Pupils
at Carlisle Indian Industrial School, Pennsylvania (c. 1900)
03.06.2015
Bazı
mekânlar diğerlerinden farklıdır. Günlük hayat koşuşturması içinde hiç farkına
varmadan içinden geçtiğimiz yerler olur. Buraların bizde hatrı yoktur,
dolayısıyla belleğimizde iz bırakmazlar. Bir yer ancak onunla bağ kurduğunuzda
sizin olur çünkü. Ve bu bağ da asla maddi sahiplenişle açıklanabilecek bir şey
değildir.
Kamp
Armen, kendisiyle kurulan gönül bağıyla gündeme gelen böyle simge mekânlardan
biri. Dünya gözüyle tapusu kerelerce el değiştirdi. Gel gör ki, gasp edilmiş
olması gerçeği hiç değişmedi. Yıllarca
Anadolu’dan gelen Ermeni çocuklara yaz mevsimlerinde yuva olan, ve çocukların
bizzat kendi elleriyle inşa ettikleri Kamp Armen’i kamuoyu ilk kez yıllarını
orada geçiren ve ardından da eşi Rakel Dink’le birlikte kampın yöneticiliğini
yapan Hrant Dink’in 1999’da bir televizyon programında anlattığı hikâyesiyle
duymuştu. Bir insan gözyaşları içinde isyandan sesi titreyerek uğradıkları
haksızlığı ve yıkılan cennetlerini anlattığında da artık orası soğuk bir hukuki
sorun başlığı, çoktan hasıraltı edilmiş bir dosya konusu olmaktan çıkmış,
gerçek bir insan hikâyesi olarak izleyenlerin yüreğine ulaşmıştı.
Kamp
Armen’de 6 Mayıs’tan bu yana bu hikâyeye sahip çıkmak üzere bir direniş
sergileniyor. Devlet gaspının simgesine dönüşen alanda, villa inşaatına
girişmek üzere yıkım harekatının başlamasıyla oluşan Kamp Armen Dayanışması,
sadece bugünkü aciliyetli durumun değil, yıllardır hüküm süren haksızlığın da
bir kez daha gündeme taşınmasına vesile oldu. Sergilenen dayanışma ve
sürdürülen pazarlıklar sonunda kampın şimdiki sahibi Fatih Ulusoy, kampın
Gedikpaşa Ermeni Proteston Kilisesi Vakfı'na
iade edileceğine ilişkin açıklamada bulundu. Gelgelelim, yaptığı
açıklamada “1915 yılı ile ilgili çeşitli spekülasyonlarla toplumumuzun
hassasiyetlerinin tahrik edilmeye çalışıldığı günümüzde; Ermeni
vatandaşlarımızın düşünce ve hassasiyetlerine, ülkemizin sosyal barışına ve
birliğine katkı sağlamak amacı ve temennisiyle” araziyi asıl sahibine
bağışlayacağını söylerken aslında bütün bu gasplara zemin hazırlayan Ermeni
düşmanlığını da bir kez daha yineliyordu.
Bu
ifadenin yanına seçim kampanyası sırasında "Bana arkadaşını söyle, sana
kim olduğunu söyleyeyim" sözünü anımsatan ve HDP Eş Genel Başkanı
Selahattin Demirtaş’ı kastederek "Arkadaşı Ermeni diasporası olandan Kürt'e,
Türk'e, Arap'a fayda gelir mi?” diye meydanlardan haykıran Başbakan
Davutoğlu’nu da ekleyelim… Belli ki ölmeyen Ermeni halen bir sorun teşkil
ediyor ve ciddi bir siyasi rakibi hedefe koymak için de ideal bir malzeme
oluşturmaya devam ediyor.
Hayat
çelişkilerden ibaret. Memlekette bunlar olurken hafta içinde bir kitap
söyleşisi için davet edildiğim Adapazarı Enka Okulu’nda tıpkı o eski Kamp Armen
gibi emekle sevgiyle yaratılmış bir cennet mekânla karşılaştım. Bir süreliğine
sözün kirini bıraktım, iyi insanların dünyasına ışınlandım 1999 depremi sonrası
anne babasını, eski hayatını kaybeden çocuklara sahip çıkmak üzere prefabrik
konutlarda eğitime başlayan okul, bugün halen maddi imkânları kısıtlı ya da
aile desteğinden yoksun çocuklara yuva olmaya devam ediyor. Kurdukları seradan,
dans, müzik, satranç kulüplerine, sıra düzeninden bağımsız yuvarlak masaların
çevresinde oturulan sınıflardan bağışlarla oluşmuş kütüphanelere kadar her
köşesiyle sahiplendikleri okullarında bu çocuklar yokluk ve acıdan devşirilen
umudun ta kendisi.
Hayatın
iyi ve kötüsünü olgunlukla karşılayabilmenin ve manevi olarak büyümenin ifadesi
bu iki mekân ve oraların farklı kuşaklardan çocukları, yüz yıldır kötülükte
direten devlet rejimi karşısında ibretlik bir duruş sergiliyor. Tıpkı Edip
Cansever’in dediği gibi:
Ne
kadar mendil varsa o kadar acılıyım
Her
iki gün arasında
Bir
titreyiştir yüreklerimiz
Ve
artık her şey
Her
yere bir çocuktur
Elma
dilimlerine ve pencerelere
Otomobil
farlarına ve cep fenerlerine
Gece
karanlığına ve güneşe
Ve
kapıyı çalan herkese
Kendine
bile bir çocuktur
Ben
kederlerin vardığı yeri severim
Bir
çiçeğin vardığı yeri sevdiğim gibi
Unutmam
Öldürülmüş
vatandaşlarının torunlarıyla arkadaş olmayı suçlama ve aşağılama olarak
sunabilen bir ırkçı zihniyetin gölgesinde bu vahalar bir nefeslik hava sunuyor.
Sonrası ama yine o aynı tuhaf, o aynı zeminini, dolayısıyla dip noktasını
yitirmiş ülke. Sonrası yine o aynı boğuntu. Cennet mekânları ve çocuklarını
küçük bir cam şişede bir tılsım gibi saklıyorum.
Kederin
içinden varılan o çiçekli yeriyse hiç ama hiç unutmuyorum.
http://www.agos.com.tr/tr/yazi/11776/cocuklar-cennet-meknlar-ve-bir-tuhaf-ulke
No comments:
Post a Comment