Kürt
Hareketi’nin çeşitli kesimlerinin Gezi’de aldığı tavırlar sık sık tartışılacak
gibi görünüyor. Sanki Devrim: Bir Devrim Gezi’sinden Notlar kitabından bu
konuya ayrılmış pasajları da derleyen yazı şunu hatırlatıyor: “Demirtaş,
Gezi’ye darbe demedi ve Gezi’yi destekledi, ama Gezi ve darbe ilişkisine
yaptığı vurgu apaçık yanlış; kasıtlı değilse de son derece anlamsızdır.”
Selahattin
Demirtaş’ın TC cumhurbaşkanlığı adaylığı HDP bileşenlerinin ötesinde bir
çevrede heyecan uyandırdı. Bu heyecanı paylaşmıyorum. Demirtaş’ın Ali İsmail’in
mahkemesine katılımı, Berkin’in annesini alkışlatması gibi tavırlarının
ayaklanma dönemi tavırlarına dikişsiz bir şekilde eklemlendiğini de
düşünmüyorum. (örneğin Zafer Cömert, Ali İsmail’in davasından bir hafta önce
görülen kardeşinin davasına üst düzeyde HDP katılımı olmamasına sitem
ediyordu).
Ancak,
örneğin Hüseyin Aygün’ün “Demirtaş Gezi’ye darbecilik dedi” şeklindeki
iddiasının türevleri de doğruyu yansıtmıyor. Demirtaş hiçbir zaman “Gezi
darbeciliktir” demedi. Yaptığı şey, Gezi içinde darbe isteyen kesimlere
anlamsız ve yanlış bir vurgu yapmaktı (bu minvaldeki sözleri çeşitli yerlerde
aktarılıyor: örn. Sol; Özgür Gündem; Oda TV, konuşmanın videosuyla birlikte;
Milliyet). Söylediği şuydu:
“Gezi
Parkı’nda ortaya konan demokratik talepler BDP’nin sahiplenebileceği, arkasında
durabileceği demokratik taleplerdir. Bu yönüyle biz, Gezi Direnişi’nin yanında
olduk. Parlamentoda da bunu savunduk. Hatta bu talepler çözüm sürecinden de
kopuk değildir. Biz de benzer şeyleri istiyoruz. Fakat şöylesine bir hareket
içerisine de girildi. ‘Bu şekilde hükümeti devirecek, darbeye doğru götürecek
bir halk hareketini çıkarabilir miyiz? Ya da bu halk hareketini darbeye
kanalize edebilir miyiz?’ Böyle bir arayış vardı. Bunu, biz hem sokaktaki gözlemlerimizle
hem de arkadaşlarımızın tespitleriyle rahatlıkla ifade edebiliyoruz. Bu bir
spekülasyon değil. Biz bu kısmına şiddetle karşı çıktık. Bu yüzden de bir
mesafe koyduk. Buradan bir darbe çıkarmak isteyenlerle birlikte olmayız biz.”
Bu ifadeden
iki sonuç çıkıyor var:
Demirtaş,
Gezi’yi açıkça sahipleniyor.
Gezi’de
önemsiz bir grup olan darbe yanlısı kesime anlamsız bir vurgu yapıyor.
Birincisi
zaten olması gereken. Ama ikincisi
bütünüyle temelsiz. Gezi’de darbecilik son derece önemsiz bir damardı. Gezi’nin
önemli sloganlarından bir teki bile (“Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” bile)
darbe istemedi. Ampirik veriler de bunu doğruluyor:
Bilgi
anketine göre (s. 24), eylemlerin “bundan sonrası için öneriler” listesindeki
17 istek arasında seçimle ilgili olanlar, en alttaki “askeri müdahale”nin hemen
üzerinde yer alıyordu. Yani darbe, ankete katılanların çözüm listesine ancak en
alt sıradan girebiliyordu. Gezi’cilerin içindeki en darbeciler İP ve çevresiydi
ki bunlar yerel seçimlerde 50-60 bin civarında bir oy alabildi, kopardıkları
gürültüye rağmen, hiçbir zaman da bundan büyük bir potansiyelleri olmadı.
İşbirlikçi Perinçek tayfasına oy ve gönül veren her bireyin direnişe katıldığı
düşünülse bile, katılım rakamı 4 ila 10 milyon arasında tahmin edilebilen Gezi
ayaklanmaları için eser miktarlardadır.
Buna rağmen
gerek Demirtaş’ta, gerek aşağıda göreceğimiz üzere, Kürt hareketinin başka
yerlerinde (ve bu arada onların yörüngesindeki kesimlerde) böyle bir yanlış
algının olması üç şeyle açıklanabilir:
Bu zamana kadar
geleneksel olarak halk hareketlerine katılmayan Türk milliyetçisi kesimlerin
orada oluşunu otomatikman onların bir takım siyasal hedeflerinin de orada
olduğu şeklinde yorumlamak.
Kürt halkının
haklı olarak geliştirdiği bayrak, M. Kemal resmi vb. alerjisini Kürt
milliyetçisi bir uca taşıyarak, Türk halkına genişletmek; üstüne de Gezi’yi
“Meseleya Tirkan” (Türklerin meselesi) sanmak/saymak.
Çözüm süreci
adı verilen ilkesiz sürecin zarar göreceğine dair aşırı (Öcalan’dan bile fazla)
kaygı duymak.
Ama konumuz
bu siyasal ve milliyetçi refleksler değil. Öyleyse yineleyelim ve hatırlatalım:
Selahattin
Demirtaş, Gezi’ye darbe demedi ve Gezi’yi destekledi, ama Gezi ve darbe
ilişkisine yaptığı vurgu apaçık yanlış; kasıtlı değilse de son derece
anlamsızdır.
Yani bugün
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde HDP’yi destekleyenler ve Demirtaş, “Biz zinhar
öyle bir şey demedik, çarpıtılıyor, bunlar ulusalcı yalanlar” diye kıyamet
kopartacaklarına, Kürt Hareketi’nin birçok başka odağı gibi açık bir özeleştiri
vermelidir.
Seçim Tutum
Belgesi’nde çokça bahsedilen “açık, şeffaf, demokratik, halkın yanında, halkla
beraber” yönetim (kapitalist TC içinde zaten kurulamaz da), açıklığı
kendimizden başlatmazsak hepten olanaksızdır.
Kürt
Hareketi’nin çeşitli kesimlerinin Gezi’de aldığı tavırlar sık sık tartışılacak
gibi görünüyor. Sanki Devrim: Bir Devrim Gezi’sinden Notlar’ın bu konuya
ayrılmış pasajlarını aşağıda derliyorum. Sayfa numarası verilen alıntılar
kitabın Gezi’nin Seyri, Halklar Kardeştir / Tereddüt Günleri ve Serhıldan,
İsyan, Lice bölümlerinden düzenlenerek aktarıldı.
Sanki
Devrim’den: Gezi ve Kürt Hareketine Dair
Selahattin
Demirtaş ilk günlerden itibaren BDP içinde Gezi’ye yönelik kuşkucu tutumu
temsil ediyordu. Sebahat Tuncel ile -farklı sol geleneklerden gelen
vekiller- Sırrı Süreyya Önder ve
Ertuğrul Kürkçü ise sürecin birçok anında fiilen yer alarak açık bir destek
sundular. 1 Haziran’da Gezi’yi barış sürecine darbe vurma çabası olarak
kodlayan Demirtaş, ara sıra sol bir parti olduğunu, tabanının önemli bir
kısmını oluşturan metropollerdeki Kürt halkının da alanlarda günlerdir ve
gecelerdir polis terörüne maruz kaldığını hatırlayıp şiddet karşıtı açıklamalar
da yaptı. Yine de BDP’de sesi daha çok duyulan Gezi karşıtı duruş,
#KürtlerEylemdenÇekiliyor bozgunculuğuna kadar varan “Beyaz Kürt” tavrını
cesaretlendirdi. Bu tür tavırlar ancak, önce KCK, sonra Abdullah Öcalan’ın
(Pervin Buldan’ın 7 Haziran’daki İmralı ziyaretinde yaptığı) Gezi’yi
sahiplenen, meydanın milliyetçilere bırakılmamasını isteyen açıklamalarıyla bir
parça sekteye uğradı. (s. 44)
(…)
1 Haziran
günü Selahattin Demirtaş, “Halkın direnişini destekliyoruz. Polis AKP’nin özel
güvenlik birimi gibi çalışıyor. Taksim’de, Ankara’da direnen insanlar son
derece haklıdır. Kendilerine yapılan zulümdür,” dedi gerçi, ama hemen ardından,
hem de 1 Mayıs’ın gazlarının İstanbul sokaklarından daha henüz dağılmadığı
günlerde, yanlış iddialarla beslenmiş bir acı yarışına girişti: “İstanbul’da
yaşayanlar gazın tadını ilk kez tadıyor. Ama Diyarbakır, Hakkâri ve Şırnak’ta
günlerce gaz yedik.” Oysa daha 30 gün önce, 1 Mayıs’ta İstanbul sokakları gaz
ve toz bulutu altındaydı.
Ana akım
medya, Demirtaş’ın sözlerinin üzerine “Çözüm sürecini baltalamak isteyenlerle
yan yana olamayız” başlığıyla atlarken, 2 Haziran günü Twitter’da
#KürtlerEylemeSonVeriyor kampanyası başlatıldı. İslamcı Kürtlerle burjuva
milliyetçisi “Beyaz” Kürtlerin son güçleriyle destek verdiği bu etiket Twitter
ülke gündemini birkaç kez zorladı.
[Haziran
2013’teki] Kadın Kongresi sırasında Gezi’den Amed’e gelmiş olan Sebahat
Tuncel’e bu kampanyayı sorduğumda “Başkanı çok eleştiriyorlar ama aslında
haklı. Gezi’deydim, yine gideceğim, ama kaç kez beni sözle taciz ettiler” deyip
hemen ekledi: “Yalnız sana bir şey söyleyeyim, oradakilerin yarısı bizim
gençlerimiz.” Tuncel Eylül ayında yapılan Karaburun Bilim Kongresi’nde aynı
şeyi yineledi: “Biz Gezi’de vardık, Öcalan’ın posterlerini CHP, MHP taşımadı
herhalde!”
Gezi’nin en
sıcak tartışma başlıklarından biri Kürt siyasetinin katılımıydı. Gerçekten de
direnişin her anında Kürt eylemciler Türkiye’nin bütün kentlerindeki eylemlere
katıldı, BDP ve HDK milletvekillerinin bazıları daha Gezi’de ufak bir gruptan
başka kimse yokken oradaydı, ama bizatihi Kürt siyasi hareketinin örgütsel
gücüyle isyana katılımı en fazla “ihtiyatlı” sıfatıyla nitelenebilir. Mustafa
Sönmez bu ihtiyatı “ders kaçkını talebelere”e benzetiyor:
Kürt
muhalefeti, büyük ayaklanmaya sudan gerekçelerle düşük profille katılarak
notunu düşürdü. Özgür Gündem, cumartesi manşetini yine Kürt hareketinin
konferansına yontarken “Gezi Serhildanı”na, altlarda iki sütuna yer açabildi.
Halkların kardeşliğini deneyimlemenin en verimli zemini varken ders kaçkını
talebelere benzediler. (Kaynak: Sendika.Org)
Oysa
Demirtaş’ın ilk açıklamalarının ve (çoğunluğu savaş dolayısıyla Kürdistan
dışında büyümüş, iyi okullarda okumuş ama doğru dürüst hiçbir bedel
ödemedikleri halde toplumsal mücadeleden hep “Biz Kürtler çok bedel ödedik, o
zaman Türkler neredeydi?” argümanıyla kaçan) “Twitter Kürtleri”nin hızla
püskürtülen kampanyalarının üzerinden birkaç gün geçmişti ki, 5 Haziran günü
KCK Yürütme Konseyi Kürt halkını Gezi’de inisiyatif almaya çağırdı ve uyardı:
Ancak
amaçları demokrasi olmayan “fırsat bu fırsattır” deyip Demokratik Çözüm
Süreci’ni sabote etmeyi hedefleyen ırkçı-ulusalcı güçler de var gücüyle
toplumun refleksini istismar etmeye çalışmaktadır. Bu sürecin belkemiğini
oluşturan emekçi ve demokratik kesimler, bu tür gruplara elbette ki dikkat
etmeli ve Demokratik Çözüm Süreci’ni güçlendirmelidir. Kürt halkı da bu süreçte
inisiyatifsiz kalmamalı, Türkiye demokrasi güçleriyle birlikte sürecin doğru
yolda ilerlemesi için üstüne düşen sorumluluğu yerine getirmelidir. Türkiye’de
haksızlıklara, anti-demokratik uygulamalara ve faşizan baskılara karşı
demokratik refleksin Kürt Özgürlük Hareketiyle birleştirilmesi demokratik
dönüşümü sağlayacak önemli sonuçlar ortaya çıkaracaktır.
Abdullah
Öcalan bir gün sonraki İmralı görüşmesinde, Gezi’ye selam göndererek aynı
uyarıları yineledi:
Gezi
Parkı’ndaki direnişi anlamlı buluyor, selamlıyorum. Elbette bu duruş siyasal
bir kırılma yaşatmıştır. Ancak hiç kimse ulusalcı, milliyetçi, darbeci
çevrelere de kendini kullandırmamalıdır. Bu hareketin bunların denetimine
girmesine Türkiye’nin demokrat, devrimci, yurtsever ve ilericileri izin
vermemelidir.
8 Haziran
günü birkaç genç Diyarbakır surlarında “Amed’den Direnişe Bin Selam” pankartını
dalgalandırıyordu. Yine de Kürt yurtsever hareketinin çok daha güçlü bir
biçimde eylemlere katılmaları, Diyarbakır surlarına Gezi’nin bütün şehitlerinin
resminin altında “Gezi’den Lice’ye isyan kazanacak” pankartının asılması için
Eylül’ü beklemek gerekti.
Kürt halkının
ihtiyatlı davranmasının nedenleri sır değil. Öncelikle Gezi sürecinin Kürt
sorunun uzlaşmayla “çözüm süreci”ne zarar vereceğinden korkuluyordu. İkincisi
Kürtler on yıllardır çok daha ağır saldırılarla karşı karşıyayken Anadolu
coğrafyasının diğer kesimlerinden bırakalım kitlesel bir destek, ilgiden bile
yoksun kalmıştı. Gezi’de önemli bir pay sahibi olan milliyetçi kesimlerin
hatırı sayılır bir kısmının Kürt karşıtı hisleri de düşünüldüğü zaman sitem ve
tereddüt karışımı duygu anlaşılır. Ama Gültan Kışanak haklıdır: “Demokrasi,
herkes içindir. Kürt’e demokrasi, Türk’e sopa; Türk’e demokrasi, Kürt’e sopa.
Yok öyle şey.” (s. 150-152)
(…)
Kürt siyasi
hareketi, ilk günlerden itibaren bütün gücünü direnişe katsaydı, kardeşlik
ufkumuz bugün çok daha genişlemiş olabilirdi. Elbette sürtüşmeler de daha çok
yaşanırdı. Ama kabul etmeliyiz ki bu aynı zamanda bir “karşılıklı alışma”
süreci; birbirimizin simgelerine yönelik sistematik bir yabancılaşma ve takiben
aşinalaşma sürecinden geçmek zorundayız.
Gezi’ye Kürt
hareketinin katılımı tartışmalarında öne çıkan fikirlerden biri “Onları da
anlamak lazım, Türkler oradaki savaşa hiç duyarlılık göstermedi” etrafında
dönüyordu (Örneğin Eylül 2013’te toplanan Karaburun Bilim Kongresi’nde bu
tartışmalar uzun uzun yapıldı.). Oysa hareketin kendisi, kendini “anlamıyor”du
ve Sebahat Tuncel’in dediği üzere, bütün enerjileriyle isyana katılmamalarının
“en üst düzeyde özeleştirisini” vermişti. Gerçekten de, Kürt hareketinin başına
isyan sonrası günlerde geçen Cemil Bayık, Gezi’ye dair kapsamlı ve önemli bir
özeleştiri verdi:
Gezi’den
sonra Türkiye artık eskisi gibi olamaz. … Demokratik siyasetin önünü açan bir
eylemdir. Dolayısıyla bu, çözüm sürecine de hizmet eden bir eylemdir. Ona
katılmama, tereddütler yaşama yanlıştır. Neden [tereddüt] yaşadılar? Birincisi
‘Katılırsak, devlet Türkiye’deki demokrasi güçlerine saldırabilir, eğer
katılmazsak saldırı olmayabilir, o zaman bu hareket daha güçlü gelişebilir’
diye düşünüldü. İkincisi, ‘Eğer katılırsak Önder Apo’nun başlattığı süreç zarar
görebilir. Bunu kullanan güçler olabilir. Özellikle hükümet bunu kullanabilir.
Zaten çözüm yönünde adım atmaya pek niyeti yok, bunu da gerekçe yapıp adım
atmayabilir’ anlayışı vardı. Bu endişelerle, katılmama ve zayıf katılma durumu
yaşanmıştır. Bu iki anlayış da yanlıştır. Bunun kesinlikle yanlış olduğunu
söylüyorum. (abç)
Kürt
hareketi, direnişe çok daha kitlesel katılmayarak halkların kardeşliğini
mücadelenin sağlam harcıyla inşa etme şansını hepten kaçırmadıysa da yeterince
de kullanamadı. Cemil Bayık da bunu doğruluyor:
Türkiye
toplumunda böyle bir oluşumun gelişmesi, Türkiye için büyük bir şanstır. İşte
egemenler bunun tehlikesini gördüler ve onu provoke etmeye çalıştılar. Kitle
politikleşmesin, örgütlü bir kitle haline gelmesin, örgütlü bir mücadele
yürütülmesin istediler. Bunu belirttiğim o ulusalcı geçinen güçler de yapmak
istedi. Onun zaaflarından yararlanarak kendi amaçları temelinde geliştirmek
istediler. Elbette ki tam başarılı olamadılar. Eğer buna özgürlük hareketi
yanlısı güçler de katılmış olsaydı o güçler bu kadar üşüşmeyecekti. O hareket
daha güçlü, daha nitelikli gelişecekti.
Bu
özeleştirinin fiili isyan süreçlerinde nasıl bir yansıması olacağı hâlâ en
önemli soru. Eylül ayında yeniden ateşlenen direnişte bu özeleştiriye tekabül
edecek bir katılım sergilenmese de Kürt yurtsever güçler, Berkin’in cenazesine
örgütlü ve güçlü bir şekilde katıldı; Berkin Elvan, Roboskî annelerinden Amed
gençlerine uzanan bir yelpazede yürekten sahiplenildi. Birlikte direnme ve
isyan ruhunun güçlenerek süreceği umudunu hak ediyoruz. (s. 154-155) - Sanki
Devrim
No comments:
Post a Comment