Özgürlük
denildiğinde aklımızda pek çok imge belirir ancak özgür bir halk dediğimizde
aklımıza gelecek ilk isim Çingenelerdir. Çingeneler hiçbir yere hapsedilemeyen
özgür ruhlu insanlar olarak tanınırlar. Ancak bu özgürlüğü elde etme çabası hiç
de kolay olmamıştır. Katledilmişler, yerleşik yaşama geçmeleri dayatılmış ama
onlar özgür ruhlarından ödün vermemeyi ağır bedeller ödeyerek başarmışlardır.
Çingenelerin özgürlük uğruna yaşadıklarını en iyi temsil eden film ise bana
kalırsa Tony Gatlif’in Liberte filmidir. Film 1943 yılında Fransa’da yaşayan
bir Çingene ailesinin özgürlük mücadelesini konu alır. Gerçek bir öyküye
dayanan filmde Çingenelerin özgürlüklerinin bağlı olduğu göç ve yolda olma
mücadelesi oldukça iyi bir kurgu ve oyunculukla yansıtılmıştır.
Yersiz,
yurtsuz, kimsesiz tek isteği özgürlük olan bir halkın dramı olsa da anlatılan,
Çingeneler denilince aklımıza ilk gelenin müzik ve neşe olması da ilginçtir.
Ancak bu halk için müzik öyle algılandığı gibi, her şeye gülüp geçen bir halk,
indirgemeciliğinin çok ötesinde bir anlam ifade eder. Fonseca’ya göre Çingene
şarkılarının çoğu yoksulluktan, imkȃnsız aşktan, kaybedilmiş bir özgürlüğe
duyulan özlemden söz eden yürek burkucu ağıtlardır. Yine Çingene şarkılarının
çoğu, hem konu hem müzik bakımından oldukça acıklıdırlar. Şarkılar
yurtsuzluktan, lungo drum’dan yani uzun yoldan, gidecek ya da dönecek bir yerin
olmayışından söz eder (2002:13.) Filmde kullanılan etkili müzikler en çaresiz
anda yükselen keman sesi aslında bu durumun özetidir. Filmin sonunda çalan
şarkının sözleri de aslında Çingeneler için müziğin nasıl bir ifade biçimine
dönüştüğünün göstergesidir; “neden burada olmadığımızı soran olursa, ışıktan ve
gökyüzünden sürüldüğümüzü anlat.” Işık ve gökyüzü bu şarkının en önemli imgesi,
kapalı bir mekȃna hapsedilmek istemeyen Çingene halkı için ışık yani güneş ve
gökyüzü bizim anladığımızın çok ötesinde bir anlama sahip olmalıdır. Yaşamını
dört duvara, betonlar arasına sıkıştırmış bir insanlık durumunu yaşadığımız
günümüzde gökyüzüne bakmayı bile çoğu zaman hatırlamadığımız düşünülürse,
Çingene halklarının özgürlük üzerine yaktıkları ağıtların derinliği bizim
yüklediğimiz anlamın oldukça ötesinde bir yerde yer alacaktır.
Filmde savaş
nedeniyle zorunlu olarak bir süreliğine yerleşmeye mecbur kalan Taloş ve
ailesinin yaşamı anlatılırken, onların yerleşik bir hayata nasıl “uyumsuz”
oldukları da ortaya çıkacaktır. Çingenelerin tarihleri boyunca dönem dönem
yerleşik yaşama zorlandıklarını yazar birçok kitap, ancak Fonseca’nın
deyimiyle; oysa kimse onlara fikirlerini sormamıştır ve dolayısıyla tüm
asimilasyon çabaları da boşa çıkmıştır (2002:17.) Filmdeki ailemiz içinde bu
durum geçerlidir. Örneğin, filmin en özgürlük düşkünü karakteri Taloş belediye
başkanının yerleştirdiği evin bahçesine çadır kurarak yaşamaya devam etmeye
çalışır. Ailenin çocuklarının okula gitmesi gerektiği ise pek hoş
karşılanmamıştır. Onlara çocukların okuma yazma öğrenmesi gerektiği
söylendiğinde verilen cevap şöyledir; “çocuklarımızdan ayrılmayız, onlar hep
bizim yanımızdadır” ya da “bize göre değil.” Çingene halkının yaşam ve geçim
pratiği düşünüldüğünde gerçektende onların bir okula ihtiyacı yoktur. Ancak
“aydınlanmacı” ve asimilasyoncu politikalar okul konusunda Çingene halklarına
dayatma içinde olmuştur. Oysa onlar için okulda bir biçimleme mekȃnı
olamayacaktır. Filmde ifade edildiği gibi, Çingenelerin belki de en büyük
özelliği nereye giderlerse gitsinler özgürlüklerinden taviz vermemeleridir.
Okula giden Çingene çocukların, istedikleri an müzik aletlerini çıkarıp şarkı
söylemeye başlamaları ya da dersin bitip bitmediğini umursamadan bazen
pencereden, bazen kapıdan çıkıp gitmeleri bu durumun en önemli örneğidir. Çünkü
“uzun yol” Çingenelerin kaderidir ve onlar için bir yerde sabit kalmak ya da
saate hapsedilmiş zamanın esiri olmak ölüme eş değerdir.
Çingenlerle
ilgili hem film üzerinden hem de genel olarak üzerinde durulması gereken bir
durumda doğa ile olan ilişkileridir. Yaşam pratiklerinin de etkisiyle bu halk
doğadan ve onun verdiklerinden kopmamayı başarmıştır. Gerek sağaltım yöntemleri
gerek kötülüklerden korunma yöntemleri doğal uygulamaları içerir. Filmde
hastalanan atı kendi yöntemleriyle ayağa kaldırmaları ya da at tarafından
yaralanan belediye başkanını çiğ yumurta ve hayvan gübresi ile iyileştirmeleri,
evlerini “şeytandan” korumak için kapılara sarımsak sürmeleri hem Çingene
kültürünü hem de doğayla ilişkiyi temsil eder. Orman, su, güneş doğanın verdiği
her şey kutsaldır onlar için Taloş’un söylediği gibi; “kafanı dondur, toprakla,
su ile seviş.” Böyle düşündüğü için Taloş, misafir olarak gittiği belediye
başkanının evinde musluğu açık bırakıp çekip gitmiştir çünkü ona göre; sular
musluklara hapsedilemez bu nedenle de özgür olmalıdırlar tıpkı Çingeneler gibi.
Çingeneler
için yaşam tarihleri boyunca hiç kolay olmamıştır. Onlar dünya içinde gerçek
anlamda yersiz yurtsuz bir halktır. Gittikleri her yerin yabancısı, kültürel
olarak tüm “kirliliği” üzerlerinde barındıran, istenmeyen kimsesiz bir halk
olarak varlığı devam ettirmek, romantize edilmeyecek kadar acı bir yaşamın
karşılığıdır. Lévi Strauss’a göre; yeryüzünü bir dizi ikili karşıtlığa bölmeye
meyilli, bilinçdışı bir “yaban düşünce” vardır. Bu karşıtlıklar iyi-kötü,
yenebilir-yenmez, pişmiş-çiğ, evlenilir- evlenilmez, yabancı-yerli şeklinde
örneklenebilir (akt. Kearney, 2012:50.) Çingeneler bu ikili karşıtlığın hep
olumsuz taraflarında anılmışlarıdır. Her yerde “kötü”, her yerde “yabancı”, her
yerde “ahlȃksız” bu durum onları kendi etnik sınırlarını belirlemeye ve kapalı
bir yaşam sürmeye itmiştir. Bu nedenle onlar kendi dışında kalanları “gadjo”
olarak adlandırmışlardır anlamı “yabancı” demektir. Çingenelere göre kendi
dışlarında kalan herkes yabancıdır. Kimsenin onları bu konuda suçlamaya ya da
yargılamaya hakkı yoktur çünkü onları bu davranışa iten toplumlar içindeki “ötekileştirici”
söylem ve politikalardır. Çingeneler hep temkinli olmak zorunda bırakılmışlar
ve kendileri dışında kimseye güvenmemeyi öğrenmişlerdir. Filme dönecek olursak,
benzer “ötekileştirici” pratikleri orada da görürüz. Yerleştirildikleri mekȃnı
basan diğer köylüler onları burada istemediklerini açıkça ifade etmişlerdir.
Çünkü onlara göre orada yaşamayı hak etmek için Fransız olmak gerekir hem
Çingeneler zaten “hırsızdır.” Bu ön yargılı söylem hem ötekileştirici bir anlam
ifade eder hem de dışlayıcı bu nedenle filmde belirtildiği gibi, Çingeneler;
“oradan ayrıldıklarında ve kimsenin nerede olduklarını bilmediğinde” özgür
olacaklardır.
Film
Çingenelerin yaşadıkları sıkıntıları, özgürlük tutkularını, doğa ile olan
ilişkilerini, yaşam ve geçim pratiklerini çok iyi yansıtmış diyebiliriz.
Çingeneler için kurulacak cümleler onlar gibi sınırsız ve sonsuz onlar belki de
Nietzsche’nin sözünü ettiği, özgürleşmiş, özgür, istemenin efendisi, egemen
bireylerden (2013:75). Başka halkların hiçbir zaman tam anlamıyla talep
edemeyeceği özgürlüğün gerçek temsilleri çünkü bir Çingene şarkısında
söylendiği gibi; “Aydınlık, güçlü ve su gibi temizler. Sizde duyabilirsiniz
ayak seslerini, duymanızı istediğinde onlar.”
Emek
Erez
Kaynaklar
Fonseca,
İ. (2002), Beni Ayakta Gömün; “Çingeneler ve Yolculukları”, (Çev. Özlem İlyas),
İstanbul: Ayrıntı.
Kearney,
R. (2012), Yabancılar, Tanrılar ve Canavarlar; “Ötekiliği Yorumlamak”, (Çev.
Barış Özkul), İstanbul: Metis.
Nietzsche,
F. (2013), Ahlȃkın Soy Kütüğü Üzerine; Çev. Ahmet İnam, İstanbul: Say
Yayınları.
No comments:
Post a Comment