Vandana Shiva | Kendi bitmek bilmez ihtiyaçlarını tatmin etmek için doğanın kaynaklarından yararlanmada aşırıya kaçan bencil kişi, bir hırsızdan başka bir şey değildir, çünkü kişinin ihtiyacından fazla kaynak kullanması hak sahibi olan tüm diğerlerinin hakkını yemesiyle sonuçlanacaktır.
Dr. Vandana Shiva
Hindistan’da
günlük konuşmalarda sık sık geçen bir sözü duyarak büyüdüm. Bu söz “Vasudhaiva
Kutumbkam” idi. “Vasudhara” yeryüzü tanrıçasıdır, Gaya, Terra Madre,
Pachamama’dır. “Vasudhev” yeryüzündeki her şey ve “kutumbkam” aile demektir..
Yeryüzü ailesi bizim muhteşem banyan (hint
inciri) ağaçlarımızı, kutsal ineklerimizi, toprak organizmalarını, arka
bahçenizdeki küçük “tulsi” yi (Hindistan’da kutsal kabul edilen fesleğen
bitkisi) kapsar.
Orada kutsal “tulsi”nin yanına gidersiniz ve
“sevgili toprak ana dünyayı ve bu gezegeni dolaşıp sana göz kulak olacak kadar
büyük değilim, ama sana bu “tulsi” bitkisinin bir parçasıymışsın gibi
davranacak ve seni koruyacağım”dersiniz. Bu yüzden en ufak evin bahçesinde bile
korunan minik bir “tulsi” ağacı görürsünüz. Bu benimle ilgili bir şey,
bilirsiniz.
Dünyanın
yeni oluşumu olarak Dünya Ticaret Örgütünden (WTO/DTÖ) bahsedilmeye
başlandığında, DTÖ yalnızca tek bir şeye, “dünya bir pazar yerinden başka bir
şey değildir, üzerindeki her şey ticari metadır, her şey satılıktır”
varsayımına dayanıyordu. Elbette bazılarımız DTÖ’yü sorgulamamız gerektiğini
düşündü ve Uluslararası Küreselleşme forumu toplandı, ve Seattle protestosu
organize edildi. Seattle protestosu planlandığından çok, çok daha büyük oldu.
DTÖ bu kentsel özgürlük festivalinin üstesinden hala gelemedi. Tıpkı genel
direktör Pascal Lamy’nin dediği gibi DTÖ hala yoğun bakımda. Hatırlıyorum da
Doha turu görüşmelerinin başlangıcı için Doha’daydım, Doha turuna neden gerek duyduklarını
da bilmiyorum, zira daha Uruguay turunun uygulamalarına bile başlamamışlardı.
Sanırım
kısmen yeni bir şeyler yapılıyor görüntüsü vermek içindi. Doha 11 Eylül’den çok
kısa bir süre sonra gerçekleşti. Vizelerimiz Katar hükümeti tarafından değil,
DTÖ tarafından verilmişti. Yerlerimizin ödemeleri DTÖ tarafından yapılmıştı.
Doha’da toplandığımız sırada limanda donanma gemileri, üzerimizde hava
kuvvetleri jetleri vardı. Hatırlıyorum da bakanımız, bizim ticaret bakanımız
şimdi vefat etmiş olan Muso Limaran, sorumluluğunu Hindistan’ın yüklendiği ve
eski başbakan ile Uruguay turuna katılan eski GATT (Gümrük Tarifeleri ve
Ticaret Genel Antlaşması) delegesinin idaresinde olup DTÖ’ye Karşı Halk
Kampanyası adıyla bilinen gruba ve harekete söz vermişti.
“Söz
veriyorum bu saçma değişiklik kararını almalarına izin vermeyeceğim, çünkü o
zamana kadar zaten herkes serbest ticaretin, şirketlere nerede ne bulurlarsa
ele geçirme özgürlüğü sağlayan şirketler egemenliğine verilmiş bir isimden
başka bir şey olmadığını anlamış olacak.”
Gece
yarısı, Limaran, vakfımın Hint köylülerinin öldürüldüğünü ortaya koyan
kanıtlarına dayanarak, ısrarla “tarımda daha fazla serbestliğe izin
vermeyeceğiz” demiş ve henüz teslim olmamıştı.
Ve
gece yarısı Beyaz Saraydan “eğer Hindistan ticarette daha fazla serbestliği
desteklemezse”, bu ifadeyi hatırlarsınız, “bizimle değil bize karşı olduğunuzu
varsayacağız” diyen bir telefon geldi ve ticaret pazarlıklarına dahil edildi ve
tam anlamıyla terörizmle ilgili askeri sorunlar kullanılarak Hindistan bu
kararlara katılmaya zorlandı, aksi halde zaten bir Doha turumuz olmayacaktı.
Fakat
o kadar yanlıştı ki, Doha turu tamamlanamadı. Böylece, sanırım, dünya çapında
yeryüzü demokrasisi doğmuş oldu. Bu on yılda, hatırlıyorum da Seattle’dayken,
tohum ve tarımdan söz eden bir avuç insandan biri de bendim ve şimdi gittiğim
her yerde, dünyanın her yerinde, hatta endüstriyel gıdalardan geri dönüşü,
kurtulma umudu olmadığını düşündüğüm bu ülkede bile (Amerika’da), tohumları
övüyorsunuz, iyi yemek pişirmeyi övüyorsunuz, bugün yediğim harikulade yemek
için çok teşekkürler, ve bahçeciliği övüyorsunuz. Oysa daha kısa bir süre önce
bize bunların artık kullanım dışı kalmış, demode faaliyetler olduğu
söyleniyordu.
Demokrasi
derslerini kendi kütürümden aldım, ve tabii ki diğer kültürlerden de. Kadim bir
“Upanishad’ımız vardır bizim, İsho Upanishad der ki: “Kainat Yüce Güç
tarafından tüm yaratıklar faydalansın diye yaratılmıştır. O halde, her bir
yaşam formu diğer türlerle yakın ilişkiler içinde olduğu sistemin bir parçası
olarak, kainatın nimetlerinden hoşnut olmayı öğrenmelidir. Hiç bir türün
diğerlerinin hakkına tecavüz etmesine izin verilmemelidir.”
Bu
insanlığın demokrasisi değil, yeryüzündeki tüm yaşamın demokrasisidir. Ve şöyle
devam eder “kendi bitmek bilmez ihtiyaçlarını tatmin etmek için doğanın
kaynaklarından yararlanmada aşırıya kaçan bencil kişi, bir hırsızdan başka bir
şey değildir, çünkü kişinin ihtiyacından fazla kaynak kullanması hak sahibi
olan tüm diğerlerinin hakkını yemesiyle sonuçlanacaktır.”
Öyleyse
sürdürülebilirliği yeni öğrenmiyoruz, sürdürülebilirlik bu toprağın
medeniyetleri dahil , tüm kadim medeniyetler tarafından biliniyordu. Çevreci
hareketin içinde hepimiz Şef Seattle’ın anısına “yeryüzü insana ait değildir,
insan yeryüzüne aittir, bir aileyi birleştiren kan bağı gibi her şey birbiriyle
bağlantılıdır” gerçeğini bilerek büyüdük. Her şey birbirine bağlıdır ve işte
şimdi unutulmakta olan şey bu bağlardır. Önce, ticaret sistemi ile doğayı
cansız, boş olarak yeniden tanımlayabileceğinizi öğrettiler. Bilim, bu fikri
haklı çıkaran bir bilim olarak doğdu. Atıl doğadan, ham maddelerden söz
ettiler, New England valisi Robert Boyle’un, yerlilerin inançlarının, doğayı
kutsal sayarak ona büyük saygı göstermelerinin insanlığın gelişimesine engel
olduğuna dair bir vecizesini hatırlıyorum.
Çünkü
bu payınızı almanıza değil, kaynaklarınızın sürdürülebilirlik sınırlarını
aşarak sömürülmesine engel oluyordu. Buna indirgemeci, parçalara ayrılmış,
mekanik dünya görüşünü temel alarak geliştirilmiş teknolojilerle yardım edildi.
Ancak dünyadaki her şey birbiriyle
bağlantılıdır, şiddet uygulamadan parçalarına ayıramazsınız. Akıntıyı kesmeden
bir nehri terbiye edemezsiniz. Oysa mühendisler daima suyu çoğaltmaktan söz
eder, sanki su döngüsü nasıl çalışacağını bilmezmiş gibi son su damlasının
okyanusa gitmesinin ziyanlık olduğundan söz ederler. Doğrusu, yeşil devrimden
bu yana tarımda meydana gelen her şey doğanın kendi payını doğadan alma, ve
insanlığın kendi hakkını insandan alma girişimidir. İşte bu yüzden tarımda bir çevre
krizimiz var, sürdürülebilir olmayan çiftçilikten dolayı yoksulluk ve açlık
krizimiz var.
Daha
önce de söylediğim gibi, ben bir fizikçiyim. Bütün bunları okuldan değil,
hayattan öğrendim. 1984’te, bu gezegende tarımın zincirlerinden kopardığı
şiddetin büyüklüğü ilk kez dikkatimi çekti. Hayatıma Himalayalarda ağaçları
kucaklayan Chipco hareketini destekleyen bir ortamda başlamıştım, ama 1984’e
kadar tarımda neler olduğu hakkında hiç bir fikrim yoktu, ta ki ilk kez
Pencab’da olabilecek en kötü şiddeti yaşadığımız zamana kadar. İlk terörizm,
ilk radikalizmdi bu; herkes terörizmin 9/11 ile başladığını sanıyor, oysa
Pencab’da otuzbin kişi öldürülmüştü ve bu kayıp 9/11’deki kayıpların altı
mislidir.
Aynı kış, adının anlamı güzel şehir olan
Bhopal’de zirai zehir fabrikası Union Carbide’daki sızıntı bir gecede 3000
masum insanı öldürdü, ve 30.000 olana kadar öldürmeye devam etti. Yüz
binlercesi hala sakat ve kötürüm. Sudaki zehirler yüzünden çocuklar sakat
doğuyor.
Bu
kış Bhopal trajedisinin üzerinden 25 yıl (1984-2009) geçmiş olacak ve halk hala
adaletin yerine gelmesini bekliyor. Hala adalet yerini bulacak, bu arada Union
Carbade, Dow Chemical (Dow kimya şirketi) tarafından satın alındı, ve biliyorum
ki Dow kimyanın hisseleri yükselmeye devam ediyor, çünkü hisseleri alan
kişilerin Bhopal hakkında en ufak bir fikirleri bile yok.
* Yeryüzü
Demokrasisi yazı dizisi devam edecek…
Vandana
Shiva’nın Oregon State Üniversitesinde 23 Ekim 2009 günü verdiği konferansın,
Dr.Shiva’nın ofisinden bilgisi dahilinde yayınlanan çevirisidir. Orijinali bir
konuşma olduğu için, yazıya dökülmüş hali de konuşma dilindedir.
Fraksiyon
Kaynak:http://ankhuzaktaolamaz.tumblr.com/post/58529704841/vandana-shiva-yeryuzu-demokrasisi-1-2-3