"Heykel-Sanat ve
Sanatçı Üzerine"
------------------------------------
"Bir Yeni TAD, Bir Yeni
KOKU, Bir Yeni İNANÇ"
- Önce kendi işimde devrimci
olmaya uğraşıyorum. Kaçınılmaz bir şey bu. Ben kendi heykelimde bir şey
beceremiyorsam bir yeni tad, bir yeni koku, bir yeni inanç koyamıyorsam, kime
ne söyleyeceğim ki ben.
"Şaşırır Tabii,
Şaşırsın İstiyorum Zaten”
- Herhangi bir insan, bu hiç
okuryazar olmayabilir-ama sanat hiç okuma yazması olmayana da bir şey söyleyen
bir nesne-o tadar, lezzetine varır ve hesabını sorar insanın. Şaşırır, tabii.
Şaşırsın istiyorum zaten. Şaşırtmak için değil. Şaşırırken doğruyu bulacaktır, tabii
eğer ben doğruysam. Doğru değilsem zaten neyi yapsam bir şey değil. Bir kaç iş
yaptım ve bu yığınlara gitti ve yığınlar öylesine kabullendiler ki.
"Ben mi Heykel Yonttum
Halk mı Beni Yonttu”
- E, siz bir yere
varmışsınızdır. O halk sizi yontar zaten. Aslında bize heykeltıraş diyorlar.
Tamam doğru biz yontuyoruz bazı şeyleri, ama aslında bizi yontan sokaktan geçen
adamdır. O hesabını sorar adamdan. Bu açık. Bunu o kadar uzun yıllardır, en
azından bir 27 yıldır yaşadım. Ben bilmiyorum, ben mi heykel yonttum beni mi
halk yonttu. Bunu bilemem ben.
"Onun İçin Figüratif Yapmıyorum”
-Çok büyütülüyor aslında.
Sanat, sanat, sanat........Ne oluyoruz ki yani. Hani bir adamın İstanbul Ankara
otobüsünü götürmesi herhalde benimkinden daha güç bir şey. Ben biraz dana kolay
idare ediyorum. Ve ben onun heykelini yapmak istiyorum. Onun heykeli de, biraz
sivri demir, biraz çelik sivriler, sivriler ve batıcılar ve bilmem ne, bilmem
ne, bilmem ne........Onun heykelini yapmaya uğraşıyorum ve onun heykeli
hareket. Onun heykeli azgınlık. Ben onu oturup da ayakta yapamam. Onun için
figüratif çalışmıyorum. Onun için somut heykel yapmıyorum. Adamı zapt etmeye
imkân yok. Adam fırtına. Adam kaçıyor. Saatte seksen kilometre yapıyor. Yüz
kilometre yapıyor. Onun heykeli aslında sabit yapılamaz ki. Ben onun sadece
hareketini yakalarım. Becerebiliyor muyum, o iddiada değilim. Ama ne yaptığımı
biliyorum. O adamın, o fırtına adamın, o böyle otuz beş yaşındayken elli beş
yaşında gösteren adamın heykeli. O soyut oluyor zaten.
"Hareketi Yakalıyorum”
- İnsanı zapt etmeye imkân
yok. Ben onun için figüratif heykel yapmıyorum. Onu durduramayız, o anı
yakalayamayız; ben hareketi yakalıyorum. Kendi tabiatıma aykırı olduğu için
figüratife alışmadım. Abstre çalıştım. Örneğin kuşun kendisini yapmaktansa hareketini
yaptım.
"İkisi de Aynı Duyarlık
Aslında”
- (Soyut ve figüratif)
aslında aynı duyarlık aşağı yukarı. Örneğin Yeni Cami'de kuşların uçuşundan
yola çıkan-bir işimde konu-kuşlara yem satarak para kazanan bir takım fakirler,
hürriyetinden vazgeçmiş ve o yeme mahkûm olmuş kuşlardı. Bir paralellik kurdum
kendi dünya görüşüm içinde. Anlattım, anlatamadım bilmiyorum ama (soyut ve
figüratifte) aynı esinlenme yolu.....Evet bir kuş o.....Buna bir soyutlama
diyebilir miyiz?
"Önce Sevmek Gerek”
- Önce sevmek gerek....karşına
bir malzeme çıkar, ona sevgiyle yaklaştıkça, sokuldukça tanırsın. Tanıdıkça da
seversin. Bir kere sevdin mi, gönlünü verdin mi bu malzemeye, nakış da olur
heykel de, mask da.
"Güzel olur Doğru Olur"
- Heykel öyle de yapsan olur
böyle de. Taştan, mermerden oyarsın. Çividen demirden dökersin, çanak çömlekten
bükersin. Hepsi de olur....Tepe noktaya bir yere koyarsın, süs olur; fırlatır
atarsın, çöp olur......Ama bir işe de yaradı mı, o zaman öpülesiye, okşanasıya
güzel olur, doğru olur.
"Çığlık”
- Yaptığım her yontuda
mutlaka bir çığlık vardır.
"Gümrüğü Alınmış Sanat”
-Yadırgama alışılmamışla
karşılaşmadan doğar. Yadırgadıkları için yeniden şüphelenenler, alıştıklarını
kendilerine verenleri suçlandırsın. Zira, gümrüğü çoktan alınmış bir işçiliği
sanat sanmak, insan için övünülecek bir şey olmasa gerek.
*
"(...) Kuzgun'un bu yeni
heykelleri, zorlu bir işçiliğin sonucundan çok bir buluşun yapıtlarıydı. Bunlar
uzak da olsa, Antoine Pevsner'in heykellerini anımsatıyordu. Kuzgun'un
yapıtlarında, (elek telinin dokusundan kaynaklanan) mermerin ya da bronzun
boşlukta kapladığı hacim değil, yapıtın kendi iç hacmi ortaya çıkıyordu. Bu da
görsel sanata ilgi duyan, bilmekten çok öğrenmeye, yanıt aramaktan çok soru
sormaya meraklı genç bir yazarın gözünden kaçmadı: Kuzgun'un bu elektrik
tellerinden yarattığı, tavana asılı bu yapıtları, yalnız bu yeni materyali
kullandığı için yeni değildi; heykel sanatının en önemli sorusalını (hacim)
içeriyor ve o sorunsala çok özgün bir çözüm getiriyordu." Ferit
Edgü
KUZGUN ACAR'A İŞARET ETMEK İÇİN 16 NEDEN
Kuzgun Acar’a işaret etmek gerekir çünkü O’(nun)...
Yaptığı her yontuda bir çığlık vardır.
İnsanın zapt
edilemeyeceğine, durdurulamayacağına, duramayacağına inanmıştır ve hareketin
heykelini yapmıştır.
“Yanlış”ı bulmanın “doğru”yu
bulmak yolundaki en büyük adım olduğunu düşünür.
Çivileri sever, eserlerine
irkilmeden yaklaşamazsınız.
Malzemesini hurdacıdan toplar,
kaynakçı gözlüğüyle çalışır.
İnsanın ancak kendi vicdanı
kadar insan olabileceğini bilir.
Devinim ve eylem adamıdır.
Sadece kendi yaratıcılığından beslenmiştir. Her şeye karşı bir başkaldırır.
Eserlerinde “hacim” olgusunu
iplemez, tel elekten heykeller yapar.
Mimiklerini kullanmakta
zorluk çeken amatörlerden, öğrencilerden ve işçilerden oluşan sivil bir “Sokak
Tiyatrosu” için özel masklar yapmıştır.
Hem “Afrikalı bir büyücü”,
hem “İstanbullu bir beyefendi” hem de “19. yüzyıldan kalma bir nihilist” olarak
yaşamıştır.
Gerektiğinde, otomobillerin
altını yıkamış, mensucat ustabaşılığı, bar fedailiği ve meyhanecilik yapmıştır.
Akademi’de -bir ağaç dalını
kırdığı için- Zeki Faik tarafından fişlenmiştir. Asıl neden, komünist
olmasıdır.
1972’de gözaltına
alınmıştır. Kendisiyle beraber gözaltında bulunan diğer insanlara çokça yardım
etmiştir.
1967 yılında Türkiye’nin ilk
gökdeleni olan Emek İşhanı’nın (Ankara-Kızılay) cephesine 13 metre boyunda
bir “Türkiye” rölyefi yapmıştır. Dönemin
en büyük rölyefi olan bu çalışma gazetelerde “Soyut Sanat Değer Buldu!”
manşetiyle tanıtılmıştır. Ölümünün
“hemen” ardından 1976 yılında yerinden sökülen “Türkiye” rölyefi Emekli
Sandığı’nın deposuna kaldırılmış, 1990’da ise parçalanıp hurdacılara
satılmıştır ve kaybedilmiştir. Bu ihmal, sanat çevrelerinde “öfke”yle
karşılanmıştır.
Kaynakça: “Kuzgun Acar”,
Murat Ural,1997
No comments:
Post a Comment