Tuesday 22 July 2014

“Yaptığım her yontuda mutlaka bir çığlık vardır.” Kuzgun Acar

Kuzgun Acar’dan
"Heykel-Sanat ve Sanatçı Üzerine"
------------------------------------
"Bir Yeni TAD, Bir Yeni KOKU, Bir Yeni İNANÇ"

- Önce kendi işimde devrimci olmaya uğraşıyorum. Kaçınılmaz bir şey bu. Ben kendi heykelimde bir şey beceremiyorsam bir yeni tad, bir yeni koku, bir yeni inanç koyamıyorsam, kime ne söyleyeceğim ki ben.

"Şaşırır Tabii, Şaşırsın İstiyorum Zaten”
- Herhangi bir insan, bu hiç okuryazar olmayabilir-ama sanat hiç okuma yazması olmayana da bir şey söyleyen bir nesne-o tadar, lezzetine varır ve hesabını sorar insanın. Şaşırır, tabii. Şaşırsın istiyorum zaten. Şaşırtmak için değil. Şaşırırken doğruyu bulacaktır, tabii eğer ben doğruysam. Doğru değilsem zaten neyi yapsam bir şey değil. Bir kaç iş yaptım ve bu yığınlara gitti ve yığınlar öylesine kabullendiler ki.

"Ben mi Heykel Yonttum Halk mı Beni Yonttu”
- E, siz bir yere varmışsınızdır. O halk sizi yontar zaten. Aslında bize heykeltıraş diyorlar. Tamam doğru biz yontuyoruz bazı şeyleri, ama aslında bizi yontan sokaktan geçen adamdır. O hesabını sorar adamdan. Bu açık. Bunu o kadar uzun yıllardır, en azından bir 27 yıldır yaşadım. Ben bilmiyorum, ben mi heykel yonttum beni mi halk yonttu. Bunu bilemem ben.

"Onun İçin Figüratif Yapmıyorum”
-Çok büyütülüyor aslında. Sanat, sanat, sanat........Ne oluyoruz ki yani. Hani bir adamın İstanbul Ankara otobüsünü götürmesi herhalde benimkinden daha güç bir şey. Ben biraz dana kolay idare ediyorum. Ve ben onun heykelini yapmak istiyorum. Onun heykeli de, biraz sivri demir, biraz çelik sivriler, sivriler ve batıcılar ve bilmem ne, bilmem ne, bilmem ne........Onun heykelini yapmaya uğraşıyorum ve onun heykeli hareket. Onun heykeli azgınlık. Ben onu oturup da ayakta yapamam. Onun için figüratif çalışmıyorum. Onun için somut heykel yapmıyorum. Adamı zapt etmeye imkân yok. Adam fırtına. Adam kaçıyor. Saatte seksen kilometre yapıyor. Yüz kilometre yapıyor. Onun heykeli aslında sabit yapılamaz ki. Ben onun sadece hareketini yakalarım. Becerebiliyor muyum, o iddiada değilim. Ama ne yaptığımı biliyorum. O adamın, o fırtına adamın, o böyle otuz beş yaşındayken elli beş yaşında gösteren adamın heykeli. O soyut oluyor zaten.

"Hareketi Yakalıyorum”
- İnsanı zapt etmeye imkân yok. Ben onun için figüratif heykel yapmıyorum. Onu durduramayız, o anı yakalayamayız; ben hareketi yakalıyorum. Kendi tabiatıma aykırı olduğu için figüratife alışmadım. Abstre çalıştım. Örneğin kuşun kendisini yapmaktansa hareketini yaptım.

"İkisi de Aynı Duyarlık Aslında”
- (Soyut ve figüratif) aslında aynı duyarlık aşağı yukarı. Örneğin Yeni Cami'de kuşların uçuşundan yola çıkan-bir işimde konu-kuşlara yem satarak para kazanan bir takım fakirler, hürriyetinden vazgeçmiş ve o yeme mahkûm olmuş kuşlardı. Bir paralellik kurdum kendi dünya görüşüm içinde. Anlattım, anlatamadım bilmiyorum ama (soyut ve figüratifte) aynı esinlenme yolu.....Evet bir kuş o.....Buna bir soyutlama diyebilir miyiz?

"Önce Sevmek Gerek”
- Önce sevmek gerek....karşına bir malzeme çıkar, ona sevgiyle yaklaştıkça, sokuldukça tanırsın. Tanıdıkça da seversin. Bir kere sevdin mi, gönlünü verdin mi bu malzemeye, nakış da olur heykel de, mask da.

"Güzel olur Doğru Olur"
- Heykel öyle de yapsan olur böyle de. Taştan, mermerden oyarsın. Çividen demirden dökersin, çanak çömlekten bükersin. Hepsi de olur....Tepe noktaya bir yere koyarsın, süs olur; fırlatır atarsın, çöp olur......Ama bir işe de yaradı mı, o zaman öpülesiye, okşanasıya güzel olur, doğru olur.

"Çığlık”
- Yaptığım her yontuda mutlaka bir çığlık vardır.

"Gümrüğü Alınmış Sanat”
-Yadırgama alışılmamışla karşılaşmadan doğar. Yadırgadıkları için yeniden şüphelenenler, alıştıklarını kendilerine verenleri suçlandırsın. Zira, gümrüğü çoktan alınmış bir işçiliği sanat sanmak, insan için övünülecek bir şey olmasa gerek.

*                                                  

"(...) Kuzgun'un bu yeni heykelleri, zorlu bir işçiliğin sonucundan çok bir buluşun yapıtlarıydı. Bunlar uzak da olsa, Antoine Pevsner'in heykellerini anımsatıyordu. Kuzgun'un yapıtlarında, (elek telinin dokusundan kaynaklanan) mermerin ya da bronzun boşlukta kapladığı hacim değil, yapıtın kendi iç hacmi ortaya çıkıyordu. Bu da görsel sanata ilgi duyan, bilmekten çok öğrenmeye, yanıt aramaktan çok soru sormaya meraklı genç bir yazarın gözünden kaçmadı: Kuzgun'un bu elektrik tellerinden yarattığı, tavana asılı bu yapıtları, yalnız bu yeni materyali kullandığı için yeni değildi; heykel sanatının en önemli sorusalını (hacim) içeriyor ve o sorunsala çok özgün bir çözüm getiriyordu." Ferit Edgü
                                         

KUZGUN ACAR'A İŞARET ETMEK İÇİN 16 NEDEN

Kuzgun Acar’a işaret etmek gerekir çünkü O’(nun)...

Yaptığı her yontuda bir çığlık vardır.
İnsanın zapt edilemeyeceğine, durdurulamayacağına, duramayacağına inanmıştır ve hareketin heykelini yapmıştır.
“Yanlış”ı bulmanın “doğru”yu bulmak yolundaki en büyük adım olduğunu düşünür.
Çivileri sever, eserlerine irkilmeden yaklaşamazsınız.
Malzemesini hurdacıdan toplar, kaynakçı gözlüğüyle çalışır.
İnsanın ancak kendi vicdanı kadar insan olabileceğini bilir.
Devinim ve eylem adamıdır. Sadece kendi yaratıcılığından beslenmiştir. Her şeye karşı bir başkaldırır.
Eserlerinde “hacim” olgusunu iplemez,  tel elekten heykeller yapar.

Mimiklerini kullanmakta zorluk çeken amatörlerden, öğrencilerden ve işçilerden oluşan sivil bir “Sokak Tiyatrosu” için özel masklar yapmıştır.

Hem “Afrikalı bir büyücü”, hem “İstanbullu bir beyefendi” hem de “19. yüzyıldan kalma bir nihilist” olarak yaşamıştır.
Gerektiğinde, otomobillerin altını yıkamış, mensucat ustabaşılığı, bar fedailiği ve meyhanecilik yapmıştır.
Akademi’de -bir ağaç dalını kırdığı için- Zeki Faik tarafından fişlenmiştir. Asıl neden, komünist olmasıdır.
1972’de gözaltına alınmıştır. Kendisiyle beraber gözaltında bulunan diğer insanlara çokça yardım etmiştir.

1967 yılında Türkiye’nin ilk gökdeleni olan Emek İşhanı’nın (Ankara-Kızılay) cephesine 13 metre boyunda bir  “Türkiye” rölyefi yapmıştır. Dönemin en büyük rölyefi olan bu çalışma gazetelerde “Soyut Sanat Değer Buldu!” manşetiyle tanıtılmıştır.  Ölümünün “hemen” ardından 1976 yılında yerinden sökülen “Türkiye” rölyefi Emekli Sandığı’nın deposuna kaldırılmış, 1990’da ise parçalanıp hurdacılara satılmıştır ve kaybedilmiştir. Bu ihmal, sanat çevrelerinde “öfke”yle karşılanmıştır.

Kaynakça: “Kuzgun Acar”, Murat Ural,1997























No comments:

Post a Comment