AKP
İstanbul Gençlik Kolları'nın düzenlediği sahur programında, Dışişleri Bakanı
Ahmet Davutoğlu, kurcalansa isabet olacak bir konuşma yaptı. ("Davutoğlu:
Ortadoğu'ya bataklık dedirtmeyeceğiz".) Konuşma, AKP iktidarının
zihinlerde oluşturmak istediği "paralel âlem"e dair sağlam fikir
veriyor ve giderek faşizanlaşan lider-kitle ilişkisinin üzerine kurulacağı
temeli aydınlatıyor.
Davutoğlu,
önce İsrail'in Gazze saldırısını ortaya sürüp, bundan, sözünün gerikalanı için
hayli elverişli bir tutamak devşiriyor: Cesetleri, yıkıntıları, alevleri,
dumanları araladığımızda, Gazze'de Filistinlilerin felaketini değil, İslâm
dayanışmasını görmemiz gerekiyor:
"Gazzeli
o bombardımandan kaçarken Arakanlı kardeşlerini düşünüyor. İşte bilinç bu, işte
şuur bu. Gazzeliler bu dava ahlâkını ayakta tuttukları için Allah indinde de
tarih indinde de onurlu ve izzetli insanlardır."
Normal bir
aklı selim ortamında, birilerinin dışişleri bakanına, "Yahu, adamlar beşer
onar, çoluk çocuk öldürülüyor, ne Arakan'ı?" demesi ve şu anda öncelik
taşıyan konuya dikkat çekmesi beklenir. Tabiî ki AKP Gençlik Kolları sahurunda
böyle bir şey olmuyor. Eminim, buradaki garabete de kimse takılmıyor.
Dışişleri
bakanı mevkiindeki İslâmcı siyasetçi için Gazzeliler, bir işgal ordusu
tarafından hunharca katledilen, acil ve etkili yardımımıza muhtaç insanlar
değil, bombardımandan kaçarken yeryüzündeki İslâm birliğini ve dayanışmasını
düşünen militanlardır.
İşin
garibi, "kaçıyor" da değiller; direndikleri için İsrail ordusu bu
kadar hırçınlaşıyor ve önüne çıkanı öldürüyor. Fakat gözü, dinî de değil,
siyasî "dava"sından başka şey görmeyen bakan, bambaşka bir Gazze
tablosu çizmekle kalmıyor, Gazze'deki trajediye bakınca AKP'li gençlerin
görmesi gereken resmi de -çok tehlikeli bir yolla- çiziyor: Gazzeliler,
"dava" arkadaşımız oldukları için "Allah ve tarih indinde"
onurlu insanlarmış; yani bombadan kaçarken Arakan Müslümanlarını düşündükleri
için! Düşünün, İsrail ordusuna direndikleri için bile değil!
Aziz
vahiy, medeniyet meşalesi vs…
Davutoğlu'nu
dinlemeye devam edelim. "Ortadoğu bataklığına sürüklenmeyelim" yollu
dış politika tercihlerini yerden yere vuruyor hesapta; ama esasında, IŞİD için
biraz ılımlı kaçabilecek, yine de her türlü radikal İslâmcı örgütün manifesto
niyetine benimseyebileceği sözler ediyor:
"...Allah
şahit olsun ki o mazlumlara ... ezeli ve ebedi olarak sahip çıkacağız ve hiçbir
yerde Filistin, Gazze davasını yalnız bırakmayacağız. Birileri tarafsız olalım
diyecek belki, belki birileri Orta Doğu bataklığına bulaşmayalım diyecek ama
biz o bataklık dedikleri Şam'ı, Şam-ı Şerif bilmişiz, o bataklık dedikleri Orta
Doğu'daki Mekke'yi Medine'yi Kabe bilmişiz, o bataklık dedikleri Orta Doğu'daki
Bağdat'ı kardeş bilmişiz, o bataklık dedikleri Kerkük'ü aziz bilmişiz. Orta
Doğu bataklık değil, insanlığı ayağa kaldıran o aziz vahyin merkezidir,
Hira'nın merkezidir, Beytül Dağı'dır, Kudüs'tür, Kahire'dir. Ana muhalefet
partisi lideri ve birileri bataklık diyorlar, insanlığı aydınlatan Hira
mağarasının olduğu Orta Doğu'ya bataklık dedirtmeyeceğiz. Orta Doğu üzerindeki
sömürgecileri bu bölgeden uzaklaştırana kadar gece gündüz çalışacağız, bataklık
diye andıkları Orta Doğu'dan büyük bir medeniyet meşalesini ayağa kaldıracağız,
Allah'ın izniyle."
İlkin, bu
derin hamasetin içerdiği kocaman yalanı çıkarıp kenara koyalım: AKP'nin
yönettiği TC devleti, ne yapıyormuş da Gazzelileri yalnız bırakmıyormuş?
İsrail'le siyasî, ticarî, askerî, her türlü ilişkisi maşallah tıkır tıkır
yürüyor. Ortada açıkça alınmış bir tavır, -ve tabiî püf noktası şurada-
İsrail'i sahiden zora sokacak herhangi bir girişim, eylem vs. yok. Bombardıman
sürüyor, Davutoğlu sahurda konuşuyor, Gazzeliler beşer onar ölüyor. Üstelik, bombardımanın
ikinci, kara harekâtının birinci haftasında, Gazze yerle bir edilmişken ve ben
bu satırları yazarken, hâlâ TC'nin İsrail'i zorda bırakacak herhangi bir
girişimi yoktu.
Dolayısıyla,
Davutoğlu'nun, "oraya bataklık dedirtmeyiz" diye derinliklerine dalacağını
söylediği Ortadoğu'nun, Gazzelilerin katledildiği yer olarak değil, "aziz
vahyin merkezi" olarak önem taşıdığını anlıyoruz. Ne yapacaklarmış
Davutoğlu ve "dava" arkadaşları? Ortadoğu'dan "büyük bir
medeniyet meşalesini ayağa kaldıracak"larmış. Bir çeşit İslâmî diriliş
"vizyonu".
"Dava"
açısından bakmak
Ancak
Davutoğlu ve "dava" arkadaşlarının tek hedefi, manevî âlemi meşaleler
yakarak aydınlatmak değil. "Sömürgecileri bölgeden uzaklaştırana
kadar" gece gündüz çalışacaklarmış. Kimdir bu sömürgeciler ve onları
uzaklaştırmak için yapılacak çalışma nasıl bir şey? Uzun uzun spekülasyonlar
yapmaya, hattâ biraz da eğlenmeye müsait bir mevzu bu, ama bu uğursuz
eğlenceden imtina ediyorum. Bunun yerine, dışişleri bakanının boş konuştuğuna,
asla yanına yaklaşamayacağı eylemleri vaat ettiğine, gerçekliğin yerine kendi
emellerini ve hezeyanlarını geçirdiğine işaret edeceğim. Git Gazze'de dikil
İsrail'ın karşısına, madem sömürgecileri kovacaksın; neyin eksik? Milyonluk
ordun, savaş uçakların, tankın topun, her şeyin var. Zavallı Gazzeli, cesaret
ve dehasını kullanıp yarattığı tünel sisteminden başka hiçbir şeye sahip değil;
git sahip çık! Niye yapamıyorsun? Hani medeniyeti ayağa kaldırmalar,
sömürgecileri kovmalar? (Devletler arası ilişki kurallarını, diplomasiyi vs.
unutup uçtuğumu söyleyecek olanlara soru: hangi sömürgeci ne zaman tatlı dil
güler yüzle uzaklaştırıldı bir yerden? Bu kadar büyük bir diriliş davasını
uğrunda savaşmadan nasıl ilerleteceksin? Recep Tayyip Erdoğan'dan Gandhi
yapmayı becerirsen, bu mucize karşısında bütün dünya biz ne dersek dinler, bak,
onu kabul ederim.)
Bunları
kurcalamam abes. Çünkü bakan da sahiden harekete geçme niyetiyle söylemiyor
söylediklerini. Esip savururken, bir tek şey diyor aslında: Gazze bombalanıyor
olabilir, insanlar ölüyor olabilir, şu bu... bunlar önemli değil. Önemli olan bir
İslâm ortak bilinci içerisinde olaylara bakmak, beklentimizi de bir İslâmî
diriliş perspektifine oturtmak. "Gazzeli bombalanıyor, ölüyor"
dersen, gidip onun için bir şey yapman gerekir; oysa, "bombadan kaçarken
bile İslâm ortak şuuruna hizmet ediyor" deyince, ölümünü seyrettiğin
insanın kanı senin "dava"nı besliyor.
Bir çeşit
"süper misyon
Bunlar
bile, yeterince sağlam bir temel oluşturamadan teoriler kurmaya, üstüne üstlük
somut uluslararası politika yapmaya girişmiş, hezeyandan hallice duygularını dünya
görüşü sanan bir dışişleri bakanı için mâkûl sayılabilir, mazur görülebilirdi.
Ancak, Davutoğlu'nun konuşmasının devamında göreceğimiz gibi, her şey, bütün o
"dava"lar şunlar bunlar, tek bir amaca hizmet ediyor: Türkiye'ye ve
onun başındaki Recep Tayyip Erdoğan'a bir süper misyon biçmek, insanları buna
inandırmak. Şöyle diyor teoriler mucidi bakan:
"2013'de
Gezi olayları bahane edilerek, arkasından 17 ve 25 Aralık'da bir takım
komplolarla yapılmak isteneni anlarsınız. Neden yaklaşık 3-4 senedir sistematik
bir şekilde uluslarası medyada sayın Başbakanımızın hedef alındığını
anlarsınız. Eğer biz susmuş olsaydık, eğer bütün bu tablolar karşısında acaba
şu veya bu ülke ne der diye kendi köşemize çekilmiş olsaydık, yani birilerinin
istediği arzu ettiği gibi bataklık diye ilan edilen o coğrafyadan kopmuş
olsaydık, sessiz olsaydık, kimse sayın başbakanımıza dönüp bu kampanyayı
başlatmak istemezdi."
Gerçeğin
gerçekliği
Şunu iddia
ediyor Davutoğlu: Türkiye, tıpkı kendisinin burada çizdiği ve inanmamızı
istediği çerçeveye uygun olarak, bir "medeniyet davası"nı, bir
"İslâm davası"nı "ayağa kaldırmak" üzere Ortadoğu'ya
mukayyet olmakta, gelişmeleri etkilemekte veya en azından, Türkiye o
"coğrafyadan kopup" "köşesine çekilmediği" için gelişmeler
üzerinde etkisi görülmekte, bu da birilerini rahatsız etmektedir. Bu yüzden
"başbakanımız"a dört koldan saldırıyorlar. Hem "Gezi"
saldırıyor hem "paralel yapı" saldırıyor hem de dışişleri bakanının
burada bizi izahtan mahrum bıraktığı birileri "üç-dört senedir sistematik
şekilde" saldırıyor.
Bütün
bunlar, lafı kıvırtmayacaksak, yalandır. Bir kısmı katmerli yalan. Evet, Gezi
isyanı veya Cemaat'in 17-25 Aralık hamleleri elbette başbakana muhalefettir ve
diyelim dışişleri bakanı bunları "saldırı" saydı; bunun Türkiye'nin
Ortadoğu'da güya yaptığı ettiğiyle alâkası ne? Davutoğlu burada, liderinin
yalanını tekrarlıyor: içerideki her türlü muhalefet dış kaynaklıdır,
uluslararası komplonun parçasıdır, vesaire.
Bunlar
elbette, "inanan"ın gözünde bir "paralel âlem" inşasına
yöneliktir. Bu soyut âlemin somut dünyada hiçbir maddî karşılığı ve dayanağı
yoktur. Olması da gerekmez. Bu dünya görüşünün meşruiyet kaynağı bir
"dava"dır. Gerçeğin gerçekliği bu davanın ihtiyaç ve taleplerine göre
değerlendirilir. Bu niteliği kitleden türlü yollarla saklansa da iktidar
tekelinden ibaret olan dava ve liderinin üzerine örtülen uhrevî örtü nedeniyle,
"inanan"ın inandığı da artık İslâm aracılığıyla Allah değil, onları
zırh gibi kuşanmış lider ve "dava"sıdır. Şimdi göreceğiz ki, Davutoğlu,
Ortadoğu'da medeniyet kalkışması falan için değil, bu özdeşleştirme için
çalışıyor.
Bir
kurtarıcı mitosu
Biraz
geriye çekilip asgarî sağduyumuzu takınıp tekrar yaklaştığımız zaman, kurulan
bütün ulvî yapının, muazzam davanın emrine koşulmuş hizmetkârların, sömürgecilerle
cenk eden mücahitlerin aslında ne ile iştigal ettiğini komplekssiz, basit
insana göründüğü şekliyle tanımladığımız zaman, dışişleri bakanının çizdiği
resmin hakiki motifleri ve renkleri ortaya çıkacaktır. Ortadoğu'ya dair
destansı edebiyat, partili gençleri ülkedeki iktidara bağlayacak yanılsamayı
tarif ediyor. "Medeniyet kalkışması" ve "dava", şüphesiz,
gençleri, rastgele seçmeni herhangi bir iktidara bağlar gibi bağlamayacaktır.
Burada bir ulviyet, bir kutsallık var. Tayyip Erdoğan, Türkiye'nin başrolünde
yeraldığı bir müstakbel destanın ulu kişisidir. Gençler, "partimiz"
ve müteahhitlerine değil, "o aziz vahye", "dava" ve
mücahitlerine sahip çıkacak.
Garip,
hepten moral bozucu ve belki biraz da eğitim sistemi nedeniyle insanların
mantık bağları kurmakta, muhakemede fazlasıyla zorlandıkları Türkiye'ye özgü
olan, Davutoğlu'nun dile getirdiği türden devâsâ iddiaların, karşılıksız,
kanıtsız, hattâ işaretsiz ortaya sürülüverilişidir. Türkiye şu anda Ortadoğu'da
güç ve etki sahibi bir ülke değil, kendini Suudi ve Katar prensleriyle IŞİD'in
katillerinin elinde oyuncak etmiş, kafası kesik bir tavuktur. Davutoğlu dahil,
Türkiye'yi yönetenlerin tarif ettiği Ortadoğu'nun, bu coğrafyanın zenginliğiyle
alâkası yok. Bu mezhep bağnazlığıyla nasıl bir medeniyet kalkışması
yaratacaklarını gözümüzün önünde canlandırabilmek için, IŞİD'in Toyota'larını
takip edebiliriz. Suudi çakallarıyla Selefi katillerin gölgesinde, nasıl bir
"aziz vahiy"dir o?
Nereden
çıktı bu arî ırk?
Bunlar bir
yandan işin siyasî boyutu. Olsa olsa figüran konumundayken
"Ortadoğu"nun potansiyel sahibi gibi konuşmalar yapmak, öbür yandan,
başlı başına, dinleyenleri her türlü gerçeklik duygusundan azade kılacak bir
eylem. Ve her şeyden önce, tamamen içeriye, Türkiye'ye yönelik.
Davutoğlu
bazen çok mühim şeyler söylermiş gibi yapabiliyor. İtiraf edeyim, başlangıçta
bir süre, başka birçok insan gibi ben de yedim bunu. Oysa o süslü lafların
arkasındaki kofluk bir defa kendisini gösterdi mi, bu "entelektüel
bakan"ın kurduğu her yapıya sadece cephesi bulunan bir sinema dekoru gibi
bakmanız kaçınılmaz. İşin kötüsü, bu dekorlarla sinema yapılıyor, hikâye
anlatılıyor, insanlar inandırılıyor, kitleler birtakım hedeflere
sürüklenebiliyor. En çakalından en entelektüeline, AKP kadrosunun artık tek bir
hedefi var: Sadece Türkiye'nin değil, Ortadoğu'nun da, hattâ sadece onun da
değil, dünya Müslümanlarının esenliğinin Tayyip Erdoğan'ın liderliğine bağlı
olduğu inancını -evet, bu bir "görüş" değil inançtır- yerleştirerek
iktidarda kalabilmek.
Bu amaçla,
ilkin, militan İslâmcı kültürünün zaten pek elverişli bir zemin sunduğu klasik
faşizan yönteme başvuruyorlar: elverişli gerçekliğin inşası. Bu yapma
gerçekliğin, olguyla, gerçekle, sınanabileceği her şeyle ilişkisinin kesilmesi.
Bunun için, akıl-mantığın, düşüncenin oynaması gereken bütün rolleri inançlara,
önyargılara, sual olunmaz, sınanamaz büyük hakikatlere vermek. Coşkulu bir
Nazi'ye, "Yahu nereden çıktı bu arî ırk meselesi?" diye sorsanız çok
şaşırırdı herhalde. Ama bu soruyu cevaplamak aklından bile geçmezdi. O,
öyleydi. İslâm âlemi, Erdoğan'ı bekliyordu, buldu. "Yahu baksanıza,
dünyada bekleyen mekleyen yok!" Geçersiz itiraz.
Türkiye
kökenli bir İslâm faşizmi pekâlâ "buradan yürüyebilir". En azından
deniyorlar.
(Ümit
Kıvanç'ın http://riyatabirleri.blogspot.com.tr adresindeki blogundan
alınmıştır)
No comments:
Post a Comment