Sunday 10 August 2014

George Orwell / Bin Dokuz Yüz Seksen Dört

“Partinin dünya görüşü, onu hiç anlamayan insanlara çok daha kolay dayatılıyordu. (…) Her şeyi yutuyorlar ve hiç bir zarar görmüyorlardı, çünkü tıpkı bir mısır tanesinin bir kuşun bedeninden sindirilmeden geçip gitmesi gibi, yuttuklarından geriye bir şey kalmıyordu.”

Parti geçmişe el koyabiliyor ve şu ya da bu olayın hiçbir zaman olmadığını söyleyebiliyorsa, bu hiç kuşkusuz işkenceden de, ölümden de beter bir şeydi.

Duygularını gizlemek, aklından geçenlerin yüzüne yansımasını önlemek, herkes ne yapıyorsa onu yapmak, içgüdüsel bir tepkiydi.

Bir gün karanlığın olmadığı bir yerde buluşacağız.
Kafatasınızın içindeki birkaç santimetre küp dışında, hiçbir şey sizin değildi.

Her davranışın sonuçlarını, o davranışın kendisi doğurur.

Geçmişi denetim altında tutan, geleceği de denetim altında tutar; şimdiyi denetim altında tutan, geçmişi de denetim altında tutar.

Yaşayanların değil de ölülerin yaratılabilmesinin ne kadar tuhaf olduğunu geçirdi aklından.

"Bağlılık, düşünmemek demektir, düşünmeye gerek duymamak demektir. Bağlılık bilinçsizliktir."
İnsan bu durumun dayanılmaz olduğunu düşünüyorsa, bir zamanlar düzenin şimdikinden çok farklı olduğuna ilişkin anıları olması gerekmez miydi?

Oysa çok kısa bir süre önce yalnızca birkaç yüz gırtlaktan yükselen çığlıkta yüreklere korku salan bir güç yatıyordu! Neden gerçekten önemli sorunlar söz konusu olduğunda böyle 
haykıramıyorlardı?

Bilinçleninceye kadar asla başkaldırmayacaklar, ama başkaldırmadıkça da bilinçlenemezler.

NASIL'ını anlıyorum: NEDEN'ini anlamıyorum.

Belki de, deli dedikleri tek kişilik bir azınlıktı.

Özgürlük, iki kere iki dört eder diyebilmektir. Buna izin verilirse, arkası gelir.

Gerilimli anlarda insanın bir dış düşmana karşı değil de, hep kendi bedenine karşı savaştığını fark ediyordu

"Sırf, bir şey yapmayı hiçbir şey yapmamaya yeğlediğim için, şu oynadığımız oyundan kazançlı çıkmamız olanaksız. Kimi yenilgiler kimilerinden daha iyi olabilir, o kadar."

Gerçekler, ne yaparsanız yapın, gizlenemezdi. Araştırıp kovuşturarak ortaya çıkarılabilir, işkence yaparak sizden sökülüp alınabilirdi. Ama amacınız hayatta kalmak değil de insan kalmaksa, sonuç ne fark ederdi ki?

Savaşın asıl yaptığı, yok etmektir; ama ille de insanları yok etmesi gerekmez, insan emeğinin ürünlerini de yok eder.

Uygarlığın bedeli eşitsizlikle ödenmişti.

Toplumumuzda, olup bitenleri en iyi bilenler, aynı zamanda dünyayı olduğu gibi görmekten en uzak olanlardır.

İnsan sevilmekten çok anlaşılmayı istiyordu belki de.
İnsanlar özgürlük ile mutluluk arasında seçim yapmak zorundaydı ve büyük çoğunluk mutluluğu seçiyordu.

Bir kez teslim olmayagör, gerisi kendiliğinden geliyordu.

Onlardan nefret ederek ölmek, özgürlük buna denirdi işte.


Bir savaşı sürdürmekteki amaç, sürdürülecek başka bir savaşta daha iyi durumda olmaktır.

No comments:

Post a Comment