“Sordukları
zaman, bana ne iş yaptığımı, evli olup olmadığımı, kocamın ne iş yaptığını, ana
babamın ne olduklarını sordukları zaman, ne gibi koşullarda yaşadığımı,
yanıtlarımı nasıl memnunlukla onayladıklarını yüzlerinde okuyorum. Ve hepsine
haykırmak istiyorum. Onayladığınız yanıtlar yalnızca bir yüzey. Ne düzenli bir
iş, ne iyi bir konut, ne sizin medeni durum dediğiniz durumsuzluk, ne de
başarılı bir birey olmak ya da sayılmak benim gerçeğim değil. Bu kolay
olgulara, siz bu düzeni böylesine saptadığınız için ben de eriştim. Hem de hiç
bir çaba harcamadan. Belki de hiç istediğim gibi çalışmadan. istediğiniz düzeye
erişmek o denli kolay ki… Ama insanın gerçek yeteneğini, tüm yaşamını, kanını,
aklını, varoluşunu verdiği iç dünyasının olgularının sizler için hiç bir değeri
yok ki. bırakıyorsun insan onları kendisiyle birlikte gömsün. Ama hayır, hiç
değilse susarak hepsini yüzünüze haykırmak istiyorum. Sizin düzeninizle, akıl
anlayışınızla, namus anlayışınızla, başarı anlayışınızla bağdaşan hiç yönüm
yok. Aranızda dolaşmak için giyiniyorum, hem de iyi giyiniyorum. İyi giyinene
iyi değer verdiğiniz için. İçgüdülerimi hiç bir işte uygulamama izin
vermediğiniz için. Hiç bir çaba harcamadan bunları yapabiliyorum, bir şey
yapıldı sanıyorsunuz. Yaşamım boyunca içimi kemirttiniz. Evlerinizle.
Okullarınızla. İş yerlerinizle. Özel ya da resmi kuruluşlarınızla içimi
kemirttiniz. Ölmek istedim, dirilttiniz. Yazı yazmak istedim, aç kalırsın,
dediniz. Aç kalmayı denedim, serum verdiniz. Delirdim, kafama elektrik verdiniz.
Hiç aile olmayacak insanla bir araya geldim, gene aile olduk. Ben bütün
bunların dışındayım. Şimdi tek konuğu olduğum bu otelden ayrılırken, hangi
otobüs ya da tren istasyonuna, hangi havaalanı ya da hangi limana doğru
gideceğimi bilmediğim bu sabahta, iyi, başarılı, düzenli bir insandan başka her
şey olduğumu duyuyorum.”
“yaşamım
boyunca içimi kemirttiniz. evlenizle. okullarınızla. iş yerlerinizle. özel ya
da resmi kuruluşlarınızla içimi kemirttiniz. ölmek istedim, dirilttiniz. yazı
yazmak istedim, aç kalırsın, dediniz. aç kalmayı denedim, serum verdiniz.
delirdim, kafama elektrik verdiniz.”
“İnsan çoğu
kez her şeyin son bulduğu duygusuna kapılıyor,oysa yaşamın sonsuzluğunu
algılayabilmek için bile yeterli değil bir insan ömrü.”
“İnsanın
başkalarına söylemek istedikleri kendi duymak istedikleridir.Yazdıkları,okumak
istedikleridir.Sevmesi sevilmeyi istediği biçimdedir.”
“Her zaman
yabancı insanlar bize dostlarımızdan daha çok sunan, veren kişiler. Öyleyse
yaşamımızı neden yabancılar arasında geçirmiyoruz.”
“Duygular,duygular,duygular.Bırak
kentleri,bırak yapıların görkemini,yoksulluğunu,bırak
yolları,istasyonları,insanları,yabancıları,sevdiklerini,çocukluğunu,ölen
uzaktaki insanlarını,bırak,bırak,bırak içinde seni kemiren seni bırak.Bak
nerelere varıyor gökyüzü.Hangi zamanlara.Hangi sonsuzluğa.Git.”
“Düzen ve
güven kadar ürkütücü bir şey yoktur. Hiçbir şey. Hiçbir korku… Aklını en acı
olana, en derine, en sonsuza atmışsan korkma. Ne sessizlikten, ne dolunaydan,
ne ölümlülükten, ne ölümsüzlükten, ne seslerden, ne gün doğuşundan, ne gün
batışından. Sakin ol. Öylece dur. Yaşamdan geç. Kentlerden geç. Sınırları aş.
Gülüşlerden geç Anlamsız konuşmaları dinle, galerileri gez, kahvelere otur –
artık hiçbir yerdesin.”
“- Sana ne
oldu? Sensiz yaşayamam.
- Yaşarsın.
Herkes herkessiz yaşayabilir.”
“Her sevginin
başlangıcı ve süreci, o sevginin bitişinin getireceği boşluk ve yalnızlık ile
dolu. Belirsizlikler arasında belirlemeye çalıştığımız yaşam gibi. Sevgi
isteği, kendi kendine yaşamı kanıtlama isteği kadar büyük. Belki kendilerine
yaşamı kanıtlamaya gerek duymayan insanlar, sevgileri de derinliğine duymadan,
acıya dönüştürmeden yaşayıp gidiyorlar. Ya da sevgiyi sevgi, beraberliği
beraberlik, ayrılığı ayrılık, yaşamı yaşam, ölümü ölüm olarak yaşıyorlar. Oysa
yaşam ölümle, ölüm yaşamla tanımlı. Ama sen. Senin için her beraberlik ayrılış,
her ayrılış beraberlik, sevgi sevgisizlik, duyum duyumsuzluğun başladığı an.
Birisinin teniyle yan yana olmak, kendi varoluşumu unutmak mı. Ya da daha derin
algılamak mı. Kendi varoluşum. Her varoluş kendisiyle birlikte ölümü getirmiyor
mu.”
“Anlatamayacağım.
Bu insanlar guguk kuşu filmini de Napolyo’nun yaşam öyküsü filmini de limana
yanaşan beyaz bir yolcu gemisini de vitrinlerdeki yeni sonbahar giysilerini de
aynı gözlerle seyredebiliyorlarsa elimden ne gelir?”
“Ben aslında
sürekli özlüyor ve bir özlem durumunda yaşıyorum. Bu yüzden özlemlerim yok.
Yalnız bir kavrama bu. Bütünselliğin kavranması. Bitirilmişliğin. Bir
yolculuğun sonu. Başlangıcı olmayan yatay bir yolculuğun sonu. Kendi yuvarlağım
çevresinde dönen bir yolculuğun.
Şimdi okunmuş
kitapları yeniden okuyorum. Şimdi bildik müzikleri yeniden dinliyorum. Yenmiş
yemekleri yeniden yiyorum. Sevip yitirdiklerimi yeniden seviyorum. Şimdi
uykusuzluğumu yeniden uyuyorum. Şimdi açlığımda yeniden acıkıyorum. şimdi
gittiğim kentlere yeniden gidiyorum. Şimdi havada uçuyor, raylarda, su
yüzeylerinde, yaşama ve ölüme karşı duyduğum aynı umursamazlıkla dolaşıyorum.
Tartışmaları biliyorum. Duyguları. Korkuları. Sözcükleri. Her dili anlıyorum.
Anlıyor ama kavrayamıyorum.”
“Her sevginin
başlangıcı ve süreci, o sevginin bitişinin getireceği boşluk ve yalnızlık ile
dolu.”
“Pazar
günleri... Şimdilerde... Sokak aralarından geçerken...gözüme pijamalı aile
babaları ilişirse, kışın, yağmurlu gri günlerde tüten soba bacalarına ilişirse
gözlerim... evlerin pencere camları buharlaşmışsa... odaların içine asılmış
çamaşır görürsem... bulutlar ıslak kiremitlere yakınsa, yağmur çiseliyorsa,
radyolardan naklen futbol maçları yayımlanıyorsa, tartışan insanların sesleri
sokaklara dek yansıyorsa, gitmek, gitmek, gitmek, gitmek, gitmek.........
isterim hep.”
“İçimdeki
kıpırdanışları dinliyorum. Bir şeylere açılmak, bir yerlere koşmak, dünyayı
kavramak istiyorum. Dünyanın bize yaşatılandan, öğretilenden daha başka
olduğunu seziyorum.”
“Duvarlar
yaşamımızdaki mezarlar mı?”
“Derin bir
uykuya düşmeye çabalıyorum. Olmuyor. Uzun sürüyor uykunun gelip, beni bana
unutturması.”
“Ben
köylüleri köylerde seviyorum.”
“Gitmekten
yılmayacağım. Kentlere gitmek,kocalara gitmek,geri dönmek,ülkelere
gitmek,tımarhaneye gitmek,gene gitmek,gene gelmek,hiçbir şey yıldırmayacak
beni.Yaşamı,GİTMEK olarak algılıyorum.”
“Sınırları
tanıyan, benimseyen, bu sınırlara uyum gösteren hiçbir insan, karşı çıkmanın
sonundaki bireysel bağımsızlığa erişemeyecek. Hem karşı çıkıp, hem de
sınırlarda yaşayan insan, yaşamı boyunca çıkmazından sıyrılamayacak.”
“Karanlık
uzun geceler vardır. Kapalı gözlerimle uzandığım. Birkaç saatin bana ait olduğu
karanlıklar.”
“Bazı
kitaplar, gerçek yaşamdan daha duyarlı, daha büyük boyutlara götürüyor beni.”
“İnsan yirmi
yaşında ya toplumun akılla bağdaşmayan düzenine girer ya da var olur. Uyum istemiyor,
var olmak istiyor. Gidiyor. Sınırlarını zorluyor. Ben de gidiyorum. Henüz uyum
duyacağım hiçbir şeyle karşılaşmadım.”
“Bir
yüksekliğin, bir başıma olduğum bir yüksekliğin en ucundayım. İnemiyorum.
Yaşayamıyorum. Ölemiyorum.”
“Kurumlarınıza
uyuyor gibi görünmem,onlara karşı direnmemi ancak böyle sağlayabileceğime
inanmamdandır.”
“Kafamda hep
saplantılar. Kendini sürüklüyorum. Aynı korkunç sıkıntıyla. İnsanlar arasına.
Çünkü yerim, insanların arası. Sabah uyanınca günün boşluğu korku veriyor
bana.”
“Dünyasındaki
insanlardan biriydim. Onunla birlikte hiçbir şeyim ölmedi. İnsan ölümünü kendi
kendine ölüyor.”
“Ölüm düşünsesi izliyor beni. Gece gündüz
kendimi öldürmeyi düşünüyorum. Bunun belli bir nedeni yok. Yaşansa da olur,
yaşanmasa da. Bir kaygı yalnız. Beni, kendimi öldürmeye iten bir kaygı.”
“İçin için
henüz ölmediğime, yaşamın sürekliliğini duyduğuma seviniyorum.”
“Ama her şey
yalnızlık içinde büyüdü. Büyüdü. İnsan sevgisi zaman zaman yalnızlığımızın
boyutlarını aştı, zaman zaman da insanlar yalnızlığımızı birbaşınalığımızdan
daha derin, daha dayanılmaz boyutlara iteledi. O zaman kentin denizlerini
izledik. Dalgaların köpüklerinin sonsuzluğu anımsattığı bir zaman ışığında.
Kuzey rüzgarının mavi-yeşile bürüdüğü suların yüzeyinde. O kentte kimse mutlu
olmadı, ama kimse de mutsuz değildi. Çünkü kimse inanmaz mutluluğa.”
“Susarken,
yürürken, sigara içerken, bakarken, uyurken, severken, boşalırken. Bu duyguyu
yitirmediği sürece insanın bunalımı bile anlamlı. Duygular, bir kişi olarak
belirlenmese de. Ama insan bu duygularını birinin tenine, bedenine aktarabilse,
bunu başardığı an yaşam inandırıcı oluyor. İnsan hiç geçmesin istiyor varoluşu.
Bu duyguyu yitirmemen gerek. İnsanda biçimlenmese de. Bu duygu beni yenen,
içimde yaşayan ve ölen canlıyı yenen tek duygu.”
― Tezer Özlü,
Yaşamın Ucuna Yolculuk
No comments:
Post a Comment