Sunday, 31 August 2014

"Cortazar Cortazar'a Karşı"


"Tüm o yaptıklarını yapıp bitirdikten sonra, kalkıyorlar, yıkanıyorlar, pudralanıyorlar, koku sürüyorlar, saçlarını tarıyorlar, giyiniyorlar ve böylece yavaş yavaş yeniden olmadıkları gibi olmaya başlıyorlar." Julio Cortazar

"ÖYKÜ OKUNABİLİR GERİLİMDİR"

Julio Cortazar 1967 yılında Paris'te ünlü fotoğraf sanatçısı Sara Facio'nun objektifinin karşısına geçtiğinde elli bir yaşındaydı. Birkaç günlük çalışmadan sonra dünya 20. yüzyıl yazarlar albümünün en etkileyici fotoğraflarından biri ortaya çıkmıştı. Bu fotoğrafta Cortazar'ı ağzında yakılmamış bir sigara ile görürüz. O pozdaki eda sinemaya geçmiş İngiliz Kraliyet Tiyatrosu oyuncularındaki karizmayı aratmaz. Temposu ağır, kahramanlar arasındaki psikolojik didişmeyi zor sahneler ve humor yüklü diyaloglarla işleyen bir filmin karakteristik jönü vardır orada. Öykücü ve romancı Cortazar, sanki hem kendi yazarlık yaşamındaki ikilemi hem de bir sinema oyuncusunun rol gereği ikilemini çok iyi yansıtır, oynar bu fotoğrafta. Yazar olarak, hem Nietzsche'nin "görülebilir ve dokunabilir süreçler halinde yazmak" önerisinde olduğu gibi, süreçlerin mantıksal pasajlarla ilerlediği roman hem poetik çağlayışlarla akan öykü metinleri arasında durmuş gibidir. Sabırlı, vakur olduğu kadar, birazdan kayıplara karışıp ayrıksı, romantik ve şakacı tavrıyla yeni bir öyküye başlayacak gibidir.
Sara Facio ondaki caz ve sinema tutkusunu anlatır kısa metinlerle süslediği fotoğraf albümünde. Caz: Öykü, sinema: Roman; Cortazar'ın tutkularında bile vardır bu ikilem.
"Dilemma", yani 'ikilem'; "Juego", yani 'oyun'; edebiyatın kuralcı ve belirgin söylemi (discurcion) dışına çıkmak isteyen, insana verilmiş mekanik dil yetisini yaratışın alanlarını keşif yolunda kullanmak isteyen yazarların tarzlarını etkileyen iki öğedir.

İkilem, başta, özgün yazarın dil kategorisini 'içsel konuşma' versiyonları ile aşkınlığa götürmesidir. Dünya görüşü fenomeni bakımından da özgün yazar kavranamaz. Yazdıklarıyla yaşamı arasında bu bakımlardan hep bir ikilem vardır. Julio Cortazar örneğinde bu iki çatışmayı görüyoruz.


Fantastik İmgeci Cortazar ve Politik Bağlanıştaki Cortazar
Julio CortazarBazı okurlar vardır ki onlar, okumayı 'eylem' olarak kabul ederler. Bu 'eylem', hümanizmin insani uyumlaştırıcı özüne hizmet eden kültürel beslenme adına yapılabildiği gibi, düpedüz bir politik-kültürel faaliyet adına da yapılabilir. Yine, metinsel algılayış ve haz 'eylemcileri' olduğu gibi, branş literatürü estetiğinin peşinde 'eylemciler' de vardır. Tüm bu grupların ortak özelliği "kusursuz okur" tipini önlerine koymalarıdır. Şaşmaz, güvenli, yerine göre hijyenik… daha bir sürü sıfat kullanılabilir. 'Kusursuz okur' fantastik imgeci Cortazar ile politik bağlanıştaki Cortazar'ı kesin olarak birbirinden ayırmayı başarmıştır. Onlara göre Cortazar için (Cortazar yeteneği için) ancak böyle bir bölümleyiş güvenlidir. Tabii bu ayırmayı yaparken, onun bir yanının öbüründen sürekli olarak diyalog talep ettiğini göz ardı ettiler. Onun fantastik imgeciliğine vurgun olan 'kusursuzlar' öykülerini (öykücü Cortazar'ı), politik bağlanışını önemseyen 'kusursuzlar' ise romanlarını (romancı Cortazar'ı) öne çıkardılar. Sonunda Cortazar'ın kendisi de okurlarının iki ayrı yarıkürede ikamet ettiklerini kabul etmek zorunda kaldı. (Bunu yakın dostu eleştirmen Julio Ortega'dan öğreniyoruz: Julio Ortega, "Toda la vida en juego", 14 Şubat 2004, El Pais.) Yazar bir keresinde Julio Ortega'ya şu yorumda bulunur: "Bu ayrım retorikten geliyor olsa gerek, keşke öykünün gölgesiyle boğuşmadan romana geçmek kabil olsaydı" (agy). Cortazar uyuşmazlığın eserlerinden kaynaklandığını sezmişti, fakat bu ikilem için bir yanıtı yoktu; öykü, bir can sıkıntısının şaşmaz haritası; roman, bir yaşam projesi (Julio Ortega'dan aktarıyoruz).

Denir ki sanatçılar yanıtlarını eserleriyle verir. Bu söz hamaset koksa da doğrudur. Eserlerinde, onların bir yerinde, bir bakarsınız, yanıt verilmiştir. Rayuela'nın (Dilimize Necla Işık tarafından Seksek adıyla çevrilmiştir.) kahramanı Oliveira dehşetli anarşist hezeyan anlarında sanatçı ahlakının bireycilikte değil toplumculukta olduğunu keşfettiğinde, yanıt verilmiştir. Gerçekte Rayuela'da olan nedir? Orada "Ben"in bütün arayışı "Ötekiben" ile buluşmaya koşar. Cortazar'ın, edebi eserlerinin yanı sıra, oldukça politik metinleri vardır. Yazar o metinlerde hep tasavvuru ve karşıtlığı arar. O metinlerde politik bağlanış apaçık olmasına rağmen, yazar hiçbir zaman şiirselliği elden bırakmaz; doğrular, ahlaki, politik önermeler ve protestolar insani özgürleşmenin ışığı ile aydınlanır.

Cortazar Okumanın Yol Haritası
20. yüzyılın Arjantinli büyük yazarı Julio Cortazar'ın entelektüelliği üzerine yoğunlaşan bir tartışmayı onun bir eserinde simgesel olarak noktaladık. Yazarlığı, özellikle de öykü edebiyatındaki yazarlığı üzerinde durmamız gerekir. Ne de olsa 20. yüzyılın ikinci yarısından sonraki dünya öykü edebiyatında onun damgası vardır.
Julio Cortazar üçüncü küreselleşmeye doğru giden dünyada (dünyanın bir küre olarak tasarlanması -I-, finans kapitalin ortaya çıkışı -II-, pazariçi üretim olanaklarının daralması -III-) son sanatçı yazarlardandır. Bu sıfatı zapt edilemez biçimde bütün yaşam tarzlarına el atması ve bunları lirik ve trajik olarak ortaya sermesi, ayrıca ironiyi dünyayı ve yaşamı tanımanın bir yöntemi olarak benimsemesiyle hak eder.
20. yüzyılın en büyük fenomenlerinden biri de 'Latin Amerika boom' diye adlandırılan, 1960'lar sonrası Latin Amerika ülkelerinde gelişen İspanyolca edebiyattır. Şiirde, Pablo Neruda, Cesar Vallejo ve Octavio Paz; düzyazıda, Romulo Gallegos, Juan Rulfo, Borges, Arturo Uslar Pietri, Miguel Angel de Asturias, Gabriel Garcia Marquez, Julio Cortazar, Mario Vargas Llosa ve Carlos Fuentes bu fenomeni vücuda getiren kalemlerin başlıcalarıdır.
Arjantinli yazar ve edebiyat profesörü Saul Yurkievich tarafından yayıma hazırlanan Julio Cortazar'ın Tüm Eserleri'nin giriş yazısında bir tanımlayış dikkati çeker: Bir edebi anıt (Julio Cortazar, Obras Completas, Edicion de Saul Yurkievich, Galaxia Gutenberg/Circulo de lectores, Barcelona, 2003).
'Bir edebi anıt,' bu tanımlayış edebiyat tarihine uygun düşüyor. Ölümünün 20. yılında bir yazarı edebiyat tarihine emanet etmek işin kolayı. Onun edebi etkinliği bakımından tarihsicilik kaçınılmaz olarak bu şekilde devreye girer. Julio Cortazar'ın eserlerine dönüp bakacak olursak, tarihsellik, şakacılığını ortaya koyacaktır.
Julio Cortazar'ın eserleri edebiyat tarihine uygun mudur?! Geçmişin düzeni içinde bir uygunluktan söz ediyorsak, ki bunun için ulusalcı bir zemin, kuralcı ve belirleyici söylemler gerekir, olumsuz bir durum görünüyor. Ayrıca akışı güçlendiren okuma biçimleri de vardır; herhangi bir gerçeğin disiplininden ve entelektüel bir kesimin otoriter kabulünden gelen okumalar.
Julio Cortazar şimdiki zamanda vuku bulan bir edebiyat fenomenidir. O, hep edebiyatın günceliğinde -günde- sahne alır. Güne ram eden takvim yaprağı gibidir, el yordamıyla ve el kumandası (manuel) ile iş görür. Bu şekilde olağanüstü şiirsel etkinliğine geçer. Bu, şair geçişi değildir (Saul Yurkievich ölümüne dek yazarın yakınında bulunduğunu ve hiçbir zaman ondan şairlik iddiası duymadığını söyler). Bu geçiş, düzyazıya şairane ifadeler katma geçişi de değildir. Julio Ortega şöyle diyor: "Onu heyecanlı bir evren gibi açılan dilin bulunduğu kıyıdan başlayarak okuyabilirsiniz. Vuku bulan bu empati, hayranlık ve fırtınaya tutulmuşluk içinde anlatı kendini açar. Çevrilen her sayfa kendini tasarlar, yeni bir okumanın yol haritası çizilir, başka bir okurun projesi onaylanır. Cortazar başka hiçbir şeyin olmadığı kadar İspanyolcanın eseridir, karşılıklı tanış olmanın candan konuşma materyali. Böyle konuşursak daha insani olabiliriz." (agy)
Julio Cortazar gibi ele avuca sığmaz bazı yazarlar kanonik okumalar için elverişli değildir. (Celine, James Joyce, bizden Oğuz Atay düşünülebilir.) Tarihten gelen edebi iletiye alışkın okur tipi bu yüzden onlara güven duymaz. Tabii bu yazarlar moda olduklarında, deyim uygun düşerse, 'egzantrik kışkırtılmış ayini'ne katılmak için onların eserlerini edinir. Bu tür edinme, eserin kullanım değeri üzerine tasarruf ve okuma, Molière'in Kibarlık Budalası'ndaki sahneleri aratmayacak skandallara gebe olmalı (!)

Julio Ortega, Cortazar okuması için bakın başka neler diyor: "Bütün büyük eserlerde olduğu üzere, Cortazar'ınkinde, öngörülen herhangi birinde, okuma etaplarıyla karşılaşırız. İlkin Cortazarvari bir hava taşıyan hercai bir biyografi ve işbirlikçi okurların hevesi görülür. Bir grup okur, kendini kahramanlar yerine koyarak bir öyküden öbürüne gezinir durur. Bu grup kendini Rayuela'daki patafizike adamıştı. Oldukça akademik başka bir grup okur da bir duygusal antropoloji'nin romanlarında buluştu; doğrular, ahlaki felsefe, müphem oryantalist, ki en sonunda da metafizik…" (agy)
Julio Ortega, Cortazar'ın eserlerinin, bir oyun planı yardımıyla en iyi şekilde okunabileceğini söyler. Bu oyun planı ne olabilir?! Eleştirmen, okurun ilkin "bir geçiş ve pasaj oyunu"nu oynayacak maharette olması gerektiğini ifşa eder. Sözcük sözcüğe öykü nasıl bağlanıyor, bu bağlanışın ele geçirilmesi önemlidir. Bu, bir adımdır ve tıpkı öyküdeki gibi mucizevi bir andır. "Oyunun doğasında sürekli varyasyon, şansın hiçe sayılması denemesinden çok, birleşen damarlar arasında rastlantısal akışın açılması için, başlangıçtır."
Başlangıç!? Eğer öyküleri edebi türe dayalı tarzlarından ve dile dayalı yapılarından gelen bir şekilde bir müzikal bütünlük hareketi olarak okuyorsak, başlangıca dönmek eziyetli olacaktır.
O zaman özellikle Cortazar'ın öykülerinde mükemmel şekilde görünen öykü sanatının (ki artık bu kertede sanattan söz etmeliyiz) birkaç çekici yönünü sıralayarak bitirelim:
- Öykü okunabilir gerilimdir.
- Öykü bir okuma (bir yeniden yazma) girişimidir.
- Öykü şiirselliği tanımanın dinamik okumasıdır.
*İmge Öyküler; Yıl 1, Sayı 3, Haziran-Temmuz 2005

Adnan Özer

BORGES ANIMADO #2 - La Heladería de Babel

After seven weeks of horrendous Israeli violence, who won the third Gaza war?

                        The destruction and suffering endured by the Gazans was too widespread, intense and traumatic                         to call this outcome a victory, even by the criteria of 'asymmetrical' conflict.


Matt Carr 31 August 2014. Posted in News

This war will be decided not only by what the Palestinians do, but by the international solidarity that can be mobilized to break down the walls that keep Gazans imprisoned.
R The destruction and suffering endured by the Gazans was too widespread, intense and traumatic to call this outcome a victory, even by the criteria of 'asymmetrical' conflict.

After seven weeks of horrendous violence,  the third Gaza war is over, leaving an eye-wateringly lop-sided audit of destruction.  On the Palestinian side, more than 2,143 people have been killed, included more than 400 children, and thousands injured.  17, 200 homes have been destroyed, and 100, 000 Palestinians made homeless.

Israel has levelled high rise apartment blocks and whole neighborhoods.  It has attacked schools, agriculture, camel herds, hospitals, sewage and electricity plants, in a callous and ruthless campaign of destruction that would have earned universal condemnation had it been carried out by any other state.

Against this,  Hamas and the other Palestinian organizations have killed 70 Israelis, 64 of them soldiers, and damaged the Israeli economy and tourist industry. Despite the immense firepower unleashed on Gaza, Israel’s strategic position is little different now than it was when it began. The rockets have stopped firing, but then they wouldn’t have been fired in the first place had Netanyahu not done everything in his power to provoke them.

Despite Israel’s attempts to ‘degrade’ Hamas and its ‘terror infrastructure’, Hamas and the Islamist fighting organizations were not crushed, but emerged from the war with their prestige enhanced amongst Palestinians, and also in the wider world, through a tenacious, courageous and skilful resistance that was not present in the two previous confrontations.

Hamas could not have resisted for so long without the support of the Gazan population, which continued to support the armed fighters day after day through one of the most ferocious and unrelenting assaults in modern times – an assault that was deliberately designed to turn ordinary Gazans against them.   In doing so, the Gazans won a moral and political victory that will resonate for years to come, and will make it much harder for Israel and its international allies to re-impose the corrupt and compliant Palestinian Authority on the Strip..

This outcome does not amount to a Hamas ‘victory’ however, and such claims are overstated.  The ceasefire agreement has not ended the siege of Gaza. Despite the apparent commitments that it entails, such as the extension of fishing limits, further discussions on the opening of a seaport and airport etc, there is no clear framework for implementation, and no guarantee that Israel will not renege on them in the months to come, or make them conditional on the demilitarisation of Hamas – something that would be political suicide for the latter.

The destruction and suffering endured by the Gazans during the last seven weeks has been too widespread, intense and traumatic to call this outcome a victory, even by the criteria of ‘asymmetrical’ conflict.  It is true that ‘battlefield’ victories are not the most significant factor in such confrontations,  but moral and political victories in conflicts against a militarily more powerful opponent are only significant when such an opponent no longer has the political will to continue fighting, either because its population won’t support the war or because its allies desert it.

Neither of these conditions applies to Israel, despite its inability to crush Hamas in three major wars, and despite the enormous groundswell of popular sympathy from the Palestinians worldwide. On the contrary, the Gaza war received massive support from the Israeli population, which was more overtly racist than in any of its predecessors.  It is now clear that many – perhaps most – Israelis are prepared to accept with equanimity some of the more extreme and genocidal proposals that were once limited to the hard Zionist fringe, from the complete destruction of the Gaza Strip to a new population ‘transfer.’.

It is also clear that many of Israel’s allies would also accept it.  Despite some mild criticism and a great deal of handwringing, neither the US, the EU or Britain, did anything significant to stop the destruction. As in Lebanon in 2006, the ‘international community’ effectively colluded with the devastation, while pretending to be horrified by it, in the hope that Israel would achieve its war aims and destroy Hamas.

Israel’s supporters, from Hollywood actors to liberal columnists in the Guardian, were equally willing to support  even the most disproportionate’ violence – while bearing their aching hearts on their sleeves as always – by spuriously invoking Israel’s ‘right to self-defense’ and denying such a right to the occupied population, or endlessly blaming Hamas and reproducing Hasbara fictions about ‘human shields.’ This will continue, one suspects, even if Israel were to completely destroy the Gaza strip.

Officially, the Arab world has been even more pathetic than usual.  Throughout the conflict, no Arab government lifted a finger to help the Palestinians, and Egypt and its Saudi backers were clearly more concerned with defeating Hamas. This means that, unlike the Algerians against the French, or the Vietnamese, say, the Gazans are extremely isolated, perhaps more so than ever before – at the level of the state. at least

Hamas knows all this, otherwise it would not have agreed to a ceasefire that gave it so little, and which can so easily be undermined.

That said,  the political balance of the war is definitely tilted towards the Palestinians.  They are the ones cheering in the streets of Gaza City, while the Israeli public is turning on Netanyahu – a politician who combines recklessness, incompetence and cynicism in equal measure.   They are the ones who stood up to a military superpower and gave a demonstration of resistance that recalls the defense of Grozny and –uncomfortably for Israel – the Warsaw Ghetto.

The condemnations of Israel’s actions from Latin American governments, politicians like Sayeeda Warsi, and Holocaust survivors, the worldwide demonstrations in support of the Palestinians, are only part of a wider shift in international public opinion that may well define Operation Protective Edge as a watershed moment, that may one day lead to real political pressure of the type that once helped bring about the collapse of apartheid.

Hopefully, Netanyahu’s savage war may also galvanize and reinvigorate Palestinian resistance both in the Occupied Territories and inside Israel itself – in ways that can mobilize the whole population not just armed fighters.  Again and again the Palestinians have demonstrated a stubborn unwillingness to do what Israel, the ‘international community’ and the Arab world demands of them.  They know that justice – and their survival as a people – depends on their own efforts.

Gaza has pushed such resilience to the outer limits. But no people can continue to resist indefinitely against military assaults of such intensity. The Gazans have no safe havens or bases of support and resupply. Another war like this could break Gaza to pieces. So we really can’t say that ‘Hamas won’ or that Israel lost.

The outcome of this war will be decided not only by what the Palestinians have done, or will do, but by the international solidarity that can be mobilized to break down the walls that have kept Gazans imprisoned for the last ten years, that can help them survive the coming weeks and months and rebuild their shattered society once again, that can ultimately isolate Israel bring down the edifice of support that has enabled its leaders to get away with so much for so long, and ensure that the most terrible of the three Gaza wars is the last.

Thursday, 28 August 2014

Extra Dry Trailer - Emio Greco | PC

Micke Berg, fotógrafo sin trabajo fijo desde hace 40 años



24 octubre 2013
En un soneto de Jorge Luis Borges dedicado al místico sueco Emanuel Swedenborg, el escritor argentino imagina que éste era capaz de ver lo que no ven los otros terrenales: / La ardiente geometría, el cristalino / Laberinto de Dios y el remolino / Sórdido de los goces infernales, pero sabiendo que tanto la Gloria como la Perdición no son destinos lejanos o intangibles, porque en tu alma están.
La idea del hombre como compendio o espejo del universo, del cielo y el infierno,  me sirve para hablar de un compatriota de Swedenborg, el fotógrafo Micke Berg, nacido en 1949 en el norteño villorrio de Lycksele, donde casi nada saben de la luz solar durante cuatro meses al año. Quizá de esa vida sin frontera precisa entre el día y la noche provenga la propensión de Berg, cuyo grado de conocimiento de la obra de Swedenborg desconozco, a pensar, como éste, que la soledad de cada hombre todo lo incluye y que la vida es una danza enloquecida de microcosmos personales, en cada uno de los cuales cohabitan asimismo, como enumeró Borges, “plantas, montañas, mares, continentes, minerales, árboles, flores, abrojos, peces, herramientas, ciudades y edificios”.
Creo que si me pidieran el nombre de un fotógrafo vivo en el cual se resume la divinidad del ser humano, elegiría a Berg, un ind0mable individualista que, muy a su pesar, ejercita la cívica melodía de recordarnos que no somos símbolos o cifras escritos por alguien ajeno, sino contenedores de la divinidad —y también de su necesario complemento, la condenación—. Digo muy a su pesar porque Berg es uno de esos descreídos hijos de la mitad del siglo XX a quienes conozco bien porque son mis compadres generacionales: viven en la duda y la cultivan, suelen proferir apostasías y abjurar de todo, pero son inocentes y no saben conspirar y, claro, dudan (también) de sí mismos y lo hacen con tal fervor que terminan por confiar en la única región donde la duda no cabe, la santidad del alma.




















Moradores de ocupações reivindicam criação de vara específica, interrompem avenida e são recebidos no Tribunal de Justiça

    Manifestantes interromperam a avenida Assis Brasil a partir das 6h30| Foto: Carlos Latuff

28/ago/2014,

Caio Venâncio


Na manhã desta quinta-feira (28), Porto Alegre amanheceu com uma parte da avenida Assis Brasil, na frente do Centro de Eventos da Fiergs, na Zona Norte de Porto Alegre, obstruída por manifestantes. Cerca de 300 moradores de ocupações urbanas da região reivindicavam a suspensão das reintegrações de posse, moradia digna e popular, além da criação de uma vara específica no judiciário gaúcho para tratar de regularização fundiária.
A obstrução da avenida, na confluência com  a Bernardino Silveira Amorim, durou mais de quatro horas, ocasionando grande engarrafamento na região, com reflexos sentido nas vias de acesso à cidade, como a BR 290, e no entroncamento com Cachoeirinha.

    Representantes das ocupações, junto com o advogado, reuniram-se com integrantes do Judiciário, para pedir     vara especializada no tema|Foto: Bernardo Jardim Ribeiro/Sul21

Do outro lado da cidade, na venida Borges de Medeiros, centro de Porto Alegre, outros membros do movimento faziam as mesmas exigências na frente do Tribunal de Justiça do Estado (TJE-RS). Eles queriam ser recebidos pelo presidente do TJ-RS. Articulados, os militantes vincularam a liberação do trânsito na Assis Brasil à recepção por parte dos magistrados gaúchos e atendimento de seus pedidos. Resultado: a criação de uma vara específica será estudada e pode ser encaminhada em breve.
Com a presença de representantes das ocupações Lasalle (Sapucaia do Sul), Morada dos Ventos(Zona Sul), Saraí (Centro), Cruzeirinho (Morro Santana, Porto Alegre), Bela Vista (Zona Sul) e Continental (Morro Santana, Porto Alegre), cerca de cem pessoas protestavam na frente do TJ-RS. Algumas delas traziam faixas: “Nós temos direito à moradia”, “Pela função social da propriedade”, entre outras. Líderes faziam falas com uso de megafone e pediam uma reunião naquele exato momento.
Moradora da ocupação Cruzeirinho, a doméstica Tatiane Machado, de 25 anos, reclamava da cobertura dada pela imprensa àqueles que lutam por moradia. “Às vezes falam mal da gente, mas conosco é tudo pacífico, sem quebra-quebra”.

Vice-presidente do TJ-RS alega que não pode interferir em decisões alheias


    Representantes do judiciário alegavam que não podiam interferir na decisão de outro juiz Foto: Bernardo            Jardim Ribeiro/Sul21
    

Agindo assim, sem “quebra-quebra”, lideranças de diferentes ocupações foram chamadas para a reunião, acompanhadas por seu advogado, Paulo René Soares. Em viagem a trabalho pelo interior do estado, o presidente do TJ-RS não se encontrava no tribunal, e quem recebeu os manifestantes foi, entre outros magistrados, o desembargador Francisco Moesch, terceiro vice-presidente do TJE-RS.
O advogado Paulo René solicitava a criação de uma vara específica para tratar sobre regularização fundiária. Para ele, é algo necessário para aperfeiçoar e qualificar o modo como são julgados os casos do tipo. “As demandas que envolvem esta questão não são simples. O Estatuto das Cidades, que trata sobre o tema, é muito pouco conhecido pelos magistrados. No Direito, os desiguais devem ser tratados desigualmente, daí esta necessidade”, argumenta. Além disso, René queria a suspensão dos pedidos de reintegração de posse. Ele esclareceu que não se tratava de interferir na decisão de um juiz e alterá-la, mas de “dar um banho-maria até que tudo se acomode”.
Pelo TJE-RS, o desembargador Moesch afirmava que o pedido seria encaminhado e analisado com rapidez, mas que nem ele nem o próprio presidente do tribunal poderia simplesmente alterar a decisão de um juiz de primeiro grau. “Nossa tentativa é sempre de harmonizar os interesses, mas sempre lembramos que cada magistrado tem autonomia e independência para julgar”, ressaltou. Uma ata da reunião foi solicitada por Paulo René, e assinada por lideranças das ocupações e representantes do judiciário. Ele anexaria este documento aos processos em julgamento e os levaria a cada juiz que solicitou reintegração de posse. “É importante julgar com sensibilidade, são milhares de pessoas afetadas, até pra que não se dê uma guerra civil em Porto Alegre”, alertou.
Uma audiência com o presidente do Tribunal, José Aquino Flôres de Camargo, está marcada para a próxima quarta-feira (3/09).
Fórum de Ocupações Urbanas já foi criado
Liderança da Ocupação São Luís, Juliano Fripp ficou satisfeito com o retorno recebido na reunião. Ele espera que os pedidos de despejo não ocorram nos próximos 90 dias. Ele indica que já são 25 movimentos do tipo na Grande Porto Alegre. Se antes havia desorganização e falta de articulação, agora já existe até mesmo o Fórum das Ocupações Urbanas da Região Metropolitana. “Um fato está posto: existe um déficit habitacional que atinge mais de 70 mil pessoas na região. Agora estamos ganhando musculatura e, com o Fórum, vai ser ‘mexeu com um, mexeu com todos’. Somos explorados pela indústria da construção civil e aquilo que reivindicamos é um direito constitucional”, frisou.

    Foto: Bernardo Jardim Ribeiro/Sul21

    Foto: Bernardo Jardim Ribeiro/Sul21

    Foto: Bernardo Jardim Ribeiro/Sul21

    Foto: Bernardo Jardim Ribeiro/Sul21

 
   Foto: Carlos Latuff