Özgürlük bir düş müdür?
Sanki herkes özgürleşmek ya
da özgür kalmaya çalışıyormuş gibi görünmek istemektedir.
Eğer bu bir illüzyonsa
günümüzde yaşamsal bir illüzyona dönüştüğü söylenebilir.
Ahlak, töre ve zihniyet gibi
şeylere bakıldığında bu illüzyonun tarihinin derinliklerinden çıkıp gelmiş
olduğu ve kesinlikle engellenemeyeceği söylenebilir.
Bu özgürlük hikâyesi kimi
açılardan abartılı ve çelişkili görülebilir ancak çılgınlık derecesinde bir
duygu olup, engellenmesi mümkün görünmemektedir.
İşin daha da ilginç yanı
bütün sistemin bu özgürlük düşüncesini ahlaki bir görev ve zorunluluğa
dönüştürmüş olmasıdır. Bu yüzden de özgürlük zorunluluğunu doğal bir istek,
doğal bir özgürlük ihtiyacından ayırma konusunda güçlük çekiyoruz.
Hangi biçimi olursa olsun
kölelikten kurtulmak istemeyen biri var mıdır? Kime sorarsanız size fiziki ya
da yasal dayatmalardan kaçıp kurtulmak istediğini söyleyecektir. Bu öylesine
bir yaşamsal tepkidir ki, bu konuda bir özgürlük düşüncesine bile gerek
olmadığı söylenebilir.
Herkesin birbirine karşı
duyarsızlaştığı bir evrende, kişinin yalnızca kendi davranışlarından sorumlu
tutulması ortaya bazı sorunların çıkmasına yol açmaktadır. Zira bu yaklaşım
diğerlerine karşı simgesel manevi bir huzursuzluk hissedilmesine ve genel bir
düzen bozukluğuna (kuralsızlık) yol açmaktadır. Özgür elektronların
(bireylerin) , istedikleri görünüme bürünebildikleri genel bir mübadele
sistemine boyun eğmiş evrende, bu her şeyi mümkün kılabilen düzene karşı, en az
özgürlük arzusu kadar derin bir karşıt içtepinin, direnişin giderek büyüdüğü
görülmektedir. Bu evrende kuralsızlık tutkusuna eşit bir kural tutkusundan söz
edilebilir.
İnsanlığın antropolojik
geçmişine bakıldığında kural zorunluluğunun en az kurallardan kurtulma arzusu
kadar temel bir şey olduğu görülür.
Hangisini açıklamanın daha
zor olacağını kimse söyleyemez.
Özgürleşme sürecinin kat
ettiği uzun yol düşünüldüğünde; sınırsız özgürlük ve her türlü kuralsızlık
karşısında yer alan kural yanlısı hareketlerin şu sıralar giderek güçlenip,
canlandıkları söylenebilir.
Bu kural yandaşlığının
yasaya boyun eğme olayıyla bir ilişkisi yoktur. Bunun tam tersi bir süreç
olduğu söylenebilir zira soyut ve evrensel yasanın tersine, kural, iki yanlı
bir yükümlülüktür. Kuralın ne hak, ne görev ne de ahlaki ve psikolojik
yasalarla bir ilişkisi yoktur.
İnsanlık açısından hemen her
yerde tartışmasız bir gelişme olarak kabul edilen ve insan hakları tarafından
koruma altına alınmış olan özgürlük doğal bir hak gibi görülmektedir. ‘’Özgür’’
olmak insanı ilkel dönemden kalma kötülüklerden korumakta, mutlu ve doğal bir
yaşam sürmesini sağlamaktadır. Modern ve demokrat insanın kurtuluşu özgürlük
vaftizinden geçmekle mümkündür.
Oysa bu bir ütopyadır.
İyi ve Kötü arasındaki
karşıtlığı çözme konusunda gösterilen kararsızlığa karşın, insanlığın kendi
kendini aşabileceğine olan kesin inanç bir ütopyadan başka bir şey değildir.
Karşıtlık kalıcıdır ve
şeyler bu karşıtlık ilişkisine son vermeden bir özgürleşme sürecinden
geçmişlerdir.
Kötülüğü özgürleştirmeden
İyiliği özgürleştiremezsiniz. Hatta kimi zaman aynı devinim süreci içinde
Kötülüğün İyilikten daha hızlı bir şekilde özgürleştirildiği söylenebilir.
Sonuç itibarıyla İyilik gibi
Kötülük kurallarında da bir bozulmadan söz edebiliriz.
Özgürleştirme sınır
tanımayan bir gelişme ve hız anlayışına yol açmıştır.
Öngörülen tehlike sınırı bir
kez aşıldığında (bu bir evrenden diğerine geçiş biraz fiziksel dünyadakini
andırmaktadır) –zaman, para, cinsellik, üretim gibi- şeyler baş döndürücü bir
hızla çoğalıp boşlukta yüzmektedirler. Bugün yaşamakta olduğumuz evrede
özerklik ve farklılık çeşitlerinin hiç biri denetlenmemektedir. Bütün bunların
belirsiz, boşlukta yüzen ve katlanarak büyüyen, durdurulması olanaksız volkanik
bir patlamayı andırdığı söylenebilir.
Artık bu aşamada,
özgürlüğün, özgürleştirilme tarafından aşılıp geçilerek anlamını yitirdiği
söylenebilir.
İnsana özgü ne varsa hepsinin istisnasız (total) haberleştirilip, bütünsel sürecin bir parçasına dönüştürülerek,
özgürce dolandığına tanık oluyoruz. Herkes olanakları ölçüsünde teknik bir
varlığa dönüşüyor, yani herkes genel karşılıklı bir etkileşim sürecinin
hissedarı ve iş ortağı haline geliyor. Piyasa Tanrısı kendi kurallarına sahip
çıkarken, Adam Simith’in ‘’Gizli Eli’’ bundan böyle bilgisayar programları ve
ağlarının maddi olmayan egemenliği altına girmiş demektir. Evrensel Serbest
Pazar, düzen bozukluğunun en üst aşamasıdır.
Tarihsel toplumlarda
başlangıçtan bu yana işe yarayan bir dinamiğin mantıksal ve kaçınılmaz sonucu
olarak, tüm insan ilişkilerinde, zaman içinde artış gösteren evrensel
boyutlarda bir bozulmadan söz edebiliriz.
Feodaliteden Kapitalizme,
oradan da daha öteye geçildiğinde karşımıza mübadele özgürlüğüyle mal, para,
insan ve sermayenin özgürce dolaşımında görülen muazzam gelişme çıkmaktadır.
Bu gidişatın durdurulması
mümkün değildir. Bunun insanlık değil pazarın büyümesi, kendisinden kaçılması
mümkün görünmeyen küreselleşmenin gelişmesiyle bir ilişkisi vardır.
Dur durak tanımadan
genelleştirdiği bir mübadele süreci doğrultusunda ilerlemiş bir liberalizmin
ulaştığı son aşama. Bu gelişen mübadele süreci doğrultusunda kapitalin
zıtlıkları, çelişkileri, kanlı tarihi ya da kısaca ‘’tarihiyle’’ birlikte
tarihe karışmış olduğu söylenebilir.
Bununla birlikte ikinci
‘’devrime’’ karşı direnişlere hemen her yerde karşılaşılmaktadır. Üstelik bu
direnişler Aydınlanmanın yol açtığı direnişlerden daha güçlüdür. Bunlar (devrim
karşıtları denilen türden olup) kendi kabuğuna çekilme, dini tarikatlaşma,
loncalaşma, yeni yobazlık ve feodalite biçimleri türünden direnişler olarak
değerlendirilebilir. Bu direniş biçimleri hemen her yerde o koşulsuz özgürlüğe
bir son vererek yeni himaye, korunma, vassallik biçimleri ve tahammül edilmesi
olanaksız kendi başına bırakılmışlığa karşı arkaik bir sadakat anlayışı bulmaya
çalışır gibidirler.
Buna, düzen bozulmasına yeni
bir oyun kuralıyla karşı çıkış da denilebilir.
Küreselleşme ya da tamamıyla
piyasa kanunları tarafından yönlendirilmeye karşı ücret ve kurumsal koruma
sağlayan ‘’toplumsal’’ tek sığınak olarak gösterilebilir.
Emeğin yabancılaşmış insanın
içinde bulunduğu durumu savunmak ve bu yabancılaşmanın bir anlamda o insanı
para ve ağlar tarafından belirlenen yasaların aşırı etkilerinden koruduğunu
söylemek gerekiyor. İnsanlar kendilerini bu ağlardan koruyabilecek, bu dağınık
ve bir boşlukta kaybolup gitme hissine son verebilecek bir ‘’gönüllü’’
yabancılaşmadan daha arkaik aşamalara giderek, kendilerini güvende hissettiren
her türlü aşkınlığa teslim olmaktadırlar.
Bu özgürlük paradoksunun
içinden çıkılamayacağı düşüncesi kafalara yeni dank etmeye başlamıştır. Zira bu
tersine çevirmenin olanaksız zincirlerinden kurtulma hareketini insanlık adına
bir gelişme (zira insanı diğer türlere üstün kılan şey budur) gibi görebilmek
mümkün olabildiği gibi, tam tersine sonuçları belirsiz bir antropolojik
felaket, insanlıktan kopma, ürkütücü bir düzen bozukluğu gibi de görülebilir.
Ancak bu nerede biteceği belli olmayan özgürlük hareketi evrensel bir
mutabakatın en üst aşaması olabileceği gibi, total bir entropi anlamına da
gelebilir.
Elimizden geldiğince
özgürlükten uzaklaşmaya çalışıyoruz.
Sürekli olarak başka
süreçlere boyun eğmeyi kendi arzu, yaşantı ve irademize boyun eğmeye tercih
ediyoruz. Eğer halk kendini
politikacıların eline teslim ediyorsa bunu temsil edilmekten çok onları başından
defedebilmek amacıyla yapıyor. Bu durum edilginlik ve sorumsuzluk olarak
yorumlanabileceği gibi, konuya daha zekice bir yorum getirerek örneğin, bu
hakları devretmenin bilinçsiz bilinçlilik, arzu ve iradeden yoksunluk yani
sezgisel bir şey olduğu; kısaca bilincin derinliklerinde yatan özgürlüğün bir
yanılsamasından başka bir şey olmadığının hissedilmesinden kaynaklandığı
söylenemez mi?
Yoksa buna
‘’bilinçli/gönüllü boyun eğme mi demeliyiz?’’
Bu bilinçli köleliğin yanlış
bir deyim olduğunu, çünkü hem özgürlük hem de irade kavramlarının
yanıltıcılığını ifade etmekten başka bir işe yaramadığı söylenebilir. Bireyin
özerk olmak konusundaki kararlılığını ortaya koyduğu düşünülen irade düşüncesi,
özgürlüğe karşı bir kavram olarak kullanıldığında bile yanlış bir anlama sahip
olmaktadır.
Yanılsamayla olduğunu
sandığımız yerde karşılaşmayabiliriz. Aramızdan yalnızca birkaç kişi (G.C.
Lichtenberg) özgür olunamayacağını ve bu yazgıya boyun eğmek gerektiğinin
farkında olabilir. Geriye kalan sessiz çoğunluk irade kavramını öne sürenlerin
tersine bunun bir yanılsama olduğunun bilincindedir.
Bütün bunlar
‘’bilinçli/gönüllü köleliğin’’ kendi kural ve stratejilerine sahip olmasına
engel değildir.
Ötekini boyunduruk altına
alma isteğini başarısızlığa uğratmanın yolu insanın bu türden bir arzuyu
duymamasıyla mümkündür. Bunlara ayartma numaraları denir.
İktidarın getirdiği
sorumlulukları ötekine yüklemekle ona eşdeğer bir güç ve caydırıcılığa sahip
olduğunuzu göstermiş olursunuz. Bunlara da lanetli pay numaraları denir.
Bununla birlikte güncel
kölelik biçiminin gönüllü ya da gönülsüz olma, özgürlükten yoksunlukla bir
ilişkisi yoktur, tam tersine bu durum aşırı özgürlük ortamının yol açtığı bir
sonuçtur. Her ne şekilde
olursa olsun özgürleşmeye
çalışan insan artık neden, niçin özgür olması gerektiğini bilmediği gibi, böyle
bir ortamda nasıl bir kimliğe sahip olması gerektiğini de bilmemektedir. Her
şeye sahip olan insan kendi kendisinden nasıl yararlanması gerektiğini
bilememektedir.
Bu açıdan ele alındığında
ekranlara, İnternet ve benzeri ağlarla Sanal teknolojiler ve bu teknolojilerin
sunduğu olanakların içine gömülme süreci, özgürleşme konusunda büyük bir adım
atılmasına yol açarak, bu soruna son vermiştir.
Günümüzde, bu dijital
güdüleme dünyasının içine gömülmüş insanların kendi varlıkları konusunda
endişeye kapılma ve sorumluluk gibi duygulardan tek yanlı vazgeçişleri,
sokaklara inerek talep ettikleri şu özgürlük ve öznellik hakkından
kurtulabilmek için ellerinden geleni yapmaları, akla gelebilecek en kolay çözümdür.
Bu iş öyle bir boyuta varmıştır ki, asal görevi insanlara zorla sorumluluk
yüklemek olan iktidar, bu yükümlülüğü ‘’nasıl isterse o şekilde yerine
getirebilecekleri, yani bu konuda tamamıyla özgür olduklarını’’ da eklemek
durumunda kalmaktadır.
İktidarın kendisi bir yandan
sorumluluklara sahip çıkarmış gibi yaparken, diğer yandan bundan kurtulmak için
elinden geleni ardına koymamaktadır. Çünkü suçlu olmak sorumlu olmaktan daha
kolaydır, zira suçu karanlık güçlerin üstüne atabilirsiniz, oysa sorumluluktan
kaçış yoktur.
Özgürlükten kurtulmanın
neyse ki daha şiirsel yolları vardır. Örneğin özgürlükten oyun oynayarak
kurtulabilirsiniz. Çünkü oyunda özgürlüğünüz kurallara boyun eğmek
durumundadır, yoksa yasalara değil. Oyun evrenindeki özgürlük daha zekice ve
paradoksal bir yapıya sahiptir, çünkü kurallara kesinlikle boyun eğmek
durumundadır. Bu özgürlük oyunu, köle ve efendininkine benzer mucizevî bir
birleşme olup, gönüllü köleliğin büyüleyici biçimidir. Bu oyunda kimse özgür
değildir, herkes aynı anda hem köle hem de efendidir.
Jean Baudrillard, Şeytana
Satılan Ruh ya da Kötülüğün Egemenliği (s.49-54)
No comments:
Post a Comment