1. Yazar ve Yazma Eylemi
Roland Barthes'a göre, Fransa'da çok uzun zaman boyunca dilin tartışmasız sahipleri yazarlardı. Onlardan başka hiç kimse konuşmuyordu. Bir de vaizler ve hukukçular vardı ki onlar da mesleki bir dilin içine kapanıp kaldıklarından kimsenin sesi çıkmıyordu.
…hikaye
anlatıcısı okuruna akıl verebilecek kişidir. Günümüzde "akıl vermek"
modası geçmiş bir şey gibi algılanıyorsa, deneyimin giderek daha az
aktarılabilir hale gelmesindendir. Bu yüzden ne kendimize ne de başkalarına
verecek aklımız yok artık… İşte hikaye anlatma sanatı tam da bilgelik, yani
hakikatin destansı boyutu öldüğü için ortadan
kalkıyor.
… Hikaye anlatıcılığının gerilemesiyle sonuçlanan sürecin ilk belirtisi modern çağın başında romanın doğuşudur. Romanı hikayeden (ve daha dar anlamda destandan) ayıran, esas olarak kitaba bağımlı olmasıdır. Romanın yaygınlaşması, ancak matbaanın icadıyla mümkün oldu. Sözlü olarak aktarılabilir olan, yani destanın zenginliği, romanın malzemesinden nitelikçe farklıdır. Romanı bütün diğer düzyazı türlerinden, masal, efsane ve hatta novelladan ayıran, sözlü edebiyattan gelmiyor ve ona dönmüyor olmasıdır. Anlatıcı hikayesinin deneyimden çekip alır, kendi deneyiminden ya da ona aktarılanlardan ve o da bunu kendisini dinleyenlerin deneyimi haline getirir. Romancı ise kendini tecrit etmiştir. Romanın doğduğu oda, en temel kaygılarından misal verip kendini ifade edemeyen, kimsenin akıl vermediği ve kimseye akıl veremeyen, tek başına kalmış bireydir".
…Her yeni günle birlikte yerküreyle ilgili haberler alıyoruz, ama artık dikkate değer hikayelerimiz pek yok. Bu böyle, çünkü artık bütün olaylar bize hazır bir açıklamayla ulaşıyor. Başka bir deyişle, günümüzde olup bitenler hikaye anlatıcılığının değil enformasyonun işine yarıyor. Aslında, hikayeyi açıklama katmadan anlatabilmek, anlatma sanatının yarısı eder. Leskov bunda ustadır… Olağanüstü ve mucizevi şeyleri bütün ayrıntılarıyla anlatır, ama okuru hiçbir zaman olayların arkasındaki psikolojik bağı kabul etmeye zorlamaz. Olayları kendi anladığı biçimde yorumlamak okura kalmıştır; böylece anlatı, enformasyonun yoksun olduğu genişliğe ulaşır".
…Bu hikaye gerçek anlatıcılığın ne olduğu hakkında bir fikir verebilir. Enformasyon yalnızca yeni olduğu an değer taşır, yalnızca o an yaşar… Oysa hikaye farklıdır: Kendini tüketmez, gücünü toplar ve korur, yıllarca sonra bile harekete geçirebilir.
Roman ve Hikaye
Birinde "hayatın anlamı" ve öbüründe "kıssadan hisse"
Benjamin'e göre roman ve hikaye birbirlerinin karşısına bu şiarlarla çıkarlar. Roman çoğu kez tam tamına romana yakışan bir aydınlanma anıyla sona erer. "Aslında, 'sonra ne oldu' sorusunun geçerli olmadığı hiçbir hikaye yoktur. Romancı ise sayfanın altına 'Finis' yazdığında, okuru hayatın anlamın sezmeye davet ettiği bu sınırdan bir adım bile öteye geçmeyi ummaz."
...
"…Hikaye dinleyen kişi, hikaye anlatıcısının misafiridir; hikaye okuru bile bu mecliste yerini alır. Roman okuru ise, okurların en yalnızıdır".
2. Yazın Türleri ve Tragedya
Aristoteles'in (M.Ö. 382-321) "Poetika"sı
düşünce tarihinde sanat olayını inceleyen ilk eser sayılabilir. Aristo'dan
önce hocası Platon'un da eserlerinde sanat ve güzellik konusunda önemli
düşünceler geliştirdiği bilinmektedir. Ancak bu düşünceler metafizik bir karakter
taşırlar. Platon'un idealist felsefesinin etkisi altındaki bu düşüncelere göre,
"güzel-idea'sı var olduğu içindir ki, bu idea'dan pay alan nesneleriyle
sanat eserlerinin güzelliğinden söz açılabilir". Aristoteles ise böyle
aşkın bir güzellik idea'sını kabul etmez. Ona göre "güzellik idea'sı var
olduğu için güzel bulduğumuz nesnelerle sanat eserleri bir varlık
kazanmıyorlar, tersine sanat eserleri var oldukları içindir ki, güzellik
kavramından söz açabiliyoruz, Aristoteles'in çıkış noktası, metafizik, aşkın
bir güzellik idea'sı değil...".
Aristoteles'in Poetika'sının, modern deyimiyle estetik'inin temel karakteri, onun bir sanat varlıkbilimi / ontolojisi olmasıdır. Bununla birlikte Aristoteles bu sanat varlıkbilimini sonuna kadar götürmemiş ve estetiğin bağımsız bir felsefe disiplini olarak kuruluşu ancak on sekizinci yüzyılın ortalarında gerçekleşmiştir.
Aristoteles Poetika'da genel bir Poetika (estetik) ile değil de, daha çok edebiyat sanatı ve dil sorunlarıyla uğraşmıştır. Bunlar da bize eksik olarak kalmış bulunuyorlar. Bununla birlikte Aristoteles'in sanat eserinin varlığını açıklarken öne sürdüğü kategoriler, bugün bile sanat eserlerine uygulanabilir. Poetika yüzyılların sanat görüşlerini belirlemiş, estetik tarihi yönünden çok önemli olan bir eserdir. Aristoteles'in Poetika'da Tragedya ve genel olarak dram üzerine söyledikleri oldukça ilgi çekici ve önemlidir.
Poetika
Epos
(epik şiir), tragedya, komedya gibi sanatların büyük kısmı taklide (mimesis)
dayalı sanatlardır. Yani mimetik sanatlar. Ancak bu sanatlar pek çok ortak
özelliklerine rağmen, bazı bakımlardan birbirlerinden ayrılırlar.
1. Taklit etmede kullanılan araç
2. Taklit edilen nesne
1. Taklit etmede kullanılan araç
2. Taklit edilen nesne
3.
Taklit tarzı
Taklit
etmede kullanılan araçlar; renkler, figürler, sesler, mısra ölçüsü, ritim,
melodi ve harmonidir. Bir sanat dalı bunlardan birini ya da birden fazlasını
taklit aracı olarak kullanabilir. Tragedya ve Komedya ritim, melodi ve mısra
ölçüsünü belli bölümlerinde kullanır.
Taklit
edilen nesneler öykü, düşünce ve karakter olarak temsil edilen her şeydir.
Taklit edenler hayatın içinde iyi'yi ya da kötü'yü taklit ederler. Tragedya ve
Komedya arasındaki ayrılık bu noktada ortaya çıkar. Tragedya ortalamadan daha
iyi karakterleri (soylular), komedya ise ortalamadan daha kötü karakterleri
taklit etmek ister.
Tek
tek nesnelerin taklit edildiği tarz da mimetik sanatları birbirinden ayıran bir
başka boyuttur. Aynı taklit araçlarıyla aynı nesneler farklı olarak taklit
edilebilirler. Taklit tarzı, hikaye etme ya da eylem içinde temsil etme gibi
tarzlardır. Hikaye eden kendi adına hikaye edebileceği gibi, başkası adına da
hikaye edebilir. Hareket halinde ve eylem içinde (drontas) bulunan kişileri
taklit etme de bir tarzdır ve drama olarak adlandırılabilir.
Şiir
sanatı (Aristoteles'in burada Tragedya ve Komedya'yı da genel olarak şiir
sanatı altında sınıflandırdığını hatırlatmak gerekir) varlığını insan doğasında
bulunan iki temel nedene borçludur: Taklit içgüdüsü ve taklit ürünlerinden
hoşlanma. İnsanların hepsinde taklit etme yönünde içgüdüsel bir eğilim vardır.
Doğayı, başkalarını vs. taklit ederler ve taklit yeteneği ile birbirlerinden
ayrılırlar. Bunun yanında taklit ürünlerinin hepsi insanların hoşlanma
duygusunu harekete geçirir. Gerçek yaşamda görmeye dayanamadığımız, tiksinti
duyduğumuz şeylerin resmine bakmaktan hoşlanabiliriz. Taklit ürünlerinden
hoşlanma onların tanıdığımız bir şey olmalarından kaynaklanır. Tanımadığımız
şeyleri de teknik yetkinliği, renk vs. gibi araçları iyi kullanmış almasından
dolayı beğenebiliriz.
Tragedya
Hem Tragedya hem de Komedya uzun uzun üzerinde düşünmeden yapılan şiir denemelerinden ortaya çıkmıştır. Koro ve şarkılardan geliştirilmiştir.
Hem Tragedya hem de Komedya uzun uzun üzerinde düşünmeden yapılan şiir denemelerinden ortaya çıkmıştır. Koro ve şarkılardan geliştirilmiştir.
Daha
sonra Sophokles oyuncu sayısını üçe yükseltmiş ve sahne dekorasyonunu da
Tragedyaya sokmuştur.
Zamanla dar hikayelerden daha uygun genişlikteki hikayelere geçilmiş ve episodların sayısı artırılmıştır.
Zamanla dar hikayelerden daha uygun genişlikteki hikayelere geçilmiş ve episodların sayısı artırılmıştır.
Komedya
Soylu olmayan ve ortalamanın altındaki kişileri anlatan Komedya'da genellikle kötü karakterlerin taklidi yapıldığı halde bu bir zorunluluk değildir. Gülünç olma yeterli kriterdir.
Soylu olmayan ve ortalamanın altındaki kişileri anlatan Komedya'da genellikle kötü karakterlerin taklidi yapıldığı halde bu bir zorunluluk değildir. Gülünç olma yeterli kriterdir.
Epos
Epos (epik şiir) ölçülü sözler kullanarak, ciddi konuları taklit etmesi bakımından tragedyaya benzer. Ancak farklı bir ölçü (vezin) ve öykü biçimi kullanmasıyla da tragedyadan ayrılır.
Epos'un bir de zaman'la ilgili bir farklılığı vardır. Tragedya güneşin doğuşundan batışına kadar geçen zaman süresi içinde tamamlanır. Epos'ta böyle bir zaman sınırlılığı yoktur.
Tragedya aslında bir anlamda epik şiiri de içerir. Tragedyayı iyi bilen biri, epik şiiri de bilir ancak epik şiiri iyi bilen birinin tragedyayı da iyi bilmesi beklenemez.
Epos (epik şiir) ölçülü sözler kullanarak, ciddi konuları taklit etmesi bakımından tragedyaya benzer. Ancak farklı bir ölçü (vezin) ve öykü biçimi kullanmasıyla da tragedyadan ayrılır.
Epos'un bir de zaman'la ilgili bir farklılığı vardır. Tragedya güneşin doğuşundan batışına kadar geçen zaman süresi içinde tamamlanır. Epos'ta böyle bir zaman sınırlılığı yoktur.
Tragedya aslında bir anlamda epik şiiri de içerir. Tragedyayı iyi bilen biri, epik şiiri de bilir ancak epik şiiri iyi bilen birinin tragedyayı da iyi bilmesi beklenemez.
Tragedyanın Ögeleri
Tragedya
ahlaksal bakımdan ciddi, başı ve sonu olan, belli bir uzunluğu bulunan bir
hareketin taklididir. Sanatça güzelleştirilmiş bir dili vardır. İçine aldığı
her bölüm için özel araçlar kullanır. Hareket eden kişilerce (oyuncular) temsil
edilir. Salt bir öykü (mythos) değildir.
"Tragedyanın ödevi, uyandırdığı acıma ve korku duygularıyla ruhu tutkulardan temizlemektir (katharsis)".
Buna göre tragedyanın altı ögesi vardır. Bu ögeler bir şiir türü olarak tragedyanın farkını da belirginleştiren ögelerdir.
1. Öykü
2. Karakterler
3. Dil
4. Düşünceler
5. Dekorasyon
6. Müzik
"Tragedyanın ödevi, uyandırdığı acıma ve korku duygularıyla ruhu tutkulardan temizlemektir (katharsis)".
Buna göre tragedyanın altı ögesi vardır. Bu ögeler bir şiir türü olarak tragedyanın farkını da belirginleştiren ögelerdir.
1. Öykü
2. Karakterler
3. Dil
4. Düşünceler
5. Dekorasyon
6. Müzik
Burada
en önemli olan şey olayların birbirleriyle bağlanmasıdır. Çünkü tragedya
kişilerin değil, tersine onların hareketlerinin, mutluluk ve felaket içinde
geçen bir hayatın taklididir.
Tragedya
bir hareketin taklidi ise karakter ve düşünce çok önemlidir. Bunlar trajik
hareketin iki temel motifidir. Bu iki motif sonucu kişiler ereklerine
(mutluluğa) ulaşırlar ya da ulaşamazlar.
Hareket
(aksiyon ) ve öykü tragedyanın son ereğidir. Karaktere dayanmayan tragedya
olabildiği halde, bir öyküsü olmayan (harekete dayanmayan) tragedya olmaz.
Özetlersek,
bir hareketin taklidi öyküdür (mythos). Öykü deyince olayların örgüsü; karakter
deyince hareket eden (eylemde bulunan) kişilere yorduğumuz özellikleri, düşünce
deyince de kendisiyle konuşanların bir şey kanıtladığı ya da genel bir gerçeğe
anlatım verdikleri şeyi anlıyoruz. Başka bir deyişle düşünce, koşulların
emrettiği ve ona uygun şeyleri söyleme ve tartışma yetisidir.
Tragedyanın
temeli ve aynı zamanda ruhu öyküdür. Daha sonra karakterler gelir Üçüncü olarak
düşünceler gelir. Daha sonra sözcükler aracılığıyla birşeyler anlatma
anlamındaki "dil" gelir. Sonra müzik vardır. Dekorasyon kuramsal
araştırmaya en az elverişli ögedir. Şiir sanatı ile bir iç bağlılığı yoktur.
Eserin sahneye konması şiir sanatından çok rejisörlük sanatını ilgilendirir.
Tragedyada
Olaylar Nasıl Örülmelidir?
Tragedya
tamamlanmış bütünlüğü olan bir hareketin taklididir; bu hareketin belli bir
büyüklüğü (uzunluğu) vardır. Tragedya başı, ortası ve sonu olan bir bütündür.
İyi kurulmuş öykülerin ne gelişigüzel başı olabilir, ne de gelişigüzel sonu,
tersine baş ve son, bu yaptığımız belirlemelere uygun olmalıdır.
Bir
şeyin güzel olabilmesi için gelişigüzel olmayan bir büyüklüğünün de olması
gerekir. Aynı biçimde, iyi bir öykünün de anımsama gücünün kolayca
saklayabileceği belli bir uzunluğu olmalıdır. Uzunluğun özünden doğan sınırlama
şudur: Kavranabilir bir uzunlukta olan bir öykü her zaman diğerlerinden daha
üstündür. Kural olarak bunu şöyle anlatabiliriz. En uygun uzunluk, bir
hareketin olasılık (ihtimaliyet) ya da zorunluluk yasalarına göre nasıl
geliştiğini, felaketten mutluluğa ya da mutluluktan felakete geçişin nasıl
oluştuğunu içine aldığı olaylar çerçevesi içinde gösterebilen uzunluktur.
Öykü
birlikli ve tamamlanmış bir hareketin taklidi olmalıdır. Olayların parçaları
da, onlardan birinin yerinin değiştirilmesi ya da çıkarılması halinde bütünün
ortadan kalkacağı, parçalanacağı şekilde bir bağlılık içine konmalıdır. Çünkü
varlığı ya da yokluğu fark edilmeyen şey bir bütünün (temel) parçası olamaz.
Tanınma (Anagnorisis) Nedir?
Tanınma bilgisizlikten bilgiye geçiştir (tragedya karakterlerinin, öykünün bir yerinde aralarındaki akrabalık ilişkisini keşfetmeleri gibi).
Tanınma etkili ve sanatsal bir biçimde kullanılmalıdır. Tragedya ozanları bunu çeşitli yollarla yaparlar. Örneğin, doğuştan gelen yara izleri ya da madalyon vs. gibi çeşitli nişanlar yoluyla. tanınma sağlayabilirler. Tanınma yalnızca bu nişanların görülmesi ile sağlanıyorsa bu pek sanatsal değildir Bununla birlikte bu tarz nişanların ustalıkla kullanıldığı tragedyalar da vardır. Bu tarz tanınmalar içinde baht dönüşü ile birlikte gerçekleşen ve ondan doğan tanınmalar daha iyidirler. Bunun yanında anımsama ile gelen tanınma ya da akıl yürütme ile gelen tanınmalar vardır.
Tanınmanın en iyisi, olayların kendiliğinden ortaya koyduğu tanınmalardır. Bunlar, tamamıyla olası olayların sonunda umulmayan bir şeyin belirmesiyle ortaya çıkan tanınmalardır
...
Düğüm ve Çözüm
Her tragedya bir düğüm, bir de çözümden oluşur. Çoğu eserin dışında, bazen de eserin içinde bulunan olaylar, düğümü oluştururlar. Bütün geri kalan olaylar ise, çözümü. Düğüm deyince, eserin başından mutluluk ya da felakete doğru baht dönüşü için sınır oluşturan bölüme dek uzanan olaylar örgüsünü anlıyorum. Çözüm deyince de, bu baht dönüşünden eserin sonuna dek olan bölümü anlıyorum.
Tanınma bilgisizlikten bilgiye geçiştir (tragedya karakterlerinin, öykünün bir yerinde aralarındaki akrabalık ilişkisini keşfetmeleri gibi).
Tanınma etkili ve sanatsal bir biçimde kullanılmalıdır. Tragedya ozanları bunu çeşitli yollarla yaparlar. Örneğin, doğuştan gelen yara izleri ya da madalyon vs. gibi çeşitli nişanlar yoluyla. tanınma sağlayabilirler. Tanınma yalnızca bu nişanların görülmesi ile sağlanıyorsa bu pek sanatsal değildir Bununla birlikte bu tarz nişanların ustalıkla kullanıldığı tragedyalar da vardır. Bu tarz tanınmalar içinde baht dönüşü ile birlikte gerçekleşen ve ondan doğan tanınmalar daha iyidirler. Bunun yanında anımsama ile gelen tanınma ya da akıl yürütme ile gelen tanınmalar vardır.
Tanınmanın en iyisi, olayların kendiliğinden ortaya koyduğu tanınmalardır. Bunlar, tamamıyla olası olayların sonunda umulmayan bir şeyin belirmesiyle ortaya çıkan tanınmalardır
...
Düğüm ve Çözüm
Her tragedya bir düğüm, bir de çözümden oluşur. Çoğu eserin dışında, bazen de eserin içinde bulunan olaylar, düğümü oluştururlar. Bütün geri kalan olaylar ise, çözümü. Düğüm deyince, eserin başından mutluluk ya da felakete doğru baht dönüşü için sınır oluşturan bölüme dek uzanan olaylar örgüsünü anlıyorum. Çözüm deyince de, bu baht dönüşünden eserin sonuna dek olan bölümü anlıyorum.
3. Senaryo
I. Senaryo Yazımını Diğer Sanat Yazarlıklarından Ayıran
Nedir?
Senaryo
yazımını, gündelik hayatta 'yazdıklarımızdan' belli yönleriyle ayırt etmek
gerekir. Senaryolar da hikaye anlatırlar, ama bu hikayeler belli bir anlatım
aracına uygun olacak şekilde yazılmak zorundadır. Bu araç da -sakın bilmiyorum
demeyin!- sinema ya da diğer bir deyişle filmdir. Bu ise yazma edimini hem
biçimsel hem de özsel anlamda kimi değişikliklere uğratır.
Cyrano de Bergerac'ın umutsuz ama bir o kadar da soylu aşkını konu alan bir roman, bir film, bir radyo oyunu, bir piyes ya da çizgi roman karşılaştırıldığında, farklı bir anlatım aracının, yazma biçimini nasıl etkilediği kolayca anlaşılır. Örneğin piyes yazarı, mekan seçimi konusunda, roman yazarı, çizgi roman yazarı ya da senarist kadar özgür olmayacaktır. Bunun başlıca nedeni, oyunun sahnelenme/sunuluş biçimidir. Piyeste bir mekandan diğerine geçiş, sahne dekorunun değiştirilmesi anlamına gelir öncelikle. Fakat dekoru oyun süresince değiştirmek zor ve sıkça yapılamayacak bir şeydir. Öyleyse piyes yazarı, konuyu az sayıda mekanda anlatılacak biçimde yoğunlaştıracak ve işlevleri, gösterilemeyen kimi sahne ve mekanlara ilişkin 'haberler' getirmek olan yardımcı karakterler kullanacaktır sözgelimi. Diğer bir deyişle, anlatım aracının fiziksel doğası, anlatım araç ve tekniklerini de etkilemektedir. Aynı hikayeyi radyo oyunu biçiminde yazan birisi ise başka türlü güçlüklerle karşılaşacaktır. Tiyatrocunun mimik ve jestlerle anlatabileceği şeyleri o, ses ve sözle anlatmak zorunda kalacaktır. Bu ise, kendine has başka anlatım araç ve tekniklerine başvurmayı gerektirecektir. Bu örneklerden de anlaşılacağı üzere, senaryo yazarı da kendi anlatım aracı olan film ve sinemanın kimi sınırlamaları çerçevesinden düşünmek ve kurmak zorundadır öyküsünü. Eklemekte yarar var: kimi düşünürlere göre, yaratıcılık tam da bu sınırlama ile mümkün olur.
Cyrano de Bergerac'ın umutsuz ama bir o kadar da soylu aşkını konu alan bir roman, bir film, bir radyo oyunu, bir piyes ya da çizgi roman karşılaştırıldığında, farklı bir anlatım aracının, yazma biçimini nasıl etkilediği kolayca anlaşılır. Örneğin piyes yazarı, mekan seçimi konusunda, roman yazarı, çizgi roman yazarı ya da senarist kadar özgür olmayacaktır. Bunun başlıca nedeni, oyunun sahnelenme/sunuluş biçimidir. Piyeste bir mekandan diğerine geçiş, sahne dekorunun değiştirilmesi anlamına gelir öncelikle. Fakat dekoru oyun süresince değiştirmek zor ve sıkça yapılamayacak bir şeydir. Öyleyse piyes yazarı, konuyu az sayıda mekanda anlatılacak biçimde yoğunlaştıracak ve işlevleri, gösterilemeyen kimi sahne ve mekanlara ilişkin 'haberler' getirmek olan yardımcı karakterler kullanacaktır sözgelimi. Diğer bir deyişle, anlatım aracının fiziksel doğası, anlatım araç ve tekniklerini de etkilemektedir. Aynı hikayeyi radyo oyunu biçiminde yazan birisi ise başka türlü güçlüklerle karşılaşacaktır. Tiyatrocunun mimik ve jestlerle anlatabileceği şeyleri o, ses ve sözle anlatmak zorunda kalacaktır. Bu ise, kendine has başka anlatım araç ve tekniklerine başvurmayı gerektirecektir. Bu örneklerden de anlaşılacağı üzere, senaryo yazarı da kendi anlatım aracı olan film ve sinemanın kimi sınırlamaları çerçevesinden düşünmek ve kurmak zorundadır öyküsünü. Eklemekte yarar var: kimi düşünürlere göre, yaratıcılık tam da bu sınırlama ile mümkün olur.
II. Senaryo Yazarlığının/ Sinema Dramaturjisinin İki
Boyutu: Anlatı ve Sinematografi
Bu
bağlamda, film için öykü yazmanın, diğer bir deyişle sinema dramaturjisinin iki
boyutundan söz etmek mümkündür. Bunlardan ilki anlatı boyutu, diğeri ise
sinematografi boyutudur. Senarist hem anlatı bilgisine, hem de sinematografi
bilgisine sahip olmak zorundadır.
Sinema Dramaturjisi, Anlatı, Sinematografi
Senaristin
öncelikle bilmesi gerektiği ve zamanla kendisinin de keşfedeceği şey, bunların
birbirinden ayrılamayacak denli iç içe olduğudur. Durum böyle olunca, senaristi
çifte bir görev beklemektedir. Bir yandan 100 yılı aşkın bir sinematografik
birikimin görsel hazinesini keşfetmek ve tanımak zorundadır, öte yandan ise
kökleri belki de mağara insanına dek uzanan bir anlatı geleneğinin
kazanımlarını göz önünde tutmak zorundadır.
Senaryo yazımını öğrenmek için bir yerlerden başlanacaksa, belki de en iyisi yine de anlatı'dan başlamaktır. Senarist görüntülerle anlatır, bu doğru; ama bunun için önce anlatmayı bilmek zorundadır. Chion, "Film senaryosu, anlatı sanatının sinemaya özgü bir uygulamasıdır" derken, 'sinemaya özgü' biçimindeki vurgusu, 'anlatı sanatı' sözcüğünün önemini kolayca unutturabilir. Anlatı sanatının temel kurallarını iyi bilmeyenler, onu sinemaya özgü biçimde kullanmakta zorlanacaklardır kuşkusuz.
Senaryo yazımını öğrenmek için bir yerlerden başlanacaksa, belki de en iyisi yine de anlatı'dan başlamaktır. Senarist görüntülerle anlatır, bu doğru; ama bunun için önce anlatmayı bilmek zorundadır. Chion, "Film senaryosu, anlatı sanatının sinemaya özgü bir uygulamasıdır" derken, 'sinemaya özgü' biçimindeki vurgusu, 'anlatı sanatı' sözcüğünün önemini kolayca unutturabilir. Anlatı sanatının temel kurallarını iyi bilmeyenler, onu sinemaya özgü biçimde kullanmakta zorlanacaklardır kuşkusuz.
III. Bir Senaryoda Bulunması Gereken Temel Unsurlar
Senaryo
yazımında göz önünde tutulması gereken bir kaç temel unsurdan söz edilebilir
Kitlesellik: Çok kişi
tarafından anlaşılma ve beğenilme.
Popülerlik: Güncel sorunları hissettirme, duygusal yönden cezbetme ve asgari müştereklerde buluşma.
Özlülük: Özlü ve somut bir yazım biçimi benimseme, sadece görülen ve işitilenler yer verme, ekranda aktarılamayan şeylerden kaçınma ve dramatik işlevi olmayan sahneleri çıkarma.
Mantıklılık: Olaylar ve olayların sıralanışında mantıklı ve tutarlı olma, dramatik yönden kanıtlanamayan rastlantı ve olaylara yer vermeme.
Görsellik: Görsel yönün detaylı ve somut biçimde yazılması ("Bir kez görmek, bin kez işitmekten iyidir")
İşitsellik: Diyalog dışında, ses, müzik ve efektin olanaklarını kullanma.
İlginçlik: Konunun ilginç olması.
Seyirciyi göz önünde bulundurma: Önemli olan seyircinin hissettikleridir. Seyircinin olaya katılımı sağlanmalı. Ancak seyircinin olayları istediğimiz gibi algılayacağı ya da yorumlayacağı konusunda garanti yoktur.
Gerçekçilik: Olayların gerçek haliyle yansıtılmasını ya da gerçek olaylardan yola çıkılmasını değil, filmdeki olayların izleyiciye gerçekçi gelmesi anlamında gerçekçilik.
İnanılırlık: Somut olayların inanılır biçimde sunulması ve karakterlerin kişiliklerine uygun biçimde davranmaları.
Didaktiklikten kaçınma: Film ders vermeye başladığında itici olur. Yargınızı doğrudan izleyiciye bildirmektense, izleyicinin bu yargıya ulaşacağı bir öykü yapısı kurun. Öğretmen parmağını sallamaktan kaçının, "Kör, gözüm parmağına" olmasın. (Alıntı)
Popülerlik: Güncel sorunları hissettirme, duygusal yönden cezbetme ve asgari müştereklerde buluşma.
Özlülük: Özlü ve somut bir yazım biçimi benimseme, sadece görülen ve işitilenler yer verme, ekranda aktarılamayan şeylerden kaçınma ve dramatik işlevi olmayan sahneleri çıkarma.
Mantıklılık: Olaylar ve olayların sıralanışında mantıklı ve tutarlı olma, dramatik yönden kanıtlanamayan rastlantı ve olaylara yer vermeme.
Görsellik: Görsel yönün detaylı ve somut biçimde yazılması ("Bir kez görmek, bin kez işitmekten iyidir")
İşitsellik: Diyalog dışında, ses, müzik ve efektin olanaklarını kullanma.
İlginçlik: Konunun ilginç olması.
Seyirciyi göz önünde bulundurma: Önemli olan seyircinin hissettikleridir. Seyircinin olaya katılımı sağlanmalı. Ancak seyircinin olayları istediğimiz gibi algılayacağı ya da yorumlayacağı konusunda garanti yoktur.
Gerçekçilik: Olayların gerçek haliyle yansıtılmasını ya da gerçek olaylardan yola çıkılmasını değil, filmdeki olayların izleyiciye gerçekçi gelmesi anlamında gerçekçilik.
İnanılırlık: Somut olayların inanılır biçimde sunulması ve karakterlerin kişiliklerine uygun biçimde davranmaları.
Didaktiklikten kaçınma: Film ders vermeye başladığında itici olur. Yargınızı doğrudan izleyiciye bildirmektense, izleyicinin bu yargıya ulaşacağı bir öykü yapısı kurun. Öğretmen parmağını sallamaktan kaçının, "Kör, gözüm parmağına" olmasın. (Alıntı)
No comments:
Post a Comment