1983
yılında ilk defa, Yılmaz Güney’in Duvar filminde tanımıştık onları. Subyan
koğuşlarının kimsesiz, boynu bükük çocuklarıydılar. Uzun yıllar sonra, 2012
yılının Şubat ayında Pozantı'da bir kez daha hatırladık onları. Mersinli taş
atan çocuklara çıkmıştı adları; cezaevinde angarya işlerde kullanıldılar,
dövüldüler, hakarete maruz kaldılar, istismar edildilerek tacize ve tecavüze
uğradılar. Çoğu ağır travmalar geçirdi. Hayatta kaldığına bile pişman olanları
oldu. Bazıları, sonradan serbest kaldı; yaşadıklarını hazmedemedi, yüreği attı,
dağa çıktı. Kimileri ise “daha iyi bir cezaevine” gönderildiler.
Aradan
neredeyse bir yıl geçmişti. Bu sefer, Şakran Cezaevi'nin gözden ırak
dehlizlerinde kanadı onların çığlıkları. Yine çocuktular, suçluydular, yine
hapisteydiler... En ağırından yine kötülük bulaşıyordu bedenlerine; yine dayak,
yine sünger odası, yine taciz ve istismar düşüyor paylarına…
Yılmaz
Güney, ölmeden önce Fransa’da çektiği son filmi Duvar’da, 4. koğuşun çocuklarını
anlatır. 12 Eylül 1980 cuntası Türkiye’sinde cezaevindeki çocukların, bir köle
sefaletine benzeyen hayatları vardır filmde; dayak, angarya, mutfak işleri,
tuvalet temizliği, kömür çekme, çöp dökme.. Bir de geceleri, yataklarından
alınarak tenha bir köşeye götürülme korkuları vardır…
Duvar
filminin çocukları inanırlar ki, yeni ayı gördüklerinde dua eder, bir dilek
tutarlarsa eğer, Tanrı bu dileği yerine getirecektir. Bu yüzden, gökyüzünde
ince bir kavun dilimi gibi parlayan yeni ayı her gördüklerinde, ellerini havaya
kaldırarak bir dilekte bulunurlar;
“Tanrım,
beni daha iyi bir hapishaneye gönder.”
Dördüncü
Koğuş’un çocukları
Dördüncü
koğuşun çocuklarına bekledikleri kurtuluş, yeni bir ay için tuttukları dilekten
değil, cezaevinin daracık koğuşlarında çocuk bedenlerini yatırdıkları isyandan
gelir. Çocuklar, hayatlarına dört duvar arasında zerk edilmiş kötülüğe daha
fazla dayanamaz, koğuşlarındaki yatakları yakar, isyan ederler. Bu, onları
Dördüncü Koğuş’tan kurtaracak tek yoldur. Başarılı da olurlar. Sonunda adları
bir isyana karışmış olarak “daha iyi bir hapishanenin” yolunu tutarlar. Oysaki
hayalini kurdukları “daha iyi bir hapishane” de onları, ellerinde copları,
kötücül bakışları, plastik eldivenleriyle, anadan uryan soyunmuş çıplak
bedenlerini en mahrem yerlerine varıncaya dek didik edecek “daha iyi
çocuklar(!)” hazır beklemektedir.
Duvar filminin çocuk koğuşlarından yükselen
çığlıklar, 2012 yılının Şubat ayında sinema perdesinden inerek gerçeğin arasına
karışır. 29 yıl öncesinin Duvar filminde, sübyan çocuklarının körpecik
bedenlerini kanatan kurgu bu sefer, Pozantı Cezaevi’nin karanlık hücrelerinde,
polise taş atmanın bedelini ödeyen Kürt çocuklarının bedenlerinde bir
gerçekliğe dönüşmüştür. Bir zamanlar, 12 Eylül karanlığı tarafından kirletilen
ülkenin vicdanı, yeni bir düzende, yeni güç sahiplerinin elleriyle bir kez daha
kirletilir. Filmde, diline ve etnik kimliğine bakmaksızın çocuk bedenlerine
yönelen kötülük, bu sefer Kürt çocuklarının sıcak bedenlerine akar. Pozantı’da
taş atan Mersinli çocukların, dört duvar arasına hapsedilmiş ruhu acıyla
kanar.
Pozantı
Cezaevi’nin duvarlarını delen çığlıkları kısa sürede yankısını bulur. Çocuklar,
içinde bulundukları cehennemde yaşadıklarını anlatırlar; dayak, kötü muamele,
işkence, cinsel istismar, taciz ve tecavüz kelimeleri dökülür kâğıtlara… Çocuk
bedenlerin ruhuna reva görülen acının şiddeti anlaşılır. Olay yargıya intikal
eder, soruşturmalar açılır. Yaşananlar “istisna ve münferit olay” olarak
görülür. Pozantı Cezaevi kapatılır. Mağdur çocuklar “daha iyi bir hapishaneye”
gönderilirler…
Bedenleri
arızaya uğratılmış çocuklar
Aradan
henüz bir tam yıl bile geçmemiştir. Hapishane duvarlarına ölümden beter
kötülüklerin sinmiş şehrin adı bu sefer İzmir’dir. Hapishanenin adı ise Şakran
Çocuk Cezaevi…
Çocuk
etlerine bulaşan şey, hayatlarında büyüyen yoksulluğun şiddetiyle orantılı bir
kötülükten başka bir şey değildir yine. Kanla, zehirle, nefretle beslenen bu
kötülük, daha donanımlı bir cezaevinin, karanlık ve nemli hücrelerinde,
kameraların görmediği kuytuluklarda, sünger odalarında, cinsel koğuşlarında
çocuk bedenlerine sinsice akmaya devam etmektedir. Bundan en çok da nasibini,
kapatılan Pozantı Cezaevi’nden gelen çocuklar almakta; rengi esmer, dili kırık
olana yönelen aşağılama ve şiddetin dozu bu sefer daha da büyük olmaktadır.
Böylece,
bedenleri arızaya uğratılmış çocukların ruhları bir kez daha örselenir. Psikologlarla
görüşürken çocuklar, bir kez daha suskuyla başlarını öne eğerler; anlat
dediklerinde susarlar, bakışları mahcup, parmaklarını birbirine kavuştururlar.
Bir kez daha kelimeler sessizce kanar dudaklarında, ezik ve yaralı bakışları
konuşur çocukların. Hayatlarına sinmiş bu kötücül karanlığı anlatmaya sözler
kifayetsiz kalır. Daracık hücreler, dayak, hortum, işkence, kötü muamele,
küfür, taciz ve tecavüz sözcükleri düşer ajanslara. Bir kez daha yırtılır
karanlığın kalın perdesi.
Dilekler
en güzel hayalleridir çocukların
Dileklere
inanır mısınız siz? Hiç dilek tuttuğunuz oldu mu sizin? Ya çocuklar?
Çocuklarınız? Onların, küçücük yaşlarında, gelecek kaygılarının ilk filizleri
olan, hayal dünyalarına dâhil oldunuz mu ?
Peki,
hayatlarına anlam katacak en güzel şeyin “daha iyi bir hapishane” den ibaret
olduğu çocuklar tanıdınız mı? Örselenmiş bedenlerinde türlü hikâyeler taşıyan
bu çocukların sessiz çığlıklarını duydunuz mu? Göz göze geldiğinizde, bir türlü
zapt edemedikleri bakışlardaki o korku dolu ıslaklığa hiç tanık oldunuz mu?
Dilekler
en güzel hayalleridir çocukların. Pozantı’nın taş atan sürgün çocukları şimdi
Şakran’ dadır. Tıpkı, dördüncü koğuşun çocukları gibi… Yaşadıkları cehennemden
kurtulmuş “daha iyi bir hapishane” nin karanlık koğuşlarına tıkılmışlardır.
Umutları var mıdır? Yaşamlarına zerk edilmiş bunca kötülükten sonra hayal
kuracak güçleri kalmış mıdır? Geceleri, karanlık hücrelerden arta kalan
zamanlarda, koğuş pencerelerinin mazgallarından dışarı bakarlar mı hiç?
Gökyüzünde, ince bir kavun dilimi gibi asılı yeni ayı gördüklerinde, hala dilek
tutarlar mı? Öylesine yaralıdır ki ruhları,
nasıl tahmin ederler dört duvar arasında daha neler yaşayacaklarını?
Hayal etmekten vazgeçip, meçhul bir zamana bırakırlar mı bu hayattan
alacaklarını? Dilek tutarsalar eğer, daha İyi bir hapishane kurtarır mı Şakran’
ın çocuklarını?
Yusuf Nazım
Cumhuriyet /22 Şubat 2014
No comments:
Post a Comment