Camille Claudel’in
son derece dokunaklı yaşam hikayesini bir çoğunuz bölük pörçük de olsa
duymuşsunuzdur. Çoğunlukla büyük sanatçı Rodin’in metresi, Rodin’in fikirlerini
çaldığı kadın, çok acılar çekmiş biri, çok yetenekli bir heykeltraş ya da
hayatının neredeyse yarısını akıl hastanesinde geçirmiş bir deli olarak. Bu
saydıklarımı aslında tek bir cümlede şöyle de ifade edebiliriz: Çok yetenekli
bir heykeltraş olan Camille Claudel, henüz çok genç bir kadınken tanıştığı
hocası Rodin’le evlilik dışı bir aşk yaşayarak çok acılar çeker, delirir ve akıl
hastanesine kapatılır. Peki mesele sadece Rodin’in aşktan delirttiği bir kadın
olması mıdır? Pek tabiidir ki bu hayatı tek bir cümlede özetlemek her denemede
biraz daha az ya da fazla eksik olabilir.
Camille Claudel
dönemin Fransa’sında, sanatçı bir kadın olmanın neredeyse yasak olduğu bir
ortamda tüm baskılara rağmen arzularının peşinden gitmiş ve rüştünü ispat etmiş
biri. Sanatındaki dehası açıkça kendi sonunu hazırlamış olsa da bu böyle.
Rodin’e olan tutkusu berikine ilham, güven, şöhret katarken Camille’e yıkım,
çile ve tecrit getirmiş. En nihayetinde ise ailesi ve Rodin’in rıza ve
isteğiyle 1913 senesinden ölene dek akıl hastanesine tıkılmış. Çok değil bir
100 sene öncesinden bahsediyorum. Üstelik bunca yıl içerde tutulmasına kimse
ses etmemiş, ciddi bir rahatsızlığı olup olmadığı ise halen tartışılıyor.
Doktorlarının ailesine yazdığı mektuplarda eve dönüp heykele devam ederse bunun
kendisine daha iyi geleceğini önerdikleri söylenir. Fakat bu asla gerçekleşmez.
Claudel açıkça görmezden gelinip 30 sene bir tımarhaneye mahkum edilmiştir.
Rodin ve
Claudel’in 1882 yılında başlayan birliktelikleri kuşkusuz ikisinin hayatlarında
da yepyeni bir dönemin başlangıcı olur. Camille Claudel Rodin’in sanat
hayatında ciddi bir kırılmaya sebep olacaktır. Pek çok sanat
eleştirmeni heykeltraşın çalışmalarını Camille öncesi ve sonrası olarak ayırır.
Camille Claudel
atölyede çalışırken 1887
Rodin Meudon’daki villasının bahçesinde. Arkasında ‘Yaradılış’ (Fotoğraf: Edward Gooch/Edward Gooch/Getty Images)
Camille ise akla
ziyan yeteneğine karşılık önce sevgilisi, sonra ailesi ve en sonunda da tüm
dünya tarafından terk edilir. Evlenmeden ve üstelik başka bir kadına rağmen
Rodin ile beraber olmayı sürdürmesi, genel ahlak’a uymayan her kadın gibi
Camille’i de hafif kadın olarak damgalar. Ona ancak Rodin’in kanatları
altındayken çalışma fırsatı veren egemen sanat çevreleri, yalnız ve
bağımsız bir sanatçı olarak ürettiği eserleri duygusal olarak derinlikli ve
etkileyici bulsa da bazı işlerini içerdiği “cinsellik” yüzünden “aşırı” bulur
ve hatta bazen sansürler. Dehası ise kendisine değil bir zamanlar öğrencisi
olduğu Rodin’e bahşedilir.
Kuşkusuz güzel ve
çirkin pek çok şeyi beraberinde getiren bu lanetli beraberlik Claudel için çok
fazla haksızlığa, ayrımcılığa ve özellikle ciddi bir sömürüye sebep olmuş.
Lakin Rodin ile olduğu yıllar boyunca birlikte çalıştıkları pek çok heykelin figürlerini
yontan kişinin Camille Claudel olduğu söylenir. Rodin’in imzasını taşıyan ünlü
Cehennem Kapıları ya da Calais Burjuvaları isimli eserlerin büyük bölümünü
Camille’in yaptığı… Bizzati Claudel hastaneye kapatılmadan önceki son
zamanlarında Rodin’in kendisine ait heykelleri çalıp üzerine imzasını attığını
söyler. Bir rivayete göre ise Rodin, Balzac heykelindeki fikri Camille’den
çalmıştır. Söylenenler söylentinin ya da deli bir kadının sayıklamalarının
ötesine ne yazık ki gitmez.
Rodin,
Düşünce-Camille Claudel’in bitmemiş portresi
Camille Claudel
kariyerinin son yıllarında eserlerini finanse edemez hale geldikçe sanat
çevreleri için “görünmez kadın”a dönüşür. Bana sorarsanız kendini görünür
kılamıyor olmasında herkesin biraz payı var. Aynı kişi, bir zamanlar sevdiği
adamın hayatında hep bir “öteki kadın”, ailesi tarafından yakışıksız
onlarca davranışın sonunda “istenmeyen kadın” ve yapayalnız kaldıkça daha da
yaftalandığı “deli kadın” kimlikleri ile sistematik olarak inkar
ediliyor, yok sayılıyor.
Yani aslında
Camille Claudel’in hikayesi unutulmaz bir aşk hikayesinin kahramanı olmaktan
öte çağının fersah fersah ilerisinde bir vizyona sahip sanatçının bir varolma
mücadelesi, bir direniş. Aynı zamanda da ezber bozan bir kadının düzen
tarafından nasıl öğütülüp düşkünleştirildiğinin sağlaması. Emeği, ümüğü
sıkılana, aklını oynatana dek sömürülen milyarlarca kadından biri Claudel.
Cinsiyete dayalı bir hiyerarşinin var olduğu, erkeğin egemen olduğu bu düzende
örneklerine sıklıkla rastladığımız bir figür. Ve tarih Rodin’i sanatıyla,
yapıtlarıyla hatırlarken Claudel’i Rodin’siz hatırlamıyor.
Son olarak esir
edildiği akıl hastanesinden kardeşi Paul Claudel’e yazdığı mektuplardan
birinden, kendi sözleriyle: “Akıl hastanesi! Evim diyebileceğim bir yere sahip
olma hakkım bile yok! Onların keyfine kalmış işim! Bu, kadının sömürülmesi,
sanatçının ölesiye ezilmesi… Mahsus kaçırdılar beni, onlara tıkıldığım yerde
fikir vereyim diye, yaratıcılıklarının ne kadar sınırlı olduğunu biliyorlar
çünkü. Kurtların kemirdiği bir lahana gibiyim şimdi, yeni filizlenen her
yaprağımı büyük bir oburlukla mideye indiriyorlar…”