Tuesday, 3 November 2015

Havva Yerine Lilith Olsaydı


Cinsiyetçiliğin birey ve toplumdaki yansımaları kadın, erkek, kadın ve erkek arası geçişkenlikler olarak ayrı ayrı ele alınmalı ve kadın hakları, cinsiyet eşitsizliği insanlık tarihi üzerindeki eşitsizlikler üzerinden tartışılmalıdır. Umut ediyorum ki böyle yapıcı bir atmosfer altında ilerleme kaydedilebilir ve asırlardır kanayan yaralara deva olabiliriz, tabii ki hep birlikte.

İştar, Kibele, Anahita, Ninhursa, Tiamat ve Lilith efsanelerinin her biri kadının toplumdaki yerini, kadın haklarının tarihteki evrimini anlamak ve sorular sormak için bizi bekleyen mitoslar.  Mitoloji, içinde doğduğu toplumsal gerçeğin bir ürünüyse eğer, insanlık tarihinin aydınlatılmasına hizmet ettiğini söyleyebilir miyiz? Yazı boyunca yapılan kadın-erkek ayrımının soyut bir ayrım olduğunu baştan belirtiyor ve Lilith efsanesine geçiyorum.

Lilith bu mitosların en başında gelen günümüzde feminizmin sembolü olarak da kabul edilen merak uyandırıcı ve kışkırtıcı bir sembol. Tevrat’ta geçen yaradılış hikâyesine göre cennet bahçesinin ilk sakinleri Âdem ile Lilith’dir. Anlatılanlara göre Lilith, Âdem ile eşit olduğunu söyleyerek Âdem’in isteklerine cevap vermeyi reddeder ve Âdem’in zorlamaları üzerine de tanrının gizli adını söyleyerek cennet bahçesinden ayrılır ve bir daha da geri dönmez. Âdem’in sızlanmaları üzerine Tanrı, Âdem’in kaburga kemiğinden Havva’yı yaratır. Bunu duyan Lilith de yılın kılığında cennet bahçesine girerek, yasak meyveyi yemesi ve Âdem’e de yedirmesi için Havva’nın aklını çeler. Anlatının sonunda cennetin bu yeni çifti de cennetten kovularak dünyaya iniş yaparlar. Peki, hikâyenin kilit noktasının kaburga kemiği gibi göründüğü şu noktada, kaburga kemiğinin Sümer mitolojisinde geçen Ninhursag ile olan benzerliklerini bir kenara bırakırsak, Havva’nın Âdem’in kaburga kemiğinden yaratılmasının nedeni Havva’nın ayrı bir kimlik iddiasıyla ortaya çıkmasını engellemek olabilir mi? Havva kadınlarının kimlik sorunları onları insanlık tarihindeki bu ıstırap dolu konuma taşımış olabilir mi? Ya da hikâyenin nasıl geliştiğini bilen Havva, bir kimlik sorunu sıkıntısı yaşadığından değil de, Âdem’in ayak izlerini takip ederek çatışma olmadan, uyumlu, itaatkâr ve daha az stresli bir hayat seçmiş ve böylece daha mutlu olmuş diyebilir miyiz? Daha mutlu muyuz kadınlar gerçekten?

Buna karşın dişi insanın soyu Lilith’den gelseydi, ne istediğini bilen ve Âdem’le eşit olduğunu düşünerek isteklerini yerine getirmeyi reddeden Lilith kadınları isyankâr, çatışma dolu, daha stresli ve daha mutsuz bir varlık olurlardı diyebilir miyiz? İşte akıllara o zaman şu soru geliyor; Takip etmek, kabul etmek ve çatışma olmaması adına müsamaha göstermek mutlu bir hayata götürür mü insanı? Huzur başkasının belirlediği bir hayata adapte olmak mıdır? Bunun aksine bağımsız olmak, ne istediğini bilmek ve bunun için çatışmak, yarattığı stresli hayata rağmen mutlu eder mi kişiyi?

Havva’dan gelen kadınlık görünürdeki kadın-erkek çatışması ile birlikte kadın-kadın çatışmasını da içeriyormuş gibi gelir bana. Geleneklerin devam ettirilmesinde otoriter büyükanne vurgusuna sıkça rastlarız. Kurallar aslında kadınlar tarafından konulmuş, erkek neslini bu kuralar çerçevesinde kadınlar yetiştirmiş ve acı çeken yine kadınlar olmuş gibidir. Pasif agresifliğin acısını hemcinsinden çıkarıyordur sanki kadın. Toplumun kadını nasıl tanımladığı üzerine düşünürsek karşımıza cinsel kimliğinden utanan, kadın varlığını belirleyen tüm parametreler kurumlarca belirlenen, eve hapsedilen bir yapı karşımıza çıkar. Evi çekip çeviren ve aslında tüm yönetimden sorumlu onlardır; ne derlerse olur, yeni nesillere müdahale edilir, özellikle akrabalık adı altında kadın-kadın ezilmesine tanık oluruz.Peki, bunu dayatan sadece toplumun kadını mıdır? Erkeğin buradaki konumlanışı nedir? Erkek hem kadının hem de kadının hemcinsinin düşmanı olmuş mudur? Lilith kadınları bu pasif agresif rolü baştan reddeder miydi diye düşünmeden edemiyorum. Birbirinden intikam almak yerine bireyselliğine önem veren özgürlükçü birer lider olur muydu her biri?

Kadın hakları konusu aslında bir sistem sorunsalı olup izlerine dünyanın dört bir köşesinde rastlanabilse de insan haklarının korunmadığı devletlerde ihlallerin sıklığı, kuralların olmaması ya da oturmaması ve cinsiyetçi yaklaşımlara sahne olan ataerkil geleneksellikle ön plana çıktığını söyleyebiliriz.  Ancak kadınların pek çok konuda eşit haklara sahip olduğu, sistemin kadın-erkek değil de insan üzerinden yapılandırıldığı, hatta kur yapmada bile geleneksel motiflerin dışına çıkılarak rollerin değiştiği bir sosyal hayata sahip insan haklarının korunduğu devletlerde de aynı sorun hala devam etmektedir.

Mitosta belden aşağısı ateşten bir sütun olarak anlatılan, âdemoğullarını geceleri ayartan bir vahşi güzellik olarak dişiliğini sonuna dek yaşayan Lilith’in bu konuda geldiği nokta ne olurdu? Havva kadınları dişiliğinin bir ceza olarak geri dönüşünü görmüştü tecavüzle, kadınlığı nedeniyle kimi kapıları açtığını, zekâsının ikinci plana atıldığını ve bedeni üzerindeki beklentiler nedeniyle yeteneklerinin görmezden gelindiğini de. En başa saralım, kadın olmak nasıl oldu da bir sorun oldu? Kadın bedeninin tek bir güzellik kalıbına sokulması, kadının önce babanın sonra da kocanın namusu olması, tecavüzün bir korkutma/caydırma için kullanılması ve tüm bunların nedeni olan iktidar sorunu nasıl girmişti insan hayatına? Küfürlerde bile kendini gösteren erkek egemen söylemler neden kadın bedenini aşağılayacak şekilde kurulmuştu? Kadın neden sözlü ya da fiziksel şiddete maruz kalmıştı? Erkek neden kadının koruması rolünü üstlenmişti? Kadını erkekten koruması gerektiğini düşünen bir erkek sorunu var gibi görünüyor karşımızda. Kadın neden erkekten korunmalıdır?

Geceleri âdemoğullarının üzerine çıkıp spermlerini çalan ve yüzlerce demon doğurup insanoğlunun üzerine salan Lilith, kadın bedenine farklı bir bakış açısı getirir miydi? Ortaçağda sofuların meniyle birlikte ruhlarının da çıktığını düşünmeleri Lilith’i onların gözünde daha korkunç bir hale getirmişti. Zorla hakkını gasp etmek anlamına gelen ve erkek tekelinde kadını sindirmek ve kadın cinselliğinin aşağılanması olan tecavüze karşın Lilith’in gece ziyaretleri erkek iktidarını sarsmakta değil midir? Âdemoğlu Lilith’den doğan cinlerden korkar, korunmak için muskalar oluşturur. Burada dikkat çekici olan Lilith’in doğurganlığı anaerkil bir bakış açısına göre düzenlenmiş olmasıdır. Peki, insanlık anaerkillikten ataerkilliğe nasıl geçti?

İnsanlık tarihinde avcı-toplayıcı topluluklarda kadınların erkeklerle eşit bir saygınlık ve statüde oldukları bilinmektedir. Toplumun yerleşik bir yapıya geçmesi ve mülkiyet birikiminin yaygınlaşması ile kadının toplumdaki statüsü değişmiştir. Bu süreçteki en önemli parametre mülkiyettir. Çünkü bu kavramın netleşmesi ile nesneleşmekten nasibini alan kadın da hem cinsel hem de ekonomik olarak sınırlandırılmıştır. Oysa gezici-toplayıcı toplumlarda kadınlar istikrarlı bir statüye sahipti.  Bu eşitliğin nedeni de hiç kimsenin bağlılık ve ezilmeye neden olacak, borç/minnet duyulacak birikime yani özel mülkiyete sahip olmamasıydı.

Ancak daha sonra ne oldu da etrafımızdaki tüm çiftçiler erkek oldu? İşte bunun nedeni de saban tarımına geçilmesiyle, arazi mülkiyetinin ortaya çıkması ve ardından gelen ikincil ürünler (dokumacılık, süt ürünleri gibi) devrimidir. Yiyecek işleme kaplarının icat edilmesiyle de toplumsal tabakalaşma, zengin-yoksul farklılaşması ve borçlandıkça artı ürün yaratabilecek zamandan yoksunluk ortaya çıkar. Artık toplumda maddi zenginlik vardır ve buna insanlar ve kadınlar da katılır ve birer alışveriş nesnesi olarak sayılır. Kadının statüsü ile ekonomik üretim arasında sıkı bir ilişki olmakla birlikte her toplum farklı süreçlerde bu ilişkiyi yaşamıştır.

Lilith kadınları özel mülkiyete karşı çıkarak avcı-toplayıcı toplumlarda yaşamlarını sürmeye devam ederler miydi? Kanatları olan ve fırtına ve rüzgâr anlamına gelen eski Sümerce lil kelimesinden türeyen isimleriyle yerleşik bir hayat yerine anarşist gezici toplulukları tercih ederek statüsünü korur muydu? Buna karşın Havva kadınları yerleşik hayata geçişin ardı sıra gelen feodalizm ve nihayet kapitalizmin onların statülerinin düşürerek birer özel mülkiyet haline getireceğini nereden bilebilirlerdi? Aslında günümüzde göçebe yaşayan ve halk arasında Çingene olarak bilinen tüketim kültüründen etkilenmeyen kimi anarşist topluluklar eşitlikçi bir düzen içinde hala yaşamaktalar.

Devlet, kadın ve erkek üzerinden iktidarını kurar. Ancak kadın, evdeki emeğine karşılık bir değer atfedilmediği için en fazla sömürülen işçidir. Kadın başkaldırmadan hak talep edemez. Çünkü içselleştirilmiş sömürü en tehlikeli sömürüdür ve adeta genetik bir kod gibi nesilden nesile aktarılır. Artık kadın sömürüyü en acı dolu şekilde hisseden emekçi haline gelmiştir. İş yaşamına katılımı daha geç ve daha zorlu olan kadının karşılaştığı ayrımcılık, sokakta karşılaştığı taciz, tecavüz, kaç çocuk doğuracağı ve nasıl doğuracağı, ne giymesi gerektiği, nasıl davranacağı gibi bedeni üzerinde alınan kararlar, annelik kavramıyla üzerine yapıştırılan, tüketim kültürünün favorisi evcilliğin kadın sorunun en temel başlıklarıdır sadece.

Yalnızca işlemeyen ya da tutarlı bir bütün oluşturmayan bir şeyin nedeni vardır önermesinden yola çıkarak kadının konumlanışını sorgulamaya çalıştım. Lilith, Âdem, Havva mitiyle başlayıp, avcı-toplayıcı ve tarım topluluklarının yaşam tarzıyla devam eden bu yolculuk, beni toplumsal cinsiyet, mülkiyet ve tüketim kültürü kavramına götürdü. İşte bu nedenle bu sorunun nereden ele alınırsa alınsın bir sistem sorunu olduğunun gözden kaçırılmaması gerekiyor zira verdiğimiz mücadelenin doğru hedefe yönelik olması hem bireysel hem de toplumsal anlamda önemli bir nokta. Cinsiyetçiliğin birey ve toplumdaki yansımaları kadın, erkek, kadın ve erkek arası geçişkenlikler olarak ayrı ayrı ele alınmalı ve kadın hakları, cinsiyet eşitsizliği insanlık tarihi üzerindeki eşitsizlikler üzerinden tartışılmalıdır. Umut ediyorum ki böyle yapıcı bir atmosfer altında ilerleme kaydedilebilir ve asırlardır kanayan yaralara deva olabiliriz, tabii ki hep birlikte.

Zeynep Çolakoğlu

No comments:

Post a Comment