Cinsiyetçiliğin
birey ve toplumdaki yansımaları kadın, erkek, kadın ve erkek arası
geçişkenlikler olarak ayrı ayrı ele alınmalı ve kadın hakları, cinsiyet
eşitsizliği insanlık tarihi üzerindeki eşitsizlikler üzerinden tartışılmalıdır.
Umut ediyorum ki böyle yapıcı bir atmosfer altında ilerleme kaydedilebilir ve
asırlardır kanayan yaralara deva olabiliriz, tabii ki hep birlikte.
İştar,
Kibele, Anahita, Ninhursa, Tiamat ve Lilith efsanelerinin her biri kadının toplumdaki
yerini, kadın haklarının tarihteki evrimini anlamak ve sorular sormak için bizi
bekleyen mitoslar. Mitoloji, içinde
doğduğu toplumsal gerçeğin bir ürünüyse eğer, insanlık tarihinin
aydınlatılmasına hizmet ettiğini söyleyebilir miyiz? Yazı boyunca yapılan
kadın-erkek ayrımının soyut bir ayrım olduğunu baştan belirtiyor ve Lilith
efsanesine geçiyorum.
Lilith
bu mitosların en başında gelen günümüzde feminizmin sembolü olarak da kabul
edilen merak uyandırıcı ve kışkırtıcı bir sembol. Tevrat’ta geçen yaradılış
hikâyesine göre cennet bahçesinin ilk sakinleri Âdem ile Lilith’dir.
Anlatılanlara göre Lilith, Âdem ile eşit olduğunu söyleyerek Âdem’in
isteklerine cevap vermeyi reddeder ve Âdem’in zorlamaları üzerine de tanrının
gizli adını söyleyerek cennet bahçesinden ayrılır ve bir daha da geri dönmez.
Âdem’in sızlanmaları üzerine Tanrı, Âdem’in kaburga kemiğinden Havva’yı
yaratır. Bunu duyan Lilith de yılın kılığında cennet bahçesine girerek, yasak
meyveyi yemesi ve Âdem’e de yedirmesi için Havva’nın aklını çeler. Anlatının
sonunda cennetin bu yeni çifti de cennetten kovularak dünyaya iniş yaparlar.
Peki, hikâyenin kilit noktasının kaburga kemiği gibi göründüğü şu noktada,
kaburga kemiğinin Sümer mitolojisinde geçen Ninhursag ile olan benzerliklerini
bir kenara bırakırsak, Havva’nın Âdem’in kaburga kemiğinden yaratılmasının
nedeni Havva’nın ayrı bir kimlik iddiasıyla ortaya çıkmasını engellemek
olabilir mi? Havva kadınlarının kimlik sorunları onları insanlık tarihindeki bu
ıstırap dolu konuma taşımış olabilir mi? Ya da hikâyenin nasıl geliştiğini
bilen Havva, bir kimlik sorunu sıkıntısı yaşadığından değil de, Âdem’in ayak
izlerini takip ederek çatışma olmadan, uyumlu, itaatkâr ve daha az stresli bir
hayat seçmiş ve böylece daha mutlu olmuş diyebilir miyiz? Daha mutlu muyuz
kadınlar gerçekten?
Buna
karşın dişi insanın soyu Lilith’den gelseydi, ne istediğini bilen ve Âdem’le
eşit olduğunu düşünerek isteklerini yerine getirmeyi reddeden Lilith kadınları
isyankâr, çatışma dolu, daha stresli ve daha mutsuz bir varlık olurlardı
diyebilir miyiz? İşte akıllara o zaman şu soru geliyor; Takip etmek, kabul
etmek ve çatışma olmaması adına müsamaha göstermek mutlu bir hayata götürür mü
insanı? Huzur başkasının belirlediği bir hayata adapte olmak mıdır? Bunun
aksine bağımsız olmak, ne istediğini bilmek ve bunun için çatışmak, yarattığı
stresli hayata rağmen mutlu eder mi kişiyi?
Havva’dan
gelen kadınlık görünürdeki kadın-erkek çatışması ile birlikte kadın-kadın
çatışmasını da içeriyormuş gibi gelir bana. Geleneklerin devam ettirilmesinde
otoriter büyükanne vurgusuna sıkça rastlarız. Kurallar aslında kadınlar
tarafından konulmuş, erkek neslini bu kuralar çerçevesinde kadınlar yetiştirmiş
ve acı çeken yine kadınlar olmuş gibidir. Pasif agresifliğin acısını
hemcinsinden çıkarıyordur sanki kadın. Toplumun kadını nasıl tanımladığı
üzerine düşünürsek karşımıza cinsel kimliğinden utanan, kadın varlığını
belirleyen tüm parametreler kurumlarca belirlenen, eve hapsedilen bir yapı
karşımıza çıkar. Evi çekip çeviren ve aslında tüm yönetimden sorumlu onlardır;
ne derlerse olur, yeni nesillere müdahale edilir, özellikle akrabalık adı
altında kadın-kadın ezilmesine tanık oluruz.Peki, bunu dayatan sadece toplumun
kadını mıdır? Erkeğin buradaki konumlanışı nedir? Erkek hem kadının hem de
kadının hemcinsinin düşmanı olmuş mudur? Lilith kadınları bu pasif agresif rolü
baştan reddeder miydi diye düşünmeden edemiyorum. Birbirinden intikam almak
yerine bireyselliğine önem veren özgürlükçü birer lider olur muydu her biri?
Kadın
hakları konusu aslında bir sistem sorunsalı olup izlerine dünyanın dört bir
köşesinde rastlanabilse de insan haklarının korunmadığı devletlerde ihlallerin
sıklığı, kuralların olmaması ya da oturmaması ve cinsiyetçi yaklaşımlara sahne
olan ataerkil geleneksellikle ön plana çıktığını söyleyebiliriz. Ancak kadınların pek çok konuda eşit haklara
sahip olduğu, sistemin kadın-erkek değil de insan üzerinden yapılandırıldığı,
hatta kur yapmada bile geleneksel motiflerin dışına çıkılarak rollerin değiştiği
bir sosyal hayata sahip insan haklarının korunduğu devletlerde de aynı sorun
hala devam etmektedir.
Mitosta
belden aşağısı ateşten bir sütun olarak anlatılan, âdemoğullarını geceleri
ayartan bir vahşi güzellik olarak dişiliğini sonuna dek yaşayan Lilith’in bu
konuda geldiği nokta ne olurdu? Havva kadınları dişiliğinin bir ceza olarak
geri dönüşünü görmüştü tecavüzle, kadınlığı nedeniyle kimi kapıları açtığını,
zekâsının ikinci plana atıldığını ve bedeni üzerindeki beklentiler nedeniyle
yeteneklerinin görmezden gelindiğini de. En başa saralım, kadın olmak nasıl
oldu da bir sorun oldu? Kadın bedeninin tek bir güzellik kalıbına sokulması,
kadının önce babanın sonra da kocanın namusu olması, tecavüzün bir
korkutma/caydırma için kullanılması ve tüm bunların nedeni olan iktidar sorunu
nasıl girmişti insan hayatına? Küfürlerde bile kendini gösteren erkek egemen
söylemler neden kadın bedenini aşağılayacak şekilde kurulmuştu? Kadın neden
sözlü ya da fiziksel şiddete maruz kalmıştı? Erkek neden kadının koruması
rolünü üstlenmişti? Kadını erkekten koruması gerektiğini düşünen bir erkek
sorunu var gibi görünüyor karşımızda. Kadın neden erkekten korunmalıdır?
Geceleri
âdemoğullarının üzerine çıkıp spermlerini çalan ve yüzlerce demon doğurup
insanoğlunun üzerine salan Lilith, kadın bedenine farklı bir bakış açısı
getirir miydi? Ortaçağda sofuların meniyle birlikte ruhlarının da çıktığını
düşünmeleri Lilith’i onların gözünde daha korkunç bir hale getirmişti. Zorla
hakkını gasp etmek anlamına gelen ve erkek tekelinde kadını sindirmek ve kadın
cinselliğinin aşağılanması olan tecavüze karşın Lilith’in gece ziyaretleri
erkek iktidarını sarsmakta değil midir? Âdemoğlu Lilith’den doğan cinlerden
korkar, korunmak için muskalar oluşturur. Burada dikkat çekici olan Lilith’in
doğurganlığı anaerkil bir bakış açısına göre düzenlenmiş olmasıdır. Peki,
insanlık anaerkillikten ataerkilliğe nasıl geçti?
İnsanlık
tarihinde avcı-toplayıcı topluluklarda kadınların erkeklerle eşit bir saygınlık
ve statüde oldukları bilinmektedir. Toplumun yerleşik bir yapıya geçmesi ve
mülkiyet birikiminin yaygınlaşması ile kadının toplumdaki statüsü değişmiştir.
Bu süreçteki en önemli parametre mülkiyettir. Çünkü bu kavramın netleşmesi ile
nesneleşmekten nasibini alan kadın da hem cinsel hem de ekonomik olarak
sınırlandırılmıştır. Oysa gezici-toplayıcı toplumlarda kadınlar istikrarlı bir
statüye sahipti. Bu eşitliğin nedeni de
hiç kimsenin bağlılık ve ezilmeye neden olacak, borç/minnet duyulacak birikime
yani özel mülkiyete sahip olmamasıydı.
Ancak
daha sonra ne oldu da etrafımızdaki tüm çiftçiler erkek oldu? İşte bunun nedeni
de saban tarımına geçilmesiyle, arazi mülkiyetinin ortaya çıkması ve ardından
gelen ikincil ürünler (dokumacılık, süt ürünleri gibi) devrimidir. Yiyecek
işleme kaplarının icat edilmesiyle de toplumsal tabakalaşma, zengin-yoksul
farklılaşması ve borçlandıkça artı ürün yaratabilecek zamandan yoksunluk ortaya
çıkar. Artık toplumda maddi zenginlik vardır ve buna insanlar ve kadınlar da
katılır ve birer alışveriş nesnesi olarak sayılır. Kadının statüsü ile ekonomik
üretim arasında sıkı bir ilişki olmakla birlikte her toplum farklı süreçlerde
bu ilişkiyi yaşamıştır.
Lilith
kadınları özel mülkiyete karşı çıkarak avcı-toplayıcı toplumlarda yaşamlarını
sürmeye devam ederler miydi? Kanatları olan ve fırtına ve rüzgâr anlamına gelen
eski Sümerce lil kelimesinden türeyen isimleriyle yerleşik bir hayat yerine
anarşist gezici toplulukları tercih ederek statüsünü korur muydu? Buna karşın
Havva kadınları yerleşik hayata geçişin ardı sıra gelen feodalizm ve nihayet
kapitalizmin onların statülerinin düşürerek birer özel mülkiyet haline
getireceğini nereden bilebilirlerdi? Aslında günümüzde göçebe yaşayan ve halk
arasında Çingene olarak bilinen tüketim kültüründen etkilenmeyen kimi anarşist
topluluklar eşitlikçi bir düzen içinde hala yaşamaktalar.
Devlet,
kadın ve erkek üzerinden iktidarını kurar. Ancak kadın, evdeki emeğine karşılık
bir değer atfedilmediği için en fazla sömürülen işçidir. Kadın başkaldırmadan
hak talep edemez. Çünkü içselleştirilmiş sömürü en tehlikeli sömürüdür ve adeta
genetik bir kod gibi nesilden nesile aktarılır. Artık kadın sömürüyü en acı
dolu şekilde hisseden emekçi haline gelmiştir. İş yaşamına katılımı daha geç ve
daha zorlu olan kadının karşılaştığı ayrımcılık, sokakta karşılaştığı taciz,
tecavüz, kaç çocuk doğuracağı ve nasıl doğuracağı, ne giymesi gerektiği, nasıl
davranacağı gibi bedeni üzerinde alınan kararlar, annelik kavramıyla üzerine
yapıştırılan, tüketim kültürünün favorisi evcilliğin kadın sorunun en temel
başlıklarıdır sadece.
Yalnızca
işlemeyen ya da tutarlı bir bütün oluşturmayan bir şeyin nedeni vardır
önermesinden yola çıkarak kadının konumlanışını sorgulamaya çalıştım. Lilith,
Âdem, Havva mitiyle başlayıp, avcı-toplayıcı ve tarım topluluklarının yaşam
tarzıyla devam eden bu yolculuk, beni toplumsal cinsiyet, mülkiyet ve tüketim
kültürü kavramına götürdü. İşte bu nedenle bu sorunun nereden ele alınırsa
alınsın bir sistem sorunu olduğunun gözden kaçırılmaması gerekiyor zira
verdiğimiz mücadelenin doğru hedefe yönelik olması hem bireysel hem de toplumsal
anlamda önemli bir nokta. Cinsiyetçiliğin birey ve toplumdaki yansımaları
kadın, erkek, kadın ve erkek arası geçişkenlikler olarak ayrı ayrı ele alınmalı
ve kadın hakları, cinsiyet eşitsizliği insanlık tarihi üzerindeki eşitsizlikler
üzerinden tartışılmalıdır. Umut ediyorum ki böyle yapıcı bir atmosfer altında
ilerleme kaydedilebilir ve asırlardır kanayan yaralara deva olabiliriz, tabii
ki hep birlikte.
Zeynep Çolakoğlu
No comments:
Post a Comment