"Nice burunlar geçtik, nice adalar,
deniz bir başka denize karışıyordu"
Theo Angelopoulos'un, çekimleri sırasında
geçirdiği kazada yaşamını yitirdiği Başka Deniz (The Other Sea) filmi, Yorgo
Seferis'in Destansı Öykü'sünden bu dizelerle başlayacaktı.
"Başka Deniz" Yok Artık
Angelopoulos,
Başka Deniz'de tüm Akdeniz bölgesini kökten etkileyen büyük bir coğrafya
değişimini anlatacaktı; işçilerle sığınmacıların dayanışmasını, Yunanistan'daki
ekonomik krizi, krizin sosyolojik etkilerini hikâye edecekti...
Gabriela Schulz: Son filminiz “Sonsuzluk ve
Bir Gün” daha öncekilerden daha duygusal ve
şahsi. Bu film bir otobiyografi
mi.?
Théo Angelopoulos: Benim bütün filmlerim
biyografimin ve hayatımın birer parçası ve ifadesidir.. Deneyimlerim ve
gördüğüm rüyalar. Bazıları zihni meşgalelerime, bazıları gerçek hayatımdaki
olaylara daha yakındır. Orada burada okuduğum sözcükler ve cümleler vardır.
“Sonsuzluk ve Bir Gün”, öteki filmlerimden daha fazla otobiyografik değildir
ama, düşüncelerimden çok duygularımı ifade ettiği için daha şahsidir. Son
filmlerim hep yaratma sürecindeki oyuncular ve krizler üzerine olduğundan
otobiyografik yanı daha ağır basmaktadır. Eğer ısrar edecek olursanız,
“Megalexandros”tan sonra ve “Kitara’ya Yolculuk”la başlayan bütün filmlerimin
belli bir derecede otobiyografik olduğunu söyleyebilirim. Aslında yaptığım altı
filmi iki ayrı üçlü olarak ayırıyorum.. benim için “kitara’ya yolculuk” tarihin
suskunluğu’dur. “Arıcı” sevginin suskunluğu, “Sisli Manzara” ise Tanrı’nın suskunluğu’dur.
“Sisli Manzara”da küçük çocuk, ablasına, “sınırların anlamı nedir?” diye sorar.
Ondan sonraki üç filmde onun sorusuna bir cevap bulmaya çalıştım. “Leyleğin Geciken
Adımı” ülkeleri ve insanları ayıran coğrafi sınırlarla ilgilidir. “Ulysses’in Bakışı”
insan vizyonunun sınırlarından, hatta kısıtlamalarından söz eder. “Sonsuzluk ve
Bir Gün” hayat ile ölüm arasındaki sınırları tartışır..
Gabrielle Schulz: Bu filminizin kahramanı
şair “Alexander” derin bir kriz içindedir.. Bütün ömrünü geçirdiği deniz
kıyısındaki evinden ayrılmak zorundadır.. Ağır hastadır ve ertesi gün ameliyat
olmak üzere gireceği hastaneden sağ çıkamayacağını bilmektedir.. Bu durumdayken
küçük Arnavut çocuğuna rastlar ve onunla birlikte hayatının önemli anlarında
bir yolculuğa çıkar. Bize “Alexander’ın iç çatışmasını anlatabilir misiniz?
Théo Angelopoulos: Filmin tümü zaman içinde,
günümüzde ve geçmişte sürekli bir yolculuktur.. Gerçek ile hayal arasında kesin
sınırlar yoktur. “Alexander”ın yolculuğu gerçekte başlar.. Çocuğu, çocukları
zengin ailelere satan bir çetenin pençesinden kurtarır ancak zamanda belli bir noktaya
kadar yolculuk, içsel bir yolculuktur.. Örneğin, ikisi birlikte Arnavutluk
sınırına vardıklarında sizler içindeki sahneyi hatırlarsınız; tel örgüye asılı
insanlar vardır. Kuşkusuz sınır öyle değildir. Bu olaylar ve görüntüler sadece
“Alexander”ın hayalindedir. Bu bir hayaldir. Tehdit edici dikenli teliyle sınır
“Alexander”ın içindedir. Çocuk sadece onun iç çatışmasıyla yüz yüze gelmesine
yardımcı olur; ona hayatının önemli anlarında yolculuğa çıkması, ölmüş karısı
“Anna”yla mutlu anlarını hatırlaması için bir sebep verir.
Gabrielle Schulz: Bir monologda “Alexander”,
“hiçbir şeyi tamamlamamış olmaktan pişmanım” der. Bu monologda kendimizden mi
söz ediyordunuz.?
Théo Angelopoulos: Hiçbir şeyi istediğim
şekilde bitiremediğimi itiraf ederim. Hep fiziksel ve duygusal engeller, beni
tam bir tatmine erişmekten alıkoyan engeller olmuştur. Yüzeysel bir bakışla, “Alexander”
hiçbir şeyi tamamına erdiremeyen bir insana benzemektedir, ancak kendi içine
bakmaya başladığında, hedeflerinin hep elde ettiği sonuçlardan büyük olduğunu
görür. Ben de kendi payıma aynı şeyi söyleyebilirim.
Gabrielle Schulz: Daha önce bu filmin hayat
ile ölüm arasındaki sınırlar hakkında olduğunu söylediniz ama aynı şey “Arıcı”
için de söylenebilir.
Théo Angelopoulos: Aynı şey değil. “Arıcı”da kahraman
ölmeye karar verir.. “Sonsuzluk ve Bir Gün”de “Alexander”, ölümü aşmasına izin
verecek bir köprü bulmayı umar ve bu köprünün kendisi yaşasa da yaşamasa da onu
canlı tutacak sözcükler olduğuna inanır.
Gabrielle Schulz : Zamanın sizin gözünüzdeki
anlamı nedir?
Théo Angelopoulos : “Zaman, bir kumsalda
çakıllarla oynayan bir çocuktur..” filmimin karakterleri zaman ve mekân içinde,
sanki zaman ve mekân yokmuşçasına yolculuk ederler. En önemli soru şudur: ‘Yarın
ne kadar sürecek?’ ve cevap: ‘Sonsuzluk ve bir gün.’ Talihliysek, bugün
yanımızda taşıdığımız geleceğin görüntüsüne ulaşabiliriz..
Gabrielle Schulz: Bu filmdeki rol dağılımı..
“Bruno Ganz”a nasıl karar verdiniz ve “Ahilleas Skevis” adındaki çocuğu nasıl
buldunuz?
Théo Angelopoulos: Senaryo bittikten sonra
aklımda “Marcello Mastroianni” vardı. “Arıcı”da birlikte çalıştıktan sonra çok
yakındık birbirimize.. “Ulysses’in Bakışı”nda oynayamadığı için düş kırıklığına
uğramıştı ve rol için ideal görünüyordu. İtalya’da sahnedeyken kendisine
rastladığımda sağlığının çok bozuk olduğunu gördüm. Bunu kendisine
söyleyemezdim ama sonunda o bana oynayamayacağını söyledi. Bu onu son görüşüm
oldu. Kısa süre sonra da öldü. “Ganz”ı Paris’te sahnede “Ulysses”i oynarken
gördüm ve bunun hayırlı bir işaret olduğunu düşündüm. Hele rol için düşündüğüm
tipe çok benziyordu. Çocuğa gelince, birlikte çalıştığım insanlara benzer
deneyimleri yaşamış birini istediğimi söyledim. Pek çok kişiyi denedik, bir gün
“Ahilleas” içeri girdi. O anda aradığım kişiyi, bulduğumu anladım. Gerçekten de
kendisi en iyi seçim olmanın yanı sıra bütün film boyunca gerçek bir
profesyonel gibi davrandı.
Gabrielle Schulz: Bu filmde “Ganz” gibi
Yunanca konuşmayan ama Yunanlı karakterleri oynayan aktörlerle bir sorununuz
oluyor mu?
Théo Angelopoulos: “Mastroianni”yle nispeten
kolaydı. Kendi sesiyle oynamakta ısrar ederdi ve Yunanca diyalogları doğru
telaffuz etmesini öğrenmişti. “Harvey Keitel”la daha güçtü ama “Ulysses’in Bakışı”ndaki
karakterin bir mazereti vardı; uzun yıllar Amerika’da kaldığı için çoğunlukla İngilizce
konuşabilirdi. “Ganz” çekimde Almanca konuştu -en rahat konuştuğu dil odur- ,
bir Yunan aktörüne dublaj yaptırttık. Aslında onun ağzından başkasının sesinin
çıktığını duyunca hâlâ huzursuzluk duyarım.
Gabrielle Schulz: Geçmiş filmlerinizin
özellikle hatırladığım bir sahnesi var. “Sisli Manzara”da küçük kızın,
‘korkuyorum’ demesi. Oğlan ‘korkma, sana bir hikâye anlatacağım’ der. ‘Başlangıçta
kaos vardı, sonra ışık karanlığı deldi.’ Sis dağılır, ufuk görünür ve çocuklar
bir ağacın gövdesine sarılırlar. Filmlerinizle kaosa biraz ışık getirmeye mi
çalışıyorsunuz?
Théo Angelopoulos: Evet, film yapma sebebim
bu. Ben misyoner değilim. İnsanları eğitmek istemiyorum; kaostan aydınlığa giden
bir yol bulmak istiyorum. Değerlerin artık var olmadığı karışık bir dünyada, karışıklık
ve yönünü şaşırmışlıkla melankoli, el ele gidiyor. Ama insanalar kendilerine
hâlâ aynı soruyu soruyorlar: Nereden geldim, nereye gidiyorum. Hayat, ölüm,
sevgi, dostluk, gençlik ve yaş hakkında sorular.
Sözünü ettiğiniz sahnenin sonu özgün haliyle
daha karamsardı. Çocukların sisin içinde kaybolmalarını istiyordum. Ama
senaryoyu okuyan kızlarımdan biri, ‘çocukların babaları nerede, evleri nerede?’
diye sordu. Bunun üzerine daha iyimser bir son yazdım. İki çocuk, yolculuk
boyunca kendi dünyalarına inanmayı öğrenirler. Ayrıca, ilk bakışta görülmeyen
şeyleri görmeyi de.
Her neyse, ben zamanımızın karışıklığından
çıkma yolları bulabilmemiz konusunda aynı derecede karamsar ve iyimserim. Ama
insanların yeniden hayal kurmayı öğrenmelerini yürekten diliyorum. Hiçbir şey
hayallerimizden daha gerçek değildir..
Théo Angelopoulos: Yunanlılar bana çok kere
şunu sormuşlardır : “Bu manzaralarda görülen yerler nerede?” Aslında filmlerinde
gördüğünüz manzaralar yoktur doğru, bazı kısımları gerçektir. Ben Yunanistan’ı
karış karış dolaştım. Bu yolculuklarda hoşuma giden yerler keşfettim: Bir ev,
bir sokak, bir tepe, bir köy… Bütün bunları bir kolaj içinde topluyorum. Kimi
zaman renkler, kimi zaman biçimler birlikte uyum sağlıyor. Bir bakıma bir
ressam gibi görüntü yaratıyorum, böylece hayalimi bir tuvale yansıtıyorum. Ben
gerçeği anlattığım iddiasında değilim; kendi hayalimi gerçeğe yansıtıyorum. Sonuç
ikisinin arasında bir şey oluyor. Sürekli olarak kendi kendime sorduğum bir
soru var: Kişisel deneyimlerimi şiire nasıl dönüştürebilirim…
Gabrielle Schulz: Şiirden söz ettiniz,
“Sonsuzluk ve Bir Gün”de on dokuzuncu yüzyıl şairlerinden Yunanistan’ı dolaşıp,
şiirleri için sözcük satın alan “Dyonisios Solomos”un harika bir hikâyesi var.
Bu gerçek bir hikâye mi?
Théo Angelopoulos: Kısmen. “Solomos” büyük
bir şairdi, İyonya adalarından bir soylunun oğluydu, zamanında İtalya
kültürünün ve aşağı sınıftan bir kadının etkisi altında kalmıştı. Proleter
köklerini kesmek isteyen babası, henüz dokuz-on yaşlarında bir çocukken onu
eğitimi için bir İtalyan manastırına gönderdi. “Solomos” orada yetişti, tam
eğitimini tamamlamak üzereyken ve İtalyanca şiir yazmaya başlamışken Yunanlıların,
Türklere karşı ayaklandıklarını duydu. Çocukluğunun anlarını, annesini,
annesinin kendisine söylediği şarkıları hatırladı ve yurduna dönüp, milli
mücadeleye katılmaya başladı. Ancak bir şair olduğu için elinden yazmaktan
başka bir şey gelmezdi. Devrimci şiirler, kahramanların ölümlerine ağıtlar
yazması, unutulmuş özgürlük imajını canlandırması gerektiğini düşündü. Yunancası
çok kıt olduğundan ülkede dolaşıp hiç bilmediği sözcükleri toplayıp defterine
yazdı. Gerçek budur işte. Her sözcüğe para vermesini ben uydurdum. Burada
benzetme açıktır; ana dilimiz, tek gerçek kimlik kartımızdır. “Heidegger”in bir
sözü vardır: “Tek meskenimiz, dilimizdir..” Her sözcük, onu kullanana yeni
kapılar açar ama o kapıdan geçmek için bedelini ödemeniz gerekir..
Gabrielle Schulz: Filmlerinizin her birinde
öne çıkan ve insanın soluğunu kesen tılsımlı, unutulmaz anlar var. Bu filmde, o
yağmurlu gecede Selanik’teki otobüs yolculuğu.
Théo Angelopoulos: Bu sekans senaryo da çok
farklıdır. Perdede gördüğünüz setteki doğaçlamanın sonucudur. Özgün halinde hem
görüntü hem de ses olarak da çok gerçekçi bir sekans olacaktı. Ama çekerken
buraya zamanın durduğu hissini vermemin daha doğru olacağını düşündüm. Özgün
sahnenin değişme sebebi buydu.
Gabrielle Schulz: Filmlerinizde yolculuklar
ve eve dönüşler çok sık yer alıyor. Bunların sizin için anlamı nedir?
Théo Angelopoulos: Yolculuk değişiklik, yeni
başlangıçlar getirir. Kendinizi daha iyi tanırsınız. Ben yolculuğa çıktığımda
iç dünyamda dolaşırım. Yolculuk arzum aynı zamanda dönüş isteğimi de belirtir.
Gabrielle Schulz: Yunanistan sizin yurdunuz mudur,
yoksa kendini bütün ömrünü sürgündeymiş gibi geçirdiğini söyleyen “Alexander”
gibi mi düşünüyorsunuz?
Théo Angelopoulos: Yunanistan’da hâlâ kendi
yurdunu arayan bir yabancı gibi hissediyorum kendimi. Hep bunu hissettim ve
sebebini bilmiyorum. Kendi içimde tekrar sınırlar aşıyorum ve soru hâlâ aynı: Hedefime
varana kadar daha kaç sınır aşacağım? Yunanistan’da kendimi yabancı hissetmeme
rağmen buradan ayrılamam. Her yerde aynı duygulara kapılacağımdan eminim.
Gabrielle Schulz: Bir keresinde soluk alıp
verir gibi film çekiyorum demiştiniz. Nasıl soluk alıp verirsiniz?
Théo Angelopoulos: Film çekerken hiçbir şeyi
zorlamam. Zaman mekân, mekâna da zaman katmak için çok uğraşırım. Çekim
sırasında soluk alıp vermeye zaman tanırım.
Gabrielle Schulz: Cannes’ın en büyük ödülü
Altın Palmiye’yi neden “Ulysses’in Bakışı”na değil de, “Sonsuzluk ve Bir Gün”e
verdiklerini anlayabiliyor musunuz?
Théo Angelopoulos : Altın Palmiye’yi almak
bir kadınla buluşmaya benzer. “Ulysses” ile ben, randevu yerindeydik, ama
Palmiye gelmedi. Bu defa herhalde beklemediğim için olacak, geldi işte.
Röportaj : “Théo Angelopoulos” – “Gabrielle Schulz”,
Şubat 1999 , Die Zeit.
Théo Angelopoulos Filmography
The Broadcast (E Ekpombei) (1968) short film
Reconstruction (Anaparastasis) (1970)
Days of ’36 (Meres Tou ’36) (1972)
The Travelling Players (O Thiasos) (1975)
The Hunters (E Kenege) (1977)
Alexander the Great (O Megalexandros) (1980)
One Village, One Villager (Chorio Ena,
Katekos Enas…) (1981) television
Athens: Return to the Acropolis (Athena,
Epistrophi Stin Akropoli) (1983) television
Voyage to Cythera (Taxidi Sta Kithira) (1983)
The Beekeeper (O Melissokosmos) (1986)
Landscape in the Mist (Topo Stin Omichli)
(1988)
The Suspended Step of the Stork (To Meteoro
Vima Tou Pelargou) (1991)
Ulysses’ Gaze (To Vlemma Tou Odyssea) (1995)
Eternity and a Day (Mia Eoniotita Ke Mia
Mera) (1998)
Trilogy: The Weeping Meadow (Trilogia: To
Livadi pou dakryzei) (2004)
No comments:
Post a Comment