Ferit
Edgü’nün 1970’lerden bu yana, yazın ve resim sanatı üzerine yazdıklarından
geniş bir seçmeden oluşuyor Şimdi Saat Kaç. Ahmatova, Aragon, Borges, Camus,
Dostoyevski, Kafka, Onat Kutlar, Michaux, Sartre ve Turgut Utar’I okurken;
Bacon, Aliye Berger, Cezanne, Abidin Dino, Arif Dino, Dubuffet, Eren Eyüboğlu,
Modigliani ve Picasso’nun resimlerine bakarken sanatçıyı unutmayan, kimi zaman
onun ağzından konuşan, kimi zaman sorgulayan, kimi zaman düşleyen ama her zaman
sanat yapıtının ve yaratıcılığın sorunsalını irdeleyen denemeler…
*
Yazmak
Ah, belâlı
bir uğraştır yazmak. Özellikle ne yazıldığı, niçin yazıldığı, kimin için
yazıldığı saptanmadığında.
Bir şiir, bir
roman yazılırken bu soruların karşılığı kolaydır. Örneğin: Edip yazıyor. Roman
yazıyor. Yazmadan edemediği için (ya da söyleyecek bir şeyi olduğu için)
yazıyor. Okuyucu için yazıyor.
Ama her kolay
yanıt gibi, bu yanıt da aldatıcıdır. Çünkü yapılan bir genellemedir.
“Özelleme”
yapacak olursak, bir şiir, roman, öykü yazılırken yukarda sıraladığım sorular,
dolayısıyle bu sorulara verilen yanıtlar pek geçerli değildir. Yaratma süreci
içinde başkaları pek düşünülmez. Bu yazdığımı kim anlayacak? diye bir soru
sorulmaz.
Kimin için
yazıyorum? sorusu yaratıcının aklının ucuna geldiğinde, bunun yanıtı da çoğu
kez somuttur. Örneğin, ozanın sevgilisidir. Bu sevgili, gerçek (erkek ya da
dişi) bir sevgili olabileceği gibi, yurdunun insanları, işçi sınıfı, bir paşa
ya da padişah olabilir. Ya da olabilmiştir. Ozan, bir eleştirmeni ya da bir
başka ozanı da (ölü ya da diri) düşünebilir. Ama, okuyucu kitlesini kolay kolay
gözünün önüne getiremez.
Geniş halk
kitleleri (kaç bin kişi?) için yazanlar için de böyledir bu.
Eski dünyanın
içinde yaşayıp ışığı alnında ilk duyan kişi, sanatçı, yapıtında, yarının
aydınlık toplumunun tohumlarını atarken nasıl bir iletim kurabilir kitlelerle?
Sanatçı, yazar, ister istemez az-buçuk aydınlık kafalarla bir iletim kurabilir.
Çünkü sanatta iletim şıpın işi kurulmaz. Özellikle, gerçeğe değişik bir açıdan
yaklaşma isteği taşıyan yazarlar, çizerler söz konusu olduğunda.
Yapıtının,
yayımlandığı anda geniş halk kitleleriyle iletim kurmasını isteyen, kalemini
böylesi bir yaklaşımla kullanan bir yazar, içinde yaşadığı toplumsal koşulları
hesaba katmıyorsa, belki çok sayıda (?) okura kavuşabilir, ama seçtiği “hedef
kitle”ye hiçbir zaman ulaşamaz. Bu tür sanatçıların çok sevdikleri mesaj
sözcüğü de, dolayısıyle havada kalır. Çünkü iletim söz konusu olduğunda “hedef
kitle”ye varmayan mesaj, işlevini yerine getirmemiş bir mesajdır.
Ahmet Yoldaşa
gönderilen mesaj, yolunu şaşırıp para babası Mehmet beyin oğluna vardığında;
Mehmet beyin oğlu bu mesajı ne denli algılarsa algılasın, ondan ne denli
etkilenirse etkilensin, mesaj aynı mesaj olmaktan çıkmıştır: boş bir sözcüktür
artık o.
Belki,
olağanüstü tarihsel anların dışında sanatsal mesajların tümü boş bir sözcüktür.
Dolu olduklarında ise (ne çelişki!) sanat değildir.
Zira, bir
sanat yapıtının, kendisinin dışında bir mesajı yoktur, yaşamın kendisinin de
bir mesajı olmadığı gibi.
Kuşkusuz, her
sanat yapıtının özünde yaşamı değiştirme özlemi yatar. Bu nedenle de, sanatçı
gerçekliği değiştirip, başka kılıklara sokabilir. Yalnız, kendisini çevreleyen
gerçekliğe yeni bir gözle baktığı için değil; yeni bir dünya, yeni bir insan
yaratmak istediği için. Sanatta yeniliklere, özellikle bu açıdan bakmak gerektir.
Neyin
değişimi?
Nasıl yeni
bir insan?
Nasıl yeni
bir dünya?
Kimler için?
Niçin?
Sanatçının
dilde yarattığı bir yenilik, insanoğlunda yarattığı, yaratmayı amaçladığı bir
yeniliktir. Ona yeni bir düşünme, yeni bir anlama ve kendini dışa vurma olanakları
vermek ister. Önemli sanat yapıtları, şiirler, öyküler, romanlar, okuyucuya,
“Ah, içinde yaşadığımız olayları ne güzel dile getirmiş” dedirtenler değil,
günlük olaylardan gerçekliklere; gerçekliklerden gerçeklere uzanan ve
okuyucunun sezgisini, düşüncesini, dünyaya bakışını değiştiren, onda bu değişme
özlemini uyandıran yapıtlardır. Bu tür yazarlar, sıradan bir okuyucu için güç
yazarlardır kuşkusuz. Ama bunları, kendi kendilerine (dolayısıyle okuyucuya)
güçlük yaratan yazarlarla karıştırmamak gerekir. Bu karışıklığı, etkili
eleştirmenlerin olmadığı ortamda zaman çözümler: Birinciler cep kitabı olup
geniş okuyucu kitlelerine kavuşurlar (ölümlerinden sonra da olsa), ikinciler
hep anlaşılmaz olarak kalırlar. Çünkü bu yazarlar, yazardan çok “edip”tirler. Çünkü
onlar yalnızca yazdıklarıyla vardırlar. Yazmak için yazarlar. Yaratıcı bir
yazarın ne “edep”le, ne de “edebiyat” denilen “ölü-yazın”la ilgisi vardır.
Kalemlerini
yöneten “Nasıl yazmak?” sorusudur.
Gerçek bir
yazarın bundan daha önemli bir başka sorusu/sorunu/sorunsalı yoktur.
1978
No comments:
Post a Comment