09 Ağustos 2015
Hatim
Ali otomobil satıcısıydı. 250 arabası yağmalandı. Alevileri hedef alan
saldırılar üzerine rejim yanlısı Ulusal Savunma Komiteleri’ne katıldı.
Muhaliflerin ‘şebbiha’ dediği milis güçlerinin birinin komutanı olarak birçok cephede savaştı.
2011’de
Dera ve Humus’ta ‘yıkılsın nizam’ diye gösteriler olurken büyük bir kalabalığın
Beşşar Esad’a destek için kilometrelerce uzunluğunda bayrakla yürüdüğü sahil
şeridine gitmek üzere Humus’tan ayrılınca riskli bölgeyi de arkamda bırakmış
oldum. Son tehlike uyarısı Nusra’nın elindeki Vaer’de yüksek binaların
dikizlediği güzergâhtan geçerken kiraladığım Humuslu taksiciden geldi:
“Keskin
nişancı tehlikesi var, hızla geçeceğiz.”
Uzakta
Vadi Nasara, biraz sonra onlarca köyü tepeden izleyen Husun Kalesi. Sol tarafta
2011-2012’de silahlı direnişin lojistik hattı Tel Kelah. İsyanı besleyen bu
damar Lübnan’ın fırtınalı bölgesi Vadi Halid’e çıkıyor. Taksici, Lübnanlı
şarkıcı Mervan Mahfud’un 1970’lerden kalma şarkılarını çalıyor; Hayef Kun
Aşikik (Sana Aşık Olmaktan Korkuyorum.) Tartus’a kadar bize eşlik eden Humus
Enformasyon Müdürlüğü yetkilisi Hayat Avvad şarkıya kendini kaptırdı. Bir ara
duraksadı:
“Evet
oğlumu bu savaşta yitirdim, içim yanıyor ama hüznüm bana neşem size.”
‘ALEVİLER MEZARA’ SLOGANI ATEŞLEDİ
Suriye
krizinde Tartus hem Rus üssü hem Esad’a desteğiyle öne çıktı. Esad’ın
kaybetmesi halinde Tartus-Lazkiye hattında Alevi devleti kuracağına dair
spekülasyonlar yapıldı. Sahil hattı Esad’ın gönüllü milisleri ‘Şebbihalar’ ile
de hem gündeme geldi. Tartus’a varınca karşılaştığım biri, gazeteci olarak ne
aradığımı sordu. Savaşın toplumsal dokuyu, insanları ve ekonomiyi nasıl
etkilediğini gözlemlemeye çalıştığımı söyledim. “Aradığın yanıt benim” dedi.
“Gel seni köyüme götüreyim, her şeyi anlatayım.” Kabul ettim ve gittim. Duver
Taha Köyü’ne tırmandık. Manzara Rize’nin ikizi. Bir villaya girdik. Bir tarafta
Tokyo, Pekin gibi şehirlerden getirilmiş biblolar, diğer tarafta silah, mermi,
dürbün, telsiz…
“Adım Hatim Ali Steyti. Sizin Şebbiha dediğiniz Ulusal Savunma Komiteleri’nde komutanım” dedi.
Peki, iç savaş Hatim Ali’yi nasıl dönüştürdü?
“Otomobil distribütörlüğü yapıyordum. (Teleskopunu gösterip) Astronomi ile ilgileniyordum. Anlıyorum bana inanmıyorsun, gel benimle” dedi, üst kata çıkarttı. Pasaportlarını, çek defterlerini gösterdi, içinde azcık para ve 3 el bombasının bulunduğu para kasasını açtı: “Bu kasa para doluydu, bu savaşta boşaldı.”
Sonra bilgisayarını açtı, Şam’dan Kalamun’a, Keseb’ten Humus’a birçok cephede çekilmiş görüntülerini gösterdi. Ürperdim mi, evet; şaşırdım mı hayır.
Bir
iş adamını ‘şebbiha’ya dönüştüren neydi? Anlattı:
“El
Zaim şirketi olarak Tartus, Halep, Şam, Rakak ve İdlib’te ofislerim vardı. 200
kişi çalıştırıyordum. Olaylar çıkınca 250 otomobilim çalındı ya da tahrip
edildi. Banyas’ta 5 yıldır çalıştığım Hamalı Ebu Enes’in galerisindeki iki
arabamı almaya gittim. Kapalıydı. O sırada cami hoparlöründen ‘Haydin cihada,
Aleviler mezara, Hıristiyanlar Beyrut’a’ diye sesler geldi. Kalabalık yürürken
Ebu Enes “Bu adam Alevi” diyerek beni hedef gösterdi. Arabalarım tahrip edildi,
ben ve yanımdaki iki çalışanım uzaklaştık. 7 yıldır birlikte çalıştığım Hamalı
arkadaşımı aradım, olanları anlattım, ben destek beklerken, ‘Artık Alevilerin
dönemi kapandı, bu savaşı bir ayda kazanacağız, karılarınız ve kızlarınız dahil
her şeyinizi alacağız’ dedi. Çok sarsıldım. Bana düşmandı. Buraya gelmelerini
bekleyemezdim. Bir grup kurdum, savaşa katıldım. Ordu ile birlikte
operasyonlara katılıyoruz. Şu anda 93 adamım var, çatışmalarda 12 kişi kaybettim.
Dünyayı gezen, eğlenen biriyken şimdi geceleri dağlarda yatıp kalkıyorum.
Çocuklarımı da uzakta bir yere gönderdim. Çünkü çok düşmanım oldu. Bu insanlar
dindar değildi, birlikte içer eğlenirdik. Tek istediğim bu beladan kurtulmamız
ve tekrar ticarete dönmem. Param bitiyor, maaş almıyoruz. Sadece Zara’da savaşı
kazanınca devlet ödül verdi. Tabi cephanemiz ordudan.”
SÜNNİ
TEMİZLİĞİNE YANIT
Humus’ta
birçok kişiden duyduğum cümleyi Hatim Ali de tekrarladı: “Olaylar barışçıl
başlamadı.” Buna dair aktardığı bir olay var: Bir grup, 15 Nisan 2011’de
Banyas’ta meyve-sebze işiyle meşgul Nidal Cennud adlı Alevi’yi arkadaşını
durdurdu. Beşşar ve Hz. Ali’ye küfretmelerini istedi. Arkadaşı küfretti,
dayakla kurtuldu. Nidal, Beşşar’a küfretti ama Hz. Ali’ye küfretmedi. Onu
satırla öldürdüler. O tarihe kadar Banyas’ta bir şey yoktu.
Hatim
Ali’ye göre gösteriler komploydu: Banyas’ta insanlara 5 biner Suriye lirası
verip gösteri yaptırdılar, Cezire bunları rejime isyan diye yayımlıyordu. Biri
gelip 700 bin peşin parayla benden Kia Rio satın aldı. 2 gün sonra Muhaberat
geldi, ‘Bu kişi senden otomobil aldı mı’ diye sordu. Paralar Katar’dan gelmiş,
bu kişi göstericilere dağıtmak yerine araba almış.
Merak
ettiğim bir başka konu, Ankara’nın ‘Alevi devleti için Banyas’ta Sünni
soykırımı yapılıyor’ diye gösterdiği Beyda katliamında Hatim Ali’nin parmağının
olup olmadığı. Doğrudan sordum, o da eğip bükmedi:
“Beyda’daki
katliamda oradaydım. Olay biraz karışık. Aranan bir kişiyi almak için 6 kişilik
askeri devriye Beyda’ya gidiyor. Ekibin başında Binbaşı Samir Ammuri var.
Beydalılar aranan kişiyi saklıyor. Ekip Beyda’dan ayrılırken mayın
patlatılıyor, hepsi yaralanıyor. Sair telsizle yardım istiyor. Bu iki araba
yola çıkıyor, köye girişte onlara da ateş açılıyor. Devletin imamı Şeyh Ahmet
arabuluculuk yapmaya çalışıyor. Askerlere ‘Operasyon yapmayın’ diyor. Şeyh ile
iletişim kesiliyor. Bu arada bizden ölen ve yaralananları almamız için yardım
istendi. Biz yoldayken ordunun sivil çalışanlarını taşıyan askeri araç Kous
köprüsünde saldırıya uğradı. Biz vardığımızda bize de kurşun yağdırdılar. 60
kişiydik, her taraftan ateş açıldı. Karşılık verdik. 45 dakika çatıştık. Başka
bir yönden köye yaklaşan askeri birlik de yanlışlıkla bize saldırdı. Bu arada
Şeyh Ahmed, eşi ve oğlunun öldürüldüğü haberi üzerine köyde sivillerle siviller
çatışmaya başladı. Olaylar çığırından çıktı. Köye girdiğimizde her tarafta
cesetler vardı. Kimin devlet yanlısı kimin karşıtı olduğu da belli değildi.
Temizlik yok, köylüler hala orada.”
Hatim
Ali, Cezire’nin yayımladığı bir videoda ‘Aleviler mezara’ diye bağıran
göstericileri tekme tokat düven grubun lideri olduğunu da çekinmeden anlattı.
Hatim
Ali Sünnilere düşmanlığının olmadığını göstermek için yanda inşaat yapan
komşusuna seslendi, o da minnettarlığını dile getirdi:
“Sağ
olsun inşaatın suyunu ve elektriğini ondan alıyorum.”
Hatim
Ali’ye ‘Esad kaybederse sahil şeridinde Alevi devleti kurar’ iddiasını
hatırlattığımda dedi ki; “Öyle bir şeye kalkışırsa Esad’ı burada kabul etmeyiz.
Biz bütün Suriye için savaşıyoruz.”
Burada
olaylar patlak verdiğinde bazı Sünni aileler evlerini terk etti. Korku
karşılıklıydı. Şam gibi yerlerden de buralara dönen Aleviler oldu. Ama korku
geçti ve insanlar evlerine döndü.
Köyden
aşağı iniyoruz, bir cami, ardından kilise. Kontrol noktalarında askerlere sahil
ağzıyla ‘keyfek habibi’ (nasılsın dostum) ya da ‘keyfek ibn-ül amm’ (nasılsın
amcaoğlu) diye seslenen şoförümüz. Sahil aksanı bir kimlik ibrazı gibi. Ama her
zaman işe yaramıyor. Asker ‘Ehleyn’den (hoş geldin) sonra “Aç bagajı”
diyebiliyor. Halk arasında Arapçadaki kaf harfini vurgulu söyledikleri için
sahil insanı ‘ehli kaf’ diye de anılıyor.
“Sağda
Rus üssü var çekme”, tamamdır.
“Solda
stratejik tesisler var çekme”, olur çekmem.
“Buralarda
çok göz var, dikkatli ol”, anlaşıldı.
Akşamüstü
Tartus’un merkezine indik, yavaş yavaş Akdeniz’e nazır kafe ve lokantalara
akmaya başlamış. Tartus yüzde 70 oranında Alevi ama vali Dürzi, emniyet müdürü
Sünni, belediye başkanı da Sünni. Geç vakit Vali Safvan Ebu Saade’yle görüştüm.
Odasında dini kanal açıktı. Bu kanal 2011’de göstericilerin taleplerinden
biriydi. Valinin verdiği bilgiye göre Tartus’un 900 bin olan nüfusu Sünni
bölgelerden gelen sığınmacılarla iki katına çıktı. Ayrıca 60 bin öğrenci geldi.
“Tartus şu an küçük Suriye. Rakka, Halep, Humus, Deyr el Zor ve İdlib’ten
geldiler. Tamamı Sünni” dedi. Kimi ev tutmuş, kimi devletin tahsis ettiği
binalara yerleşmiş. İş bulup da çalışan çok.
Geceyi
Tartus’ta geçirdim. Sabah yine sahildeyim. 3 km ötede Arvad Adası’na giden
tekne kalkıyor. Büyük Ada gibi, motorsuz, sakin. Nüfusu 24 bin. Günübirlik
insanlar gidip geliyor, Biletler 100 Suriye Lirası. Özellikle Humus’tan gelen
sığınmacılar oraya da akın etmiş.
LAZKİYE:
SÜNNİ İLE ALEVİNİN BİRBİRİNE TUTUNDUĞU ŞEHİR
Lazkiye’ye
giderken sağda Merkab kalesi. Muhalifler 2011’de burada üstlenmişti. Ordu
havadan indirme yaptı, cephanelik ele geçirdi.
Ceble’ye
vardığımızda Cuma ezanı okunuyordu. Alevilerin bir kısmı da Şiilerin camisine
gidiyor. Tatil olduğu için dükkânların çoğu kapalı. Hıristiyanların tatil günü
pazar. Lazkiye Enformasyon Müdürlüğü yetkilisi Meysem Ahmed’e Sünni-Alevi
ilişkilerini sordum, “Burada Sünnilik ve Alevilik çok konuştuğumuz bir konu değil.
1960’larda bizim köyden kız alan Sünniler vardı. İlişkiler hala çok iyi, sorun
yok. Krizin ilk yılında bir stres oldu ama geçti” dedi.
Ceble’nin
nüfusu da sığınmacılarla birlikte 200 binden 600 bine çıkmış.
Yol
boyu villalar var, mihmandarımın yorumu: “Alevilikle ilgisi olmayan yiyici
yetkililerin evleri.”
Lazkiye’nin
girişinde Tişrin Üniversitesi. Burada belgelerimizle ilgili işlemlerin
tamamlanmasını beklerken bir askerin cenazesi geldi, kontrol noktasından havaya
ateş açarak geçtiler. Her cenazede bu oluyor.
Yetkililere
göre Lazkiye’nin kırsal ile birlikte 4 milyon olan nüfusuna 3 milyon sığınmacı
eklendi. Normalde Lazkiye’de Sünniler yüzde 40, Hıristiyanlar yüzde 20,
Aleviler yüzde 40 civarındaydı. Sığınmacılarla denge değişti. Kiralar 5-6 binden
25-30 bine çıktı. Lazkiye’nin sorunu da artan fiyatlar. Türkiye sınırı
hattındaki çatışmalar burayı da tehdit etse de şehir savaştan uzak. Şehrin
merkezinde ağaçların gölgesindeki kafe dolu. Sokakları arşınladım, biraz nabız
tuttum. Manav Ebu Ahmet dertliydi: “Domates ve salata Hama ve Humus’tan
geliyor. Halep’ten bir kamyon 5 bin liraya gelirdi, şimdi 100 bin lira. Mazot 7
binden 140 liraya yükseldi. Nakliyat maliyeti üç katına çıktı. Satışlar düştü.”
Tavla
oynayan iki gence rastladım. Silahlı gruplara desteğinden dolayı Türkiye’ye
öfkeliler. Biri “Ailemden üç kişiyi kaybettim” derken öteki “Ağır bedel
ödüyoruz. Sadece benim köyüm El Muzera’da 28 şehidimiz var” diye konuştu.
Pideci Muhammed Ebu Abdullah, 20 yıl önce
Halep’ten gelmiş bir Sünni. O da öfkeliydi: “Halep cennetti cehennem oldu. Bu
felakete sınırları teröristlere açan Erdoğan yol açtı. İnsanlar uyandı. Burada
Sünni, Şii, Alevi, Hıristiyan birlikteyiz. Mezhebi sorunumuz yok. Satışlar çok
düştü, evlenecektim olaylar çıktı, vazgeçtim.”
Muhammed
Ebu Velid ise Fetih Ordusu’nun ele geçirdiği İdlib’ten kaçmış bir laborant:
“Türkiye sınırından geldiler, çok kalabalıklardı, ordu yetersiz kaldı.
Hastaneyi bastılar, arka kapıdan kaçtım. Burada ev kiraladım, hastanede
çalışmaya başladım.”
Müteahhit
Basim İsmail’in derdi daha derin: “Benim köyüm Sınobar 2500 kişilik, 45 şehit
verdik. Sığınmacılardan 30 aile de bizim köyü yerleşti. Savaş burada değil ama
baskısını yaşıyoruz. Han el Asel’de 23 Temmuz 2012’de kontrol noktasında 41
askeri açık alanda infaz ettiler. Ellerinde yaralı esirler vardı, kardeşim de
aralarındaydı. Şeri anlayışlarına göre yaralıları iyileşinceye kadar idam
etmiyorlar. Sonra sahra hastanesi olmadığı için kardeşimi infaz ettiler.
Görüntülerini bize gönderdiler. Daha sonra devlet o bölgede toplu mezar buldu.
13.08.2012’de kardeşimin cesedinin tespiti için
başvuruda bulundum. Başvuru numaram 4212. Bu, o tarihe kadar kimlikleri
tespit edilemeyen asker sayısını gösteriyor. Yılda 400 cesedin teşhisini
yapabiliyorlar. Hala netice bekliyorum. Kimlik tespiti yapılmadığı için devlet
şehit saymıyor, bu da hak mahrumiyetlerine yol açıyor. İki arkadaşının şahitlik
etmesi lazımmış ama 41’i de öldü.”
Amerikan
Caddesi’ni arşınladım, markalı ürünler, yerel kokular… Sonra Müslüman ve
Hıristiyanların birlikte yaşadığı, bir tarafta kilise diğer tarafta camilerin
olduğu sokaklardan yürüdüm. Bir duvarda savaşta ölen Sünni’nin duyurusu,
diğerinde bir Hristiyan’ın ölün ilanı. Birinde Kuran’dan, diğerinde İncil’den
ayet yazılı.
SAHİLDEKİ
SIĞINMACILAR
Akşam
üstü Lazkiye sahili ana baba günü. Çoğunluğu sığınmacı. Filistin mülteci kampı
Remil el Cenubi de sığınmacı yükünü çeken yerlerden biri. Bu kamp ‘Donanma
Lazkiye’yi bombalıyor’ iddiasıyla gündeme gelmişti. O zaman kampı boşaltıp
silahlı gruba operasyon yapan ordu bota binip kaçan birkaç kişiyi kovalıyordu.
1978’de kurulan kampın girişinde ‘Suriye ordusu; güvendesiniz’ pankartı asılı.
Maarat Numan’dan gelen bir aile plajda sofrasını kurmuş. Hepsi Türkiye’ye
tepkili. Az ötedeki masada bir asker ile örtülü bir kadın oturuyordu. Kadın
İdlibli sığınmacı, okuluna Tişrin Üniversitesi’nde devam ediyor. Askerle burada
tanışıp nişanlanmış. Çift sustu, anneleri konuştu: “Bu isyan bir komplo. Bütün
zenginliklerimizi yok ettiler. (Ünlü şair) Ebul Ala el Maarri’nin heykelini
bile yıktılar.”
ERMENİLER
TÜRKİYE’YE KIRGIN
Şam,
Halep, Humus, Tartus, Ceble ve Lazkiye’yi kapsayan turu Ermenilerin yaşadığı
Keseb’te noktaladım. Keseb’in doğu tarafları muhaliflerin elinde. O yüzden
sahil yoluna inip Basit’ten tekrar yukarı çıktık. Ermeniler yaralı. Türkiye’ye
kırgın. Hepsi Mart 2014’te Keseb’i bir süreliğine ele geçiren muhaliflerin
Türkiye sınırlarından girdiğinde hem fikir. Otel işletmecisi eski muhtar Murad
Alikyan derdini Türkçe anlattı: “12 dükkân ve 6 evimi yaktılar. Lazkiye’ye
kaçtım, oradan ABD’ye gittim. 10 ay sonra döndüm. Toplam 42 bina zarar gördü.
İkisi burada, ikisi köylerde 4 kilise tahrip edildi.” İki işyeri yakılan
Avridis Zateryan harap haldeki dükkanını gösterip, tamir ettiği ötekinde
ikramda bulundu. Türkçesi gayet güzeldi. “Annem Türkçe biliyordu. Ben de
akşamları kadehime Arak koyar, Nuri Sesigüzel dinlerim” dedi.
Ve
sınıra vardım. Suriyeli askerler kapıda geçişin ortasına langırt koymuş,
oynuyordu. ‘Suriye’ye nereden girdin, nerede kaldın, ne yaptın…’ Ahret
sualinden sonra Türkiye tarafına geçtim. Bariyer zincirlenmiş, kimse yok.
Bağırdım duyan olmadı, tekrar bağımdım, olmadı, bu kez avaz avaz bağırdım.
Arkadan Suriyeli asker seslendi: “Atla geç.” Geçmek riskli.
Tepede
ormanlık alandaki kulede Türk askeri duruyor.
El salladım, sonunda fark etti, dürbünle baktı
sonra aşağıdaki arkadaşlarına bağırdı: “Arapça bilen var mı, Arapça?”
Ben
aşağıdan bağırdım: “Türk’üm Türk.”
Asker
aşağıya seslendi: “Türk’müş Türk.”
Bekçi
geldi, köpeği yanında, zinciri açtı, tanıdı:
“Hoş
geldin Fehim kardeş.”
“Hoş
bulduk vatan.”
(Radikal)
No comments:
Post a Comment