "kardeş" olarak niteleyen iki Slav halk
(Ruslar ve Ukraynalılar; birbirine yakınlığını anlamak için "Türkler ve
Azeriler gibi" diyebiliriz), daha doğrusu devlet arasında savaş
çıkmasıydı.
Kimilerine
göre, Kremlin'in Kiev yönetimine başkaldıran Donetsk ve Lugansk bölgelerindeki
silahlı Rus güçlerine aylardan beri çeşitli biçimlerde askerî yardım vermesi,
fiilen bu savaşın başladığı anlamına geliyordu.
Bazılarına
göre ise Rusya-Ukrayna savaşı, iki ülkenin liderleri Vladimir Putin ile Petro
Poroşenko arasında 26 Ağustosta Minsk'te gerçekleştirilen görüşmeden hemen
sonra (yani geçen hafta) başladı. Çünkü bu tarihten sonra Rusya ordusuna bağlı
bin kadar askerin Ukrayna'da olduğunun kanıtlandığı Kiev'de ve Batılı
başkentlerde bazı görüntüler eşliğinde dile getirildi.
Öte yandan
bir süredir ayrılıkçı Rus güçlerini zor durumda bırakan Ukrayna ordusu, son
günlerde birkaç kasabayı kaybederek bulunduğu konumlardan geri püskürtüldü.
Tehlike her
zamankinden fazla
Poroşenko,
"dönüşü olmayan noktaya çok yaklaştık" diyerek savaş tehlikesini
dünyaya duyurdu.
Doğu
Ukrayna'da Rus insanların katledilmesine sessiz kalınamayacağını söyleyen
Putin, "Batılı partnerlerini" kendileriyle çatışmaya girmemeleri için
uyarırken Rusya'nın "nükleer devlet" olduğunu hatırlattı.
İtalyan La
Repubblica gazetesinde, Putin'in, Avrupa Komisyonu Başkanı Jose Manuel
Barosso'yla konuşmasında, "İstesem Kiev'i 2 haftada alırım" dediği
savunuldu. Kremlin bunu yalanlamadı, sadece "konuşmanın bütünlüğü göz ardı
edilerek cımbızlandığını" belirtti.
Ve dün
Ukrayna Savunma Bakanı Valeriy Geletey, artık bundan sonra "antiterör
operasyonlar"dan değil "Büyük Anayurt Savaşı"ndan söz
edilebileceğini ve bunun "on binlerce insanın ölümüne yol
açabileceğini" ileri sürdü.
Birleşmiş
Milletler verilerine göre, Ukrayna'daki iç savaşta Nisan ortalarından şu ana
kadar 2500'den fazla kişi öldü, yaklaşık 6000 kişi yaralandı.
Adım adım
büyüyen ve bir türlü uzlaşma yoluna girmeyen bu anlaşmazlık, bazı siyasi
uzmanlara göre, yalnızca Soğuk Savaş sonrası dengelerini altüst etmekle
kalmadı, "belki on yıl sürecek bir sıcak savaş"ı gündeme getirdi
("On yıl"ın sembolik anlamı şu: Putin'in 6 yıla çıkarılan başkanlık
süresi 2018'de sona eriyor; tekrar aday olup kazanması halinde ise ikinci
dönemi bundan on yıl sonra, 2024'te tamamlanacak).
Batı'nın
hedefi: Rus ekonomisini çökertmek
NATO'nun 4-5
Eylül Galler toplantısının merkezinde Ukrayna krizi var.
Pakt şu anda
Doğu Avrupa'da askerî tatbikat yapıyor. Yakında bazı üye devletlerin
güvenliğiyle ilgili ek önlemler alınması bekleniyor. Bu belki de Polonya'ya,
Romanya'ya ve Rus azınlığının ciddi bir varlık oluşturduğu üç Baltık ülkesine
(Letonya, Litvanya, Estonya) yeni askerî üsler kurulmasıyla sonuçlanabilir.
ABD Başkanı
Barack Obama, NATO zirvesi öncesinde bugün Estonya'nın başkenti Tallin'e
giderek Baltık cumhuriyetlerine "yalnız değilsiniz" mesajı vermeyi
amaçlıyor.
Kiev
yönetiminden "acilen NATO üyeliği başvurusu" yapılacağı yolunda
açıklamalar ve pakt yönetiminden sızdırılan "konunun yakın zamanda ele
alınabileceği" söylentilerine karşın, Ukrayna'nın kısa sürede NATO üyesi
olması çok zor. Birincisi, paktın tüzüğü toprak bütünlüğü konusunda sorunları
olan devletlerin üye alınmasına izin vermiyor. İkincisi, bu adım savaş ortamındaki
Moskova-Kiev hattında paktın - üyesini askerî tehlikeden korumak adına - hemen
Rusya birliklerinin karşısına çıkması anlamına gelecek.
Oysa Batı'nın
Ukrayna konusundaki politikası, sıcak savaşa girmek değil, bir taraftan Kiev'e
çok yönlü destek vermek, öteki taraftan da Moskova'yı giderek ağırlaşan
ekonomik yaptırımlarla zor duruma düşürmek (İngiltere Başbakanı David
Cameron'un deyişiyle "Rusya ekonomisine kalıcı hasar vermek").
Yaptırımların
- her ne kadar şu ana kadar birçok Batılı uzmanın tahmininden çok daha dirençli
davransa da - Rusya ekonomisini ciddi olarak tehdit ettiği ortada.
"Yaptırıma karşı yaptırım" adımları atan Moskova'da son günlerde bazı
gıda maddelerine zam gelmesi dikkat çekiyor. Batı'nın Rus bankalarını hedef
alma ihtimali ise ürkütüyor.
Müttefiklerin
huzuru kaçtı
Rusya ile şu
ya da bu düzeyde işbirliği ya da ittifak içindeki devletler, Ukrayna krizinden
oldukça huzursuzlar.
Avrupa'da
başlangıçta Almanya, Fransa, İtalya gibi Rusya ile güçlü ticari bağları olan
ülkeler, yaptırımlar konusunda istekli değildi. Ancak krizin derinleşmesi
sonucu tutumlarını revize ettiler.
Bugün AB'nin
küçük üyelerinden Slovakya, Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Güney Kıbrıs'ın
Moskova'ya karşı "daha insaflı davranılması" eğilimi, yine onların
ekonomik çıkarlarından kaynaklanıyor.
Kremlin'e
daha yakın devletlere bakalım.
Çoğu fazla
açıklama yapmadan, yuvarlak ifadelerle durumu idare etmeye çalışıyor.
Putin ile
Poroşenko arasındaki görüşmeye evsahipliği yapan Belarus Devlet Başkanı
Aleksandr Lukaşenko'nun Ukrayna krizinin başlangıcından itibaren zaman zaman
Kremlin'in pek hoşuna gitmeyen demeçler verdiği biliniyor.
Ancak asıl
sansasyon, geçtiğimiz günlerde Kazakistan Devlet Başkanı Nursultan
Nazarbayev'in açıklamasıyla gündeme geldi. Bağımsızlığı en önemli kazanım
olarak gördüklerini söyleyen Kazak lider, "anlaşma şartlarına uyulmazsa ve
bağımsızlığımıza yönelik tehdit doğarsa Avrasya Birliği'nden çıkarız"
dedi.
Nazarbayev'in
Moskova'ya her durumda destek vermeyeceğini ve Ukrayna krizinden rahatsız
olduğunu bu kadar sert bir ifadeyle seslendirmesinin nedenleri tartışılıyor. En
çok üzerinde durulan iki muhtemel gerekçe şunlar:
Birincisi,
Putin, Nazarbayev'i överken onun "daha önceden devlet geleneği olmayan
topraklarda Kazakistan'ı oluşturduğunu" söylemişti. Astana yönetiminin bu
görüşte olmadığını biliyoruz. Ayrıca Rusya Başkanı vaktiyle Ukrayna ile ilgili
olarak de benzer bir yorum yapmıştı.
İkincisi,
yine kısa süre önce milliyetçi lider Vladimir Jirinovski, Kazakistan'da Rus
karşıtı yaklaşımların yaygın olduğunu vurgulayıp "Ukrayna'dan sonra sıra
oraya gelecek" türü bir tehdit savurmuştu.
Rusya'nın
aklından geçenler
Batılı bazı
gazetelerde Ukrayna ile başlayan anlaşmazlığın önce ekonomik, sonra da sosyal
ve siyasi olarak Rusya'yı karıştıracağı, hatta kısa sürede Putin'in iktidarını
kaybetmesine yol açacağı öngörüleri dile getirilmeye başladı.
Dün bazı
muhalif Rus siteleri, bir ulusal araştırma şirketinin son verilerine göre,
Kırım'ın Rusya Federasyonu'na dahil edilmesi ve Batı'nın ekonomik yaptırımları
karşısında tepkileri sorulan sıradan insanların birkaç hafta öncesinde olduğu
kadar coşkulu ve kaygısız cevaplar vermediklerini yazıyordu.
Bununla
birlikte Putin'in halkın yüzde 80'inden fazlasının desteğine sahip olduğu
gerçeği değişmedi.
Kremlin,
ekonomik yaptırımlara karşı dayanılabilirse, Batı'nın bir süre sonra Kiev
yönetimine karşı tutumunun değişebileceğini, en azından iç sorunlarıyla
uğraşırken Ukrayna'ya ilgisinin azalabileceğini düşünüyor.
Birkaç hafta
sonra havaların soğumaya başlamasıyla doğalgaz ihtiyacını hatırlayacak olan
Avrupalı devletlerin, Ukrayna krizinden usanma ve Kiev'i uzlaşmaya zorlama
ihtimalinin güçlü olduğunu hesaplıyor.
Kimilerine
göre, kısa süre içinde Rusya ordu birliklerinin Ukrayna'yı işgal etmesi de
mümkün.
Öte yandan
parlamentoyu lağveden Poroşenko, yeni milletvekilleri seçimleri için 26 Ekim
tarihini belirledi.
Acaba Ukrayna
lideri bu tarihe kadar "Rus ayrılıkçıların işini bitirmeyi" ve bu
sayede seçim zaferi kazanmayı mı planlıyor? Bunun büyük bir ihtimal olduğunu
savunmak zor.
Ama şu
iddiayı öne sürmek zor değil: Bugünkü gerginlik ve çatışma ortamında, ayrıca
seçimler yaklaşırken ne Poroşenko, ne de diğer Ukraynalı liderler uzlaşmadan
yana adım atabilir.
Eğer
Ukrayna'dan da, Rusya'dan da, Batı'dan da barış ve uzlaşma yolunda güçlü bir
ses çıkmıyorsa, krizin çözüleceği yolunda iyimser olmak mümkün olabilir mi?..
@AksayHakan
No comments:
Post a Comment