Yazarların, sanatçıların
birbirleri ile ilgili fikirleri okur tarafından ilgiyle karşılanır. Özelliklede
konu aykırı, bilinenin dışında yaşamsal pratiklere sahip, dönemlerinde kimse
gibi olamamış, sanat ya da edebiyat akımlarıyla bir şekilde barışamamış, kendi
özgürlük yolunda koşuya çıkmış isimlerse. Bize bahsettiğimiz özelliklerde iki
ismi sunan bir kitap, “Giacometti’nin Atölyesi”. Metis Yayınları tarafından
basılan kitap, Genet’in ölümünden önce
yazdığı son eseri olma özelliğini taşırken, ayrıca sanat üzerine bilinen tek
çalışması. Kitabın en önemli özelliği ise; bize hem Genet’in sanat düşüncesi
hakkında bilgi sunması hem de Giacometti’nin “ölçüsüz” yapıtları hakkında merak
uyandırması.
Genet’e göre içinde
bulunduğumuz dünya insanlık dışı bir dünyadır ve bizim dünyayı değiştirme
edimimiz onu bütünüyle başka bir dünyaya değiştirmeye yetmeyecektir. Bu
dünyanın görünen yüzüdür ve bunun dışına çıkmak için çabalamak en büyük
özlemimizdir. Görünenin dışına çıkmanın yolu ise ölçülebilir olanın dışına
çıkma cesaretini göstermekten geçer. Bunu başarabilmiş bir isimdir ona göre
Giacometti, çünkü aldatıcı görünüşünden arındırılmış insandan, geriye kalanın
sırrını çözmek için, gözünü rahatsız eden şeyi uzaklaştırmayı iyi bilen bir sanatçıdır
o. Giacometti’nin sanat edimi insanlardan çok nesneleri kapsayabilen bir
arayıştır aynı zamanda. Artık insanlarda nesneler gibidir çünkü arınmaları
hatta bilindik, biçimli durumdan sıyrılmaları gerekmektedir. Ve belki de
Giacometti’nin yapmaya çalıştığı nesnelerde, kaybolmuş insan duygusunu ortaya
çıkarmaktır.
Genet, her insanın derin bir
yalnızlık içinde olduğuna inanır. Ona göre; herkesin gizli yaraları vardır. Bu
nedenle görünüşler aldatıcıdır. Giacometti yapıtlarında insanların ya da
nesnelerin gizlenmiş yaralarını ortaya çıkarır ve bu onun eserlerinde
beslendiği tek şeydir. İnsanın yarası ya da yalnızlığı insanı ışıtan bir
durumdur çünkü. Bu nedenle Giacometti için sanat yaraların ışığını ortaya
çıkarma amacı taşır.
“Sanatta neye yenilikçi denir,
pek anlamam. Bir yapıt gelecek kuşaklarca anlaşılmalı öyle mi?” derken Genet,
bu durumu oldukça yadırgar. Çünkü ona göre sanat yapıtı çocuklar ya da gelecek
kuşaklar için değildir. Tam tersine ölüler için ya da hiçbir zaman sağ
olmamışlar içindir. Çünkü bir sanat yapıtının büyük ölçeklere ulaşması demek;
binlerce yıl önceye dönmesi, kendilerini tanıyacak ölülerin doluştuğu bellek
ötesi geceyi yakalaması demektir. Ayrıca Genet’e göre; sanat yapıtının
gerçekliğin sınırlarında ya da ölçülü biçimli formlarda olması, bu günkü
kuşakların (ona göre insanlık dışı bir dünyanın aldatıcı görünüşlerini temsil
eder bu günkü kuşak) algısına hapsedilmesi, görüntünün seyredenin
aldanmışlığına hapsedilmesi olur. Bu nedenle eser bugün ya da gelecek için
değil doğmamış ya da ölmüş için yapılmalıdır. Bu anlamda Giacometti, bu
sanatsal edimi gerçekleştirmiştir onun eserleri hareketlidir, bakışınızı onun
üzerine sabitleyemezsiniz, zamanın derinliklerinde bir yerdedir, sonsuzdur. Siz
onu değil o sizi esir alır ve bu nedenle ne kesindir ne de tam anlamıyla
gerçek, doğmamış ya da ölmemiş olanın boşluklu, derinlikli ve yalnız
karşılığıdır, ölü bir çağa ait ve ölüler içindir.
Genet’in “Sanat ölüler
içindir” demesinin ardında bir başka anlam daha vardır. Günümüz insanı ölmüş
yığınları ve kalabalıkları temsil eder. Bu sayısız kalabalıkların ve yığınların
artık görmeleri gerekeni görmesi için, sert bir sanatsal pratiğe ihtiyaç
vardır. Ölmüş yığınlar eti kemiğiyle ayaktayken, Giacometti’nin yapıtlarının
aktardığı “yalnızlık bilgisini” artık fark etsin ister Genet, çünkü ona göre en
emin övüncemiz yalnızlıktır. İnsanlar yalnızlığının değerini öğrenmelidir,
sanatsal anlamda bunu başaran yalnızlığı övünç düzeyinde ifade eden kişidir
işte Giacometti ve kesintili bir mekȃn deneyimi ile temsil eder yalnızlığı.
Kalabalıkların farkında olmadığı şeyi ifade eder bir bakıma, belki de hiçbir
zaman farkına varamayacağı. Genet için Giacometti’nin bu denli anlamlı
olmasının sebebi de aslında onun yalnız nesne ve insanları ile ilgilidir belki
de. Çünkü Genet çok büyük bir değer atfeder yalnızlığa ve şöyle tanımlar; “Yalnızlık benim anladığım anlamıyla,
acınacak bir durum değil, daha çok gizli bir krallık, derin bir iletişimsizlik,
fakat el uzatılamaz eşsizlikte, belirsiz bir anlama biçimi”. Giacometti’nin
yapıtları onu o “gizli krallığa”, yalnızlığa götürür. Nesnel anlamları
duyguların boyutuna taşır. Hissettirdiği en güçlü duygu ise; insan varlığının
bu dünyadaki yaralı yalnızlığıdır. Tıpkı
Genet’in yaşamı boyu hissettiği gibi.
Peki, nesneler yalnız mıdır?
“Bir gün, odamda, iskemlenin üzerinde duran havluya bakıyordum; o an her
nesnenin sadece yalnız olmakla kalmayıp bir de ağırlığı olduğu –ya da daha
doğrusu- bir başka nesnenin üstüne abanmasını engelleyen bir ağırlıksızlığı
olduğu izlenimini edindim. Havlu yalnızdı, o kadar yalnızdı ki, sanki iskemleyi
çeksem bile yerinden kıpırdamayacaktı.” Giacometti’ye göre dünya çok hafifken
nesnelerin bile ağır bir yalnızlığı vardır. Sözünü ettiği havluda olduğu gibi
aslında şeylerde derin bir yalnızlık içindedir. Onları bu yalnızlıktan
arındırmak için kendisini yok eden bir sanatsal tavır gereklidir. Sartre’ın
deyimiyle onun hayali; “yapıtının arkasından tamamen silinmektir”. Bu durum bir bakıma Giacometti’nin nesnelerle
olan ilişkisini tanımlar. O bronzu inceltirken, onun görünmeyen yalnızlığını,
yarasını ortaya çıkarmak için inceltir. Bu nedenle ortaya çıkan eser
olabildiğince incelmiş bir forma bürünür. Çünkü ne kadar inceltirse o kadar
derine indiğini düşünür ve insanların suretinde bir nesnenin yalnızlığını
ortaya çıkararak, adeta insan ve nesneyi yalnızlığın -Genet’in deyimiyle- “gizli sığınağında” ortaklaştırır.
Genet ve Giacometti yalnız,
uyumsuz, aylak iki önemli isim. Onları buluşturan, ikisinin de ölçülebilenin,
kategorize edilebilenin, biçimlenebilenin dışında birer bireysel varlık
olmaları belki de. Onlar insan varlığının en övünülecek durumunun aslında
kalabalıkların ya da yığınların bir parçası olmanın dışında bir yerde;
yalnızlıkta ve yaralarda olabileceğine inanırlar. Ve sanatın amacının,
insanların aldanışlarının ya da görünen dünyanın gerçeklerinin sınırında
olmadığında ortaklaşırlar.
No comments:
Post a Comment