5
Ağustos 2015
Suriye’de
2011’den beri ömür biçilen Esad yönetimi ülkenin belkemiği sayılan kentleri
elinde tutuyor. Şam, Halep, Humus, Tartus ve Lazkiye’yi gezdik, günlük hayatın
fotoğrafını çektik. Kontrol noktaları ve muhaliflerin kırsaldan attığı roketler
sayılmazsa Şam’da hayat her şey normalmiş gibi akıyor. Devlet işliyor, maaşlar
ödeniyor, belediye çalışıyor. Sünni’siyle Alevi’siyle konuştuğumuz insanlara
göre bu artık rejimi değil Suriye’yi koruma savaşı. Bu yol hikâyesinde, cephe
hattında ordu korumasında ilerleyen TIR’ları, bölünmüş Halep’i, devasa
fabrikaların yağmalandığı Şeyh Neccar’ı, ‘Şebbiha’ diye anılan milisleri,
milyonlarca Sünni göçmene güvenli liman olan Lazkiye ve Tartus’u, Suriye için
savaşan Filistinlileri, Humus’taki korkunç yıkımı ve Türkçe türkülerle
kederlenen Ermenilerin hikâyelerini bulacaksınız…
SURİYE
Enformasyon Bakanlığı’nın davetiyle Şam’da Uluslararası Tekfirci Terör
Konferansı’na katılmak üzere gece yarısı Beyrut’a indiğimizde mihmandarım bizi
Suriye sınırına götürecek minibüse bindirirken “Bunlar Seyyid’in adamları,
endişelenme” dedi. Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’a adanmış iki genç.
Hizbullah’ın marşları ve Hüseyniye ağıtlarıyla coşan sürücü Anti Lübnan
Dağları’na son sürat sürdü. Yanındaki Ali Ekber Bero, sınır kapısı Mesna’da
pasaport kontrolü için indiğimizde kolu ve boynundaki yara izlerini gösterdi:
“Üç yıldır Suriye’de savaşıyorum.” 2012’de Şam’da Hz. Zeynep’in türbesini
korumak için milis gücüne katılmış, ardından Kuseyr ve Kalamun cephelerinde
savaşmış. Yaşı daha 22. Ali Ekber Lübnan ve Suriye’nin nasıl iç içe geçtiğinin
küçük bir simgesi.
KARŞIMDA
KASYUN DAĞI
Lübnan
gümrüğünden sonra bir hayli uzun ara bölgeyi kat edip Suriye’ye VIP’ten girdik.
Hizbullah ve Suriye ordusunun muhalif güçlere karşı savaştığı Kalamun bölgesi
hemen kuzeyde. Sınırdan Şam’daki Dama Rose Oteli’ne kadar bize üç araçlık
konvoy eşlik etti. Muhaberat’tan olduklarını söylemeye gerek yok. Elektrik
kesintileri yüzünden karanlık bir Şam beklerken ışıklandırılmış caddeler ve
parklardan geçip otele vardık. 2011 öncesi Dedeman’ın kullandığı devlete ait
otelin tüm personeli ‘hoş geldin’ için ayakta! Yakındaki minareden yükselen
Kur’an tilaveti ve ezan sesiyle sessizlik bozuldu. Odanın penceresini açtım,
karşımda Şam’ı dikizleyen Kasyun Dağı. Habil ile Kabil’in kavga ettiği dağ.
Halk Sarayı da orada. Ama Devlet Başkanı Beşşar Esad sarayda değil bulunduğum
yakında bir mahallede kendi konutunda yaşıyor.
Ertesi
gün Opera Evi’nde İran ve Lübnanlıların damgasını vurduğu konferanstayız. Bir
Türk gazeteci ile konuşmak isteyen ne kadar çok meslektaşım varmış. Bunalıp
öğleden sonra kaçtım. Fotoğraf makinesi ile dolaşmak için henüz izin kâğıdım
yok, tek güvencem konferansta verilen tanıtma kartı. Yollarda kontrol noktaları
var ama araç yığılmaları bezdirecek kadar değil. Belli yerlerde yayaların da
çantalarına bakılıyor. Böylesi bir yerde fotoğraf makinesi yüzünden
durduruldum, birkaç soruyla bırakıldım.
Kontrol
noktasında askerler Mette çayının keyfini çıkartıyor. Arjantin’den gelen bu çay
fincana dolduruluyor, su ilave ediliyor ve ucunda süzgeç olan metal çubukla
içiliyor.
Çay
deyip geçmeyin, bu biraz simgesel. Sahil ahalisi yani Lazkiye ve Tartuslular
arasında çok yaygın. İnsanlar kendilerini mezhebiyle tanımlamaktan kaçınıyor;
kimse kolay kolay ‘Aleviyim’ demiyor ama biri Matte içiyorsa hüküm veriliyor:
“Evet kesin Alevi.” Tabii bu çayın tiryakisi sadece Aleviler değil.
Kavurucu
sıcakta sokaklar tenha. Birçok işyeri kapalı. Kepenkler Suriye’nin iki yıldızlı
kırmızı, beyaz ve siyah bayrağındaki renklerle boyalı. Muhalifler kendi
bayraklarını ilan edince bayrak hassasiyeti tavan yapmış ve yönetim 2012’de
kepenkleri bayrak rengine boyattırmış. Güvenlik için konulan beton bariyerler
de öyle.
HABER
ÇOK, SATIŞ AZ
Şaalan
semtinde bir gazete bayiine takıldım. Başköşeyi Vatan, El Baas ve Sevra
gazeteleri almış. Yabancı gazeteler ve dergiler de satılıyor. Sipariş ettiği
lavaşları torbaya yerleştiren Muvaffak Keyyal gazete satışından memnun değil,
mutsuz da değil: “Savaştan önce günde 200-300 gazete satardım. Şimdi en fazla
100. Elhamdülillah ekmek parası çıkıyor.” Az ötede başkentin en eski
semtlerinden Şağur’un parfümeri mağazasını kolaçan ettim, satış sorumlusu dert
yandı: “Fiyatlar 8-10 kat arttı. Ambargo nedeniyle ürün temin edemiyoruz.
Körfez’de üretilen ikinci kalite Fransız malları da artık gelmiyor.”
Kahve
molası verdiğim Gemini Pastanesi’nin girişinde Beşar Esad’ın portresinin
üzerinde ‘Maek’ yani ‘Seninleyiz’ yazılı. Bu, işyerlerinde en sık rastladığım
poster. Naneli limonata polo içerken “Biz Şam’ı da biliriz, Ortadoğu’yu da”
diye böbürlenenler için dev bir esere gözüm ilişti. Köşede 39 ciltlik ‘Büyük
Şam Tarihi’ Suriyeli kimliğini
küçümseyenlere bir yanıt gibi duruyor.
İRAN
DEĞİL HİZBULLAH
Şam’ı
biraz daha arşınladıktan sonra girdiğim ‘3 Tavilat’ adlı mini lokantada
milletin gözü, benim kaçtığım konferansı canlı yayımlayan televizyonda. Yan
masada ‘okumuş adam’a “Nasıl buldun” diye sordum, çelişkili duyarlılığın
ipuçlarını verdi: “İranlı konuşmacıların bu kadar olması beni rahatsız etti.
Evet, İran’a müteşekkiriz ama Suriye’nin içişlerine müdahale eder diye de
kaygılıyız.”
Peki,
Hizbullah’ın müdahil olması? Onun yeri ayrı: “Onlar bu bölgenin insanları ve
devlet değil örgüt. Bize bir şey dikte edemez.”
Nasrallah’ın
fotoğrafları her yerde ama İranlılardan herhangi birinin posterine rastlamadım.
“Ya
Esad’ın durumu; İran ve Hizbullah olmadan Esad ayakta kalabilir mi?” İşte
yanıtı:
“Esad’ın
gidip gitmemesi Suriyelilerin meselesi. Şu aşamada giderse ordu dağılır ve
terör örgütleri sadece Suriye’yi değil Türkiye ve Ürdün’ü de tehdit eder.”
İran’a ‘kaygılı teşekkür’, Hizbullah’a ‘coşkulu teşekkür’ eden Suriyelilere
başka yerlerde de rastladım. Gözlemlerimi paylaştığım İranlı gazeteci Hüseyin
Murtaza ile din adamı Ali Mir Zai’nin yanıtı ortaktı: “İran direnişi
destekliyor; Suriye’de solcu, sağcı ya da İslamcı iktidar olması bizi
ilgilendirmiyor.”
Konferansın
ikinci gününde öğlen sonrası seanslara katılmayıp yine Şam’ın sokaklarına
çıktığımda istikamet Baas Partisi’nin kurulduğu Kemal Kahvesi’ydi. Yolda
gitarını sırtlanmış, sakallı ve uzun saçlı bir gence rastladım. Objektifi
doğrulttum, keyifle poz verdi. Onun da mekânıymış, gittik, oturduk. Adı Şadi el
Hüseyni. Death metal çalıyor, dövmeciler için çizimler yapıyor. “Araplara
benzemiyorsun” diye takıldım, “Çeçen’im” dedi. Suriye’deki Kafkasyalılar bu tür
soyadlarını kullanmaz. “Annem Çeçen, babam Arap” diye açıklık getirdi.
Mihmandarımın Alevi olduğunu öğrenince sohbeti birden kesti: “Sizinle konuşmam,
bu adam Muhaberat’tan olabilir!” Neyse mihmandarımın öyle olmadığına ikna oldu.
Bu kadar tepkili olmasının altında takip edilmesi yatıyor: “Daha 17 yaşındayken
evimize kâğıt gönderip merkeze çağırdılar, sorguladılar, gözdağı verdiler.
Çünkü müziğim, saçlarım ve sakalımla standartların dışına çıkıyorum. Muhaberat
bunu otoriteye başkaldırı olarak görüyor. Şimdiye kadar 10 kez sorgulandım.”
Şadi, Trablus’tan Mersin’e gemi bileti almış. Kaçma planının nedeni savaş değil
müziği için bir mecra bulmak. Güneşin batışıyla kahvehanenin bahçesi tamamen
doldu, nargileler fokurdamaya başladı.
İŞADAMININ
TRAJEDİSİ
Otelde
akşam yemeğinde aynı masada oturduğum Halepli işadamı Kemal Bankesli’ye kulak
verdik; hikâyesi isyan sürecinin nasıl geliştiğini de özetliyor: “Muhalifler
beni kaçırdı. 1 milyon Suriye Lirası fidye istedi. Reddettim. İşkence yaptılar,
kollarımı kestiler, iki ayak parmağımı kırdılar. Sonunda grubun kadısı idamıma
karar verdi. İnfaz sırasında liderleri “Dur” diyerek infazcının elini indirdi
ama o sırada tetiği çektiğinden kurşun dizime isabet etti. Kendi aralarında ‘Bu
adam bizden yana değil ama rejimin adamı da değil. Bizim için faydalı olabilir,
idam etmeyelim’ diye konuşmuşlar. 4 saat kanlar içinde beklettiler, sonra
akrabalarıma teslim ettiler.”
Karşımda
oturan kadın gazeteci Rula el Salih de yaralandıktan sonra bilek kemikleri
ortaya çıkmış kardeşinin fotoğraflarını gösterip acılarını paylaştı: “Bu
savaşta 35 akrabamı yitirdim. Oturduğum mahallede 185 kişi öldü.”
Şam’ın
sokaklarında birçok binanın önünde ‘şehit’ fotoğraflarına rastlamak mümkün. Gün
içinde uğradığım Radyo Televizyon Kurumu da kendi kayıplarını sergilemiş:
Devasa panoda ölen 25 gazetecinin fotoğrafları sıralanmış. İç savaşın vurmadığı
aile sanki yok. Kayıp bilançosu büyük ama yönetim bu konuda ketum. Opera
Evi’nde kadın askeri doktor Hala Bilal’e ısrarla sorduğum halde “Vatan için ne
kadar can verdiğimizin önemi yok” demekle yetindi.
Bu
acılara rağmen insanlar yaşamlarına asılıyor. Dama Rose’da her gece bir düğüne
denk geldim. Teras bölümünde ise sanatçı Mecide el Rumi Suriyelilerin sevdiği
şarkılarla konukları eğlendiriyordu.
ESKİ
ŞEHİR DİRENİYOR
Üçüncü
gün artık Enformasyon Bakanlığı’nın yazılı izni elimde. Rahatça kentte fotoğraf
çekebilirim. Fehhami bölgesinden başladım. Muhafazakâr bir semt. Pazar yeri
kalabalık, sebze-meyve fiyatları üçe katlanmış. Maaşlar ise 5 yıldır aynı yerde
sayıyor. Bir dükkan sahibi “Önceden herkes bolca alırdı, şimdi azar azar” dedi.
Fiyat artışlarının iki temel nedeni şu: Mazot 17 liradan 140 liraya, benzin 40
liradan 150 liraya fırlamış. Ve çatışmaların olduğu bölgelerde tarımsal
faaliyet azalmış.
Hamidiye
Çarşısı’nda hediyelik eşya satan biri ise “Turist gelmediğinden krizin ilk
yıllarında satışlarımız çok düştü. Şimdi yavaş yavaş açılıyor. Turist geldiği
için değil. Çok sayıda Suriyeli yurtdışına çıktı. Onların yanlarına gidenler
hediye götürüyor” dedi. Eski Şam’ın ziyaretçisi çok ama eskisi gibi canlı
değil. Daracık sokaklarda ayakta kalamayan dükkânlardan bazıları fast food ya
da kahveye dönüşmüş. Bana Şiraz halısını yok pahasına satmaya hazır bir dükkân
sahibi muhtemelen o günü de siftahsız kapattı. Sıcakta daha fazla yürüyemedik,
Bab Tuma yolunda Beyt el Ayli’de soluklanıp Şam dutundan meşrubatları kana kana
içtik.
BUTİ,
SELAHADDİN EYYÜBİ’NİN YANINDA
Suriye
nereye giderse gitsin Selahaddin Eyyübi Türbesi ve Emeviye Camii ziyaretçisiz
kalmıyor. Türbedeki yenilik şu: Nusra Cephesi’nin vaaz sırasında intihar
saldırısıyla öldürdüğü Kürt alim Said Ramazan el Buti, Kudüs fatihi Selahaddin
Eyyübi’nin yanına, aynı saldırıda ölen oğlu Ahmed Tevfik de türbenin dışında
ilk Türk hava şehidi Üsteğmen Nuri, Yüzbaşı Fethi ve Üsteğmen Sadık’ın
mezarının yanına gömülmüş. ‘Levant’ın şeyhi’ Buti, silahlı isyanı reddedip
Erdoğan’dan krizin çözümü için yardım istemişti.
Hıristiyan,
Şii ve Yahudilerin yaşadığı Bab Duma’da bildiğim mekânlardan Beyt el Şami’de
yemek yedik. Sipariş listem aynı: Tabbuli (salata), cibni (peynirli tavuk),
baba gannuş, humus, polo. Bab Tuma lokanta ve otele çevrilmiş konakları ve el
işlemecilerin maharetlerini sergilediği dükkânlarıyla ünlü. Her şeye rağmen
akşamları canlı müzik sokaklara taşmaya devam ediyor. Suriyeliler ölüm ile
sevinci birlikte yaşıyor.
O
LOKANTA KAPANMIŞ
Erdoğan’ın
Esad’la yemek yediği Mithat Paşa Çarşısı’ndaki Khavali’nin halini merak ettim.
Kilit vurulmuş. Köşedeki kuruyemişçi Mahmud Gassan’a sordum, “Burası iki
kardeşe aitti, biri öldü, diğeri hastalandı. Çocukları yurtdışına gitti” dedi.
Türkiye’den geldiğimizi öğrenince duraksadı, sonra devam etti: “Türkiye’yi
seviyorum. Erdoğan bu lokantaya geldi; kızı evlenmeden önce gelip bu çarşıdan
alışveriş yaptı. İki ülke arasında güzel ilişkiler tesis edildi. Şimdi Erdoğan
bize gönderdiği teröristlerle her şeyi mahvetti. Bu savaş sadece İsrail’e
hizmet etti.“
VE
SESSİZLİK BOZULUYOR
Elektrikler
kesik Mithat Paşa karanlık. Bir köşeye üşüşmüş çocuklarla karşılaştım. Latin
Kilisesi her yıl yaz kampı düzenlermiş. Çatışmalar artık buna engel. Onlar da
kapalı çarşıyı gizemli bir oyun alanına çevirmişler. Gruplar halinde yarışan
çocuklar belli yerlere bırakılan işaretler ve ellerindeki haritayla şifreleri
çözüyor.
Hamidiye
Çarşısı’nda ise uğramadan geçemediğim yer tarihi dondurmacı Bekdaş. Her zamanki
gibi ana baba günü. Önceden duvarda ünlü ziyaretçilerin fotoğrafları vardı.
Emine Erdoğan ve Ürdün Kralı Abdullah’ın fotoğrafları da asılıydı. Şimdi
onların yerinde tek bir çerçeve var: Nasrallah’ın direnişe katkılarından dolayı
gönderdiği teşekkür mektubu.
Güneşin
batışıyla caddeler de şenleniyor. Akşamın son yürüyüşünü yaptığım Şaalan
kalabalık, dükkânlar doluydu. Şam’ın gecelerinde sessizlik dördüncü gece
bozuldu. Sabaha doğru kırsaldaki Cobar’a yönelik bombardıman uyutmadı.
Muhalifler de Dahiyet el Esad bölgesine roket attı.
Emeviye
Meydanı’nda savaştan eser yok
Silahlı
gruplar Şam’a sarsıcı darbeyi 26 Eylül 2012’de Emeviye Meydanı’nda Genelkurmay
karargâhına saldırarak vurmuştu. O günden itibaren rejim silahlı grupları
Şam’ın merkezinden uzak tutmak için ciddi önlemler aldı. Yine de kentin
doğusunda Guta, Duma ve Cobar’ı elinde tutan muhalifler zaman zaman roket
atarak Şam’ı terörize edebiliyor.
No comments:
Post a Comment