Wednesday 30 July 2014

Türkiye'nin mülteci sorunu


Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komisyonu (UNHCR) geçen yılın sonunda dünya genelinde 50 milyondan fazla kişinin yer değiştirmek zorunda kaldığını ve İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde görülen en yüksek seviyeye ulaşıldığını açıkladı. Yine aynı komisyonun raporuna göre bu sayının yarısı çocuklardan mütevellit. UNHCR Komisyonu Başkanı Antonio Guterres, “Çok önemli bir gelişmeyle karşı karşıyayız. Dünyada zorunlu olarak yer değiştirmek zorunda kalan insan sayısında çok ciddi artış var” dedi. Guterres, mülteci sayısındaki artışın, yardım örgütleri için büyük bir sıkıntı oluşturduğunu belirtti.

Geçtiğimiz yıl itibari ile dünya genelinde mülteci sayısı 2. 5 milyonluk bir artış gösterdi. Bu yeni artışın büyük çoğunluğunu Suriyeli mülteciler oluşturuyor. Dördüncü yılına girmekte olan Suriye iç savaşı, milyonlarca insanı topraklarını terk etmeye mecbur kıldı. Savaşın en çirkin yüzü, evlerini terk etmek zorunda kalan ailelere gösterdiği yüzüdür şüphesiz.
Suriyeli mültecilerin ülkelere göre dağılımı ise UNHCR’nin gayri resmi kayıtlarına göre şu şekilde:

En fazla mültecinin bulunduğu Lübnan’da kayıtta 962 bin kişi, henüz kaydolmamış ise 49 bin 833 mülteci mevcut.

İkinci sırayı 634 bin kişi ile Türkiye çekiyor. Türkiye’deki resmi makamların kayıtlı mülteci sayısını 220 bin olarak belirtilirken, Yüksek Komiserlik 634 bin rakamını veriyor. Türkiye’deki mülteciler Hatay, Adana, Gaziantep, Maraş, Malatya, Urfa, Kilis, Osmaniye ve Adıyaman gibi şehirlerde bulunan kamplarda ve geçici barınma yerlerinde ikamet ediyor.

584 bin ile mülteci sayısında üçüncü sırayı çeken Ürdün’de ise mülteciler özellikle başkent Amman, Akabe, İrbid ve Madaba gibi illerde yoğunlaşıyor. Irak’taki 226 bin mülteci ise daha çok ülkenin kuzeyinde Duhok, Anbar, Süleymaniye ve Erbil’de yaşıyor. IŞİD’ in son dönem saldırıları ile birlikte, bu insanlar da Türkiye, Lübnan ve Ürdün’e iltica etmeye başladılar. Irak’tan sonra gelen Mısır’da ise kayıtlı olmayanlarla birlikte mülteci sayısı 300. 000 civarında.
Ülke olarak mülteci politikası belirlemekte bir hayli yetersiz kaldık. Ülkede resmi olmayan rakamlara göre 1 milyon’a yakın mülteci barınırken, mülteciler konusunda ciddi bir hukuksal altyapıya ve sırf bu yönde kurulmuş bir idareye sahip değiliz.

Mülteci sorunu ekonomik, sosyolojik ve politik yönleri olan bir hayli çetrefilli bir meseledir. İnsanların barınmasından, eğitilmesinden, beslenmesinden, sağlık hizmetlerinden, güvenliklerinden hülasa bütün yaşamsal gereksinimlerinden sorumlu olmak ağır bir yükümlülüktür. Daha meşakkatli olanı ise mülteciler ve yerel halk arasındaki uyumu ve çatışmasızlığı sağlayabilmektir. Mülteci psikolojisi, bir müddet sonra sığındığı ülkeye yerleşmeye meyilli bir psikolojidir. Kucak açtığınız mülteciler, müstakbel vatandaşlarınız olabilmektedir. Mülteci kavramı bu şekilde ele alındığında, sığınılan ülke vatandaşları ve mülteciler arasındaki diyaloğun son derece sağlıklı bir şekilde, insani esaslar temelinde kurulması elzemdir.

Bahsettiğimiz hususlar çerçevesinde geçtiğimiz günlerde Gaziantep’te patlak veren olaylar vahim. İddiaya göre bir mahallede dükkanlarda kalan Suriyeliler, sokakta top oynayıp gürültü yaptıkları gerekçesiyle yerel halkın çocuklarını döner bıçakları ile kovalıyorar. Bunun üzerine mahalle sakinleri Suriyeli mültecileri linç etmeye kalkıyor. Polis halkı sakinleştiremeyince mültecilerin kamplara sevk edilmesine karar veriyor.

Son zamanlarda yukarıda bahsettiğimiz türden olayları sıkça işitmeye başladık. Mültecilerden rahatsız olan halk, saldırmak için adeta bahane kolluyor. Kendilerini zaten güvende hissetmeyen mültecilerin, gelip zar zor sığındıkları bir ülkede döner bıçaklarıyla çocuk kovalamaları bana pek mümkün görünmüyor doğrusu. Bu durum bana mevsimlik işçiden kurtulmak için “PKK bayrağı açtılar, karımıza kızımıza laf attılar” iftirasına sığınan belde sakinlerini çağrıştırıyor.

Suriyeli mülteciler, Türkiye’nin de dahil olduğu ve emek sömürüsüne dayanan kapitalist sistem için bulunmaz fırsat. Türkiye’de tutunabilmek için ne iş olsa yapmaya razı bu insanları adeta bedavaya çalıştırıyorlar. Karın tokluğuna çalışmaya hazır yüz binlerce insanın olması, yerel halkın da işsiz kalma korkusu duymasına yol açıyor. Yerel halk da tepkisini ırkçılık ve iftira gibi etkenlerle yansıtıyor. Son dönemlerde Suriyeli mültecilere karşı ırkçı söylemlerin artışında ekonomik etkenlerin önemli yer tuttuğuna inanıyorum.

Kamplardaki insanlık dışı şartlar mültecileri kamplardan ayrılıp, yerel halkın arasında yaşamaya itiyor. Bu tercih neticesinde kamplardan kopan mülteciler görünür hale geliyor. Günlük hayatın akışına karışan ve gözden uzak olmayan mülteciler toplumda hoş karşılanmıyorlar. Türkiyeli insanların bakış açılarına göre mültecinin yeri kamptır. Bu yanlış bakış sokaktaki mülteciyi güvenilmez kıldığı gibi hedef haline de getiriyor.

Fuhuş, dilencilik ve hırsızlık gibi sorunlar yerel halkın gözünde hep olandan daha çok görünüyor. Bu tip aksaklıkları insani bir bakış açısı ile anlayarak ele almak yerine, suçlayıcı ve yargılayıcı bir bakış açısı geliştiriliyor. Böylece mülteci yapmak zorunda olduğu ve aslında kendi tercihi olmayan zorundalıkları yüzünden bir kere daha şeytanlaştırılıyor.

Gaziantep’te yaşanan son olaylar Türkiye’de mülteciye olan tahammülsüzlüğü göstermesi açısından bir hayli ehemmiyet arz ediyor. Bu kötü gidişat, Türkiye’nin bir an evvel mülteci politikası yapabilmek adına ciddi adımlar atmasını zorunlu kılıyor. Unutmamalı ki önümüzde bir savaş, bir çatışma yahut bir göç sorunu değil; hepsinin üzerinde bir insanlık sorunu uzanıyor.


Hektor Vartanyan

No comments:

Post a Comment