Wednesday 16 July 2014

Gezi, Demirtaş ve Kürt Hareketi // Barış Yıldırım


Kürt Hareketi’nin çeşitli kesimlerinin Gezi’de aldığı tavırlar sık sık tartışılacak gibi görünüyor. Sanki Devrim: Bir Devrim Gezi’sinden Notlar kitabından bu konuya ayrılmış pasajları da derleyen yazı şunu hatırlatıyor: “Demirtaş, Gezi’ye darbe demedi ve Gezi’yi destekledi, ama Gezi ve darbe ilişkisine yaptığı vurgu apaçık yanlış; kasıtlı değilse de son derece anlamsızdır.”
Selahattin Demirtaş’ın TC cumhurbaşkanlığı adaylığı HDP bileşenlerinin ötesinde bir çevrede heyecan uyandırdı. Bu heyecanı paylaşmıyorum. Demirtaş’ın Ali İsmail’in mahkemesine katılımı, Berkin’in annesini alkışlatması gibi tavırlarının ayaklanma dönemi tavırlarına dikişsiz bir şekilde eklemlendiğini de düşünmüyorum. (örneğin Zafer Cömert, Ali İsmail’in davasından bir hafta önce görülen kardeşinin davasına üst düzeyde HDP katılımı olmamasına sitem ediyordu).

Ancak, örneğin Hüseyin Aygün’ün “Demirtaş Gezi’ye darbecilik dedi” şeklindeki iddiasının türevleri de doğruyu yansıtmıyor. Demirtaş hiçbir zaman “Gezi darbeciliktir” demedi. Yaptığı şey, Gezi içinde darbe isteyen kesimlere anlamsız ve yanlış bir vurgu yapmaktı (bu minvaldeki sözleri çeşitli yerlerde aktarılıyor: örn. Sol; Özgür Gündem; Oda TV, konuşmanın videosuyla birlikte; Milliyet). Söylediği şuydu:

“Gezi Parkı’nda ortaya konan demokratik talepler BDP’nin sahiplenebileceği, arkasında durabileceği demokratik taleplerdir. Bu yönüyle biz, Gezi Direnişi’nin yanında olduk. Parlamentoda da bunu savunduk. Hatta bu talepler çözüm sürecinden de kopuk değildir. Biz de benzer şeyleri istiyoruz. Fakat şöylesine bir hareket içerisine de girildi. ‘Bu şekilde hükümeti devirecek, darbeye doğru götürecek bir halk hareketini çıkarabilir miyiz? Ya da bu halk hareketini darbeye kanalize edebilir miyiz?’ Böyle bir arayış vardı. Bunu, biz hem sokaktaki gözlemlerimizle hem de arkadaşlarımızın tespitleriyle rahatlıkla ifade edebiliyoruz. Bu bir spekülasyon değil. Biz bu kısmına şiddetle karşı çıktık. Bu yüzden de bir mesafe koyduk. Buradan bir darbe çıkarmak isteyenlerle birlikte olmayız biz.”

Bu ifadeden iki sonuç çıkıyor var:

Demirtaş, Gezi’yi açıkça sahipleniyor.
Gezi’de önemsiz bir grup olan darbe yanlısı kesime anlamsız bir vurgu yapıyor.
Birincisi zaten olması gereken.  Ama ikincisi bütünüyle temelsiz. Gezi’de darbecilik son derece önemsiz bir damardı. Gezi’nin önemli sloganlarından bir teki bile (“Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” bile) darbe istemedi. Ampirik veriler de bunu doğruluyor:

Bilgi anketine göre (s. 24), eylemlerin “bundan sonrası için öneriler” listesindeki 17 istek arasında seçimle ilgili olanlar, en alttaki “askeri müdahale”nin hemen üzerinde yer alıyordu. Yani darbe, ankete katılanların çözüm listesine ancak en alt sıradan girebiliyordu. Gezi’cilerin içindeki en darbeciler İP ve çevresiydi ki bunlar yerel seçimlerde 50-60 bin civarında bir oy alabildi, kopardıkları gürültüye rağmen, hiçbir zaman da bundan büyük bir potansiyelleri olmadı. İşbirlikçi Perinçek tayfasına oy ve gönül veren her bireyin direnişe katıldığı düşünülse bile, katılım rakamı 4 ila 10 milyon arasında tahmin edilebilen Gezi ayaklanmaları için eser miktarlardadır.

Buna rağmen gerek Demirtaş’ta, gerek aşağıda göreceğimiz üzere, Kürt hareketinin başka yerlerinde (ve bu arada onların yörüngesindeki kesimlerde) böyle bir yanlış algının olması üç şeyle açıklanabilir:

Bu zamana kadar geleneksel olarak halk hareketlerine katılmayan Türk milliyetçisi kesimlerin orada oluşunu otomatikman onların bir takım siyasal hedeflerinin de orada olduğu şeklinde yorumlamak.
Kürt halkının haklı olarak geliştirdiği bayrak, M. Kemal resmi vb. alerjisini Kürt milliyetçisi bir uca taşıyarak, Türk halkına genişletmek; üstüne de Gezi’yi “Meseleya Tirkan” (Türklerin meselesi) sanmak/saymak.
Çözüm süreci adı verilen ilkesiz sürecin zarar göreceğine dair aşırı (Öcalan’dan bile fazla) kaygı duymak.
Ama konumuz bu siyasal ve milliyetçi refleksler değil. Öyleyse yineleyelim ve hatırlatalım:

Selahattin Demirtaş, Gezi’ye darbe demedi ve Gezi’yi destekledi, ama Gezi ve darbe ilişkisine yaptığı vurgu apaçık yanlış; kasıtlı değilse de son derece anlamsızdır.

Yani bugün Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde HDP’yi destekleyenler ve Demirtaş, “Biz zinhar öyle bir şey demedik, çarpıtılıyor, bunlar ulusalcı yalanlar” diye kıyamet kopartacaklarına, Kürt Hareketi’nin birçok başka odağı gibi açık bir özeleştiri vermelidir.

Seçim Tutum Belgesi’nde çokça bahsedilen “açık, şeffaf, demokratik, halkın yanında, halkla beraber” yönetim (kapitalist TC içinde zaten kurulamaz da), açıklığı kendimizden başlatmazsak hepten olanaksızdır.

Kürt Hareketi’nin çeşitli kesimlerinin Gezi’de aldığı tavırlar sık sık tartışılacak gibi görünüyor. Sanki Devrim: Bir Devrim Gezi’sinden Notlar’ın bu konuya ayrılmış pasajlarını aşağıda derliyorum. Sayfa numarası verilen alıntılar kitabın Gezi’nin Seyri, Halklar Kardeştir / Tereddüt Günleri ve Serhıldan, İsyan, Lice bölümlerinden düzenlenerek aktarıldı.

Sanki Devrim’den: Gezi ve Kürt Hareketine Dair
Selahattin Demirtaş ilk günlerden itibaren BDP içinde Gezi’ye yönelik kuşkucu tutumu temsil ediyordu. Sebahat Tuncel ile -farklı sol geleneklerden gelen vekiller-  Sırrı Süreyya Önder ve Ertuğrul Kürkçü ise sürecin birçok anında fiilen yer alarak açık bir destek sundular. 1 Haziran’da Gezi’yi barış sürecine darbe vurma çabası olarak kodlayan Demirtaş, ara sıra sol bir parti olduğunu, tabanının önemli bir kısmını oluşturan metropollerdeki Kürt halkının da alanlarda günlerdir ve gecelerdir polis terörüne maruz kaldığını hatırlayıp şiddet karşıtı açıklamalar da yaptı. Yine de BDP’de sesi daha çok duyulan Gezi karşıtı duruş, #KürtlerEylemdenÇekiliyor bozgunculuğuna kadar varan “Beyaz Kürt” tavrını cesaretlendirdi. Bu tür tavırlar ancak, önce KCK, sonra Abdullah Öcalan’ın (Pervin Buldan’ın 7 Haziran’daki İmralı ziyaretinde yaptığı) Gezi’yi sahiplenen, meydanın milliyetçilere bırakılmamasını isteyen açıklamalarıyla bir parça sekteye uğradı. (s. 44)

(…)

1 Haziran günü Selahattin Demirtaş, “Halkın direnişini destekliyoruz. Polis AKP’nin özel güvenlik birimi gibi çalışıyor. Taksim’de, Ankara’da direnen insanlar son derece haklıdır. Kendilerine yapılan zulümdür,” dedi gerçi, ama hemen ardından, hem de 1 Mayıs’ın gazlarının İstanbul sokaklarından daha henüz dağılmadığı günlerde, yanlış iddialarla beslenmiş bir acı yarışına girişti: “İstanbul’da yaşayanlar gazın tadını ilk kez tadıyor. Ama Diyarbakır, Hakkâri ve Şırnak’ta günlerce gaz yedik.” Oysa daha 30 gün önce, 1 Mayıs’ta İstanbul sokakları gaz ve toz bulutu altındaydı.

Ana akım medya, Demirtaş’ın sözlerinin üzerine “Çözüm sürecini baltalamak isteyenlerle yan yana olamayız” başlığıyla atlarken, 2 Haziran günü Twitter’da #KürtlerEylemeSonVeriyor kampanyası başlatıldı. İslamcı Kürtlerle burjuva milliyetçisi “Beyaz” Kürtlerin son güçleriyle destek verdiği bu etiket Twitter ülke gündemini birkaç kez zorladı.

[Haziran 2013’teki] Kadın Kongresi sırasında Gezi’den Amed’e gelmiş olan Sebahat Tuncel’e bu kampanyayı sorduğumda “Başkanı çok eleştiriyorlar ama aslında haklı. Gezi’deydim, yine gideceğim, ama kaç kez beni sözle taciz ettiler” deyip hemen ekledi: “Yalnız sana bir şey söyleyeyim, oradakilerin yarısı bizim gençlerimiz.” Tuncel Eylül ayında yapılan Karaburun Bilim Kongresi’nde aynı şeyi yineledi: “Biz Gezi’de vardık, Öcalan’ın posterlerini CHP, MHP taşımadı herhalde!”

Gezi’nin en sıcak tartışma başlıklarından biri Kürt siyasetinin katılımıydı. Gerçekten de direnişin her anında Kürt eylemciler Türkiye’nin bütün kentlerindeki eylemlere katıldı, BDP ve HDK milletvekillerinin bazıları daha Gezi’de ufak bir gruptan başka kimse yokken oradaydı, ama bizatihi Kürt siyasi hareketinin örgütsel gücüyle isyana katılımı en fazla “ihtiyatlı” sıfatıyla nitelenebilir. Mustafa Sönmez bu ihtiyatı “ders kaçkını talebelere”e benzetiyor:

Kürt muhalefeti, büyük ayaklanmaya sudan gerekçelerle düşük profille katılarak notunu düşürdü. Özgür Gündem, cumartesi manşetini yine Kürt hareketinin konferansına yontarken “Gezi Serhildanı”na, altlarda iki sütuna yer açabildi. Halkların kardeşliğini deneyimlemenin en verimli zemini varken ders kaçkını talebelere benzediler. (Kaynak: Sendika.Org)

Oysa Demirtaş’ın ilk açıklamalarının ve (çoğunluğu savaş dolayısıyla Kürdistan dışında büyümüş, iyi okullarda okumuş ama doğru dürüst hiçbir bedel ödemedikleri halde toplumsal mücadeleden hep “Biz Kürtler çok bedel ödedik, o zaman Türkler neredeydi?” argümanıyla kaçan) “Twitter Kürtleri”nin hızla püskürtülen kampanyalarının üzerinden birkaç gün geçmişti ki, 5 Haziran günü KCK Yürütme Konseyi Kürt halkını Gezi’de inisiyatif almaya çağırdı ve uyardı:

Ancak amaçları demokrasi olmayan “fırsat bu fırsattır” deyip Demokratik Çözüm Süreci’ni sabote etmeyi hedefleyen ırkçı-ulusalcı güçler de var gücüyle toplumun refleksini istismar etmeye çalışmaktadır. Bu sürecin belkemiğini oluşturan emekçi ve demokratik kesimler, bu tür gruplara elbette ki dikkat etmeli ve Demokratik Çözüm Süreci’ni güçlendirmelidir. Kürt halkı da bu süreçte inisiyatifsiz kalmamalı, Türkiye demokrasi güçleriyle birlikte sürecin doğru yolda ilerlemesi için üstüne düşen sorumluluğu yerine getirmelidir. Türkiye’de haksızlıklara, anti-demokratik uygulamalara ve faşizan baskılara karşı demokratik refleksin Kürt Özgürlük Hareketiyle birleştirilmesi demokratik dönüşümü sağlayacak önemli sonuçlar ortaya çıkaracaktır.

Abdullah Öcalan bir gün sonraki İmralı görüşmesinde, Gezi’ye selam göndererek aynı uyarıları yineledi:

Gezi Parkı’ndaki direnişi anlamlı buluyor, selamlıyorum. Elbette bu duruş siyasal bir kırılma yaşatmıştır. Ancak hiç kimse ulusalcı, milliyetçi, darbeci çevrelere de kendini kullandırmamalıdır. Bu hareketin bunların denetimine girmesine Türkiye’nin demokrat, devrimci, yurtsever ve ilericileri izin vermemelidir.

8 Haziran günü birkaç genç Diyarbakır surlarında “Amed’den Direnişe Bin Selam” pankartını dalgalandırıyordu. Yine de Kürt yurtsever hareketinin çok daha güçlü bir biçimde eylemlere katılmaları, Diyarbakır surlarına Gezi’nin bütün şehitlerinin resminin altında “Gezi’den Lice’ye isyan kazanacak” pankartının asılması için Eylül’ü beklemek gerekti.

Kürt halkının ihtiyatlı davranmasının nedenleri sır değil. Öncelikle Gezi sürecinin Kürt sorunun uzlaşmayla “çözüm süreci”ne zarar vereceğinden korkuluyordu. İkincisi Kürtler on yıllardır çok daha ağır saldırılarla karşı karşıyayken Anadolu coğrafyasının diğer kesimlerinden bırakalım kitlesel bir destek, ilgiden bile yoksun kalmıştı. Gezi’de önemli bir pay sahibi olan milliyetçi kesimlerin hatırı sayılır bir kısmının Kürt karşıtı hisleri de düşünüldüğü zaman sitem ve tereddüt karışımı duygu anlaşılır. Ama Gültan Kışanak haklıdır: “Demokrasi, herkes içindir. Kürt’e demokrasi, Türk’e sopa; Türk’e demokrasi, Kürt’e sopa. Yok öyle şey.” (s. 150-152)

(…)

Kürt siyasi hareketi, ilk günlerden itibaren bütün gücünü direnişe katsaydı, kardeşlik ufkumuz bugün çok daha genişlemiş olabilirdi. Elbette sürtüşmeler de daha çok yaşanırdı. Ama kabul etmeliyiz ki bu aynı zamanda bir “karşılıklı alışma” süreci; birbirimizin simgelerine yönelik sistematik bir yabancılaşma ve takiben aşinalaşma sürecinden geçmek zorundayız.

Gezi’ye Kürt hareketinin katılımı tartışmalarında öne çıkan fikirlerden biri “Onları da anlamak lazım, Türkler oradaki savaşa hiç duyarlılık göstermedi” etrafında dönüyordu (Örneğin Eylül 2013’te toplanan Karaburun Bilim Kongresi’nde bu tartışmalar uzun uzun yapıldı.). Oysa hareketin kendisi, kendini “anlamıyor”du ve Sebahat Tuncel’in dediği üzere, bütün enerjileriyle isyana katılmamalarının “en üst düzeyde özeleştirisini” vermişti. Gerçekten de, Kürt hareketinin başına isyan sonrası günlerde geçen Cemil Bayık, Gezi’ye dair kapsamlı ve önemli bir özeleştiri verdi:

Gezi’den sonra Türkiye artık eskisi gibi olamaz. … Demokratik siyasetin önünü açan bir eylemdir. Dolayısıyla bu, çözüm sürecine de hizmet eden bir eylemdir. Ona katılmama, tereddütler yaşama yanlıştır. Neden [tereddüt] yaşadılar? Birincisi ‘Katılırsak, devlet Türkiye’deki demokrasi güçlerine saldırabilir, eğer katılmazsak saldırı olmayabilir, o zaman bu hareket daha güçlü gelişebilir’ diye düşünüldü. İkincisi, ‘Eğer katılırsak Önder Apo’nun başlattığı süreç zarar görebilir. Bunu kullanan güçler olabilir. Özellikle hükümet bunu kullanabilir. Zaten çözüm yönünde adım atmaya pek niyeti yok, bunu da gerekçe yapıp adım atmayabilir’ anlayışı vardı. Bu endişelerle, katılmama ve zayıf katılma durumu yaşanmıştır. Bu iki anlayış da yanlıştır. Bunun kesinlikle yanlış olduğunu söylüyorum. (abç)

Kürt hareketi, direnişe çok daha kitlesel katılmayarak halkların kardeşliğini mücadelenin sağlam harcıyla inşa etme şansını hepten kaçırmadıysa da yeterince de kullanamadı. Cemil Bayık da bunu doğruluyor:

Türkiye toplumunda böyle bir oluşumun gelişmesi, Türkiye için büyük bir şanstır. İşte egemenler bunun tehlikesini gördüler ve onu provoke etmeye çalıştılar. Kitle politikleşmesin, örgütlü bir kitle haline gelmesin, örgütlü bir mücadele yürütülmesin istediler. Bunu belirttiğim o ulusalcı geçinen güçler de yapmak istedi. Onun zaaflarından yararlanarak kendi amaçları temelinde geliştirmek istediler. Elbette ki tam başarılı olamadılar. Eğer buna özgürlük hareketi yanlısı güçler de katılmış olsaydı o güçler bu kadar üşüşmeyecekti. O hareket daha güçlü, daha nitelikli gelişecekti.

Bu özeleştirinin fiili isyan süreçlerinde nasıl bir yansıması olacağı hâlâ en önemli soru. Eylül ayında yeniden ateşlenen direnişte bu özeleştiriye tekabül edecek bir katılım sergilenmese de Kürt yurtsever güçler, Berkin’in cenazesine örgütlü ve güçlü bir şekilde katıldı; Berkin Elvan, Roboskî annelerinden Amed gençlerine uzanan bir yelpazede yürekten sahiplenildi. Birlikte direnme ve isyan ruhunun güçlenerek süreceği umudunu hak ediyoruz. (s. 154-155) - Sanki Devrim

**Bu yazı Yazılama Blog ve Fraksiyon.Org‘da birlikte yayımlanmıştır.

No comments:

Post a Comment